Şair Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın tavsif ettiği üzere, “Asrın en siyasi padişahı” Sultan Abdülhamid Han’ın yakınlarından biri de Tüfekçibaşı Tahir Paşa idi. Bu zat tam bir sadakat timsaliydi. Yıllar önce Şişhane’deki evinde, Tanburi Dr. Selahaddin Tanur merhum hatıralarını anlatırken nakletmişti. O da İbnülemin Mahmud Kemal Bey’den, Mercan’daki konağında dinlemiş.
Müşir Tahir Paşa daha önceleri kaldırımcıymış. Bir gün Sultan Abdülhamid şehzadeliğinde at sürüyormuş. Derken atlar birden parlamış, son süratle koşmaya başlamışlar. Bu adamın bileği, pazusu yerinde olduğu için hemen fırlamış, atların önüne geçmiş, dört nala giden bu hayvanları bir güzel yakalayıp zaptetmiş. Bu hareketiyle padişahın hayatını kurtarmış. Padişah da mükâfat olarak kendisini saraya aldırmış ve himaye etmiş. Tahta çıktığı zaman bunu Tüfekçibaşı yapıp “müşir” rütbesi vermiş.
Operatör Emin Erkul, “Abdülhamid’in Hal’ine Tekaddüm Eden Saatlerde Yıldız Sarayı’nda Neler Olmuştu?” başlığıyla yayımladığı bir yazıda Müşir Tahir Paşa’nın hazin hikâyesini şöyle anlatıyor:
“Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişinden kısa bir müddet sonra Yıldız Sarayı da sarılmıştı. Son geceyi buhranlar içinde geçiren padişah ve saraydakilerin gözüne uyku girmemiş, ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Sabah namazını kılan Hacı İlyas Bey’in oda kapısı ansızın açılarak Abdülhamid içeri giriyor ve ayakta olduğu halde, bir masaya dayanarak namazın bitmesini bekliyor. Fakat Hacı İlyas, hemen namazı bozuyor ve kalkarak efendisinin karşısında elpençe divan durmaya hazırlanıyor. Abdülhamid:
- İlyas senden daha yakınım yok. Benim her halimi senden daha iyi bilen de yok. Benim isyan hareketiyle en yakın bir alaka ve günahımın olmadığını ve olmayacağını bilirsin. Ben şu vaziyet karşısında Allah’ın takdirine boyun eğiyorum, diyor.
Bu sırada Tüfekçibaşı Müşir Tahir Paşa, padişahın ayaklarına kapanarak:
- Padişahım, saray sarılmaya başladı. Ferman buyurunuz, silah başı edeyim ve gelenleri tâ geldikleri yerlere kadar önüme katıp defedeyim. Bak, gör padişahım beslediğin biz fedakâr kullarına yedirmiş olduğun ekmeğin nasıl helal yedirilmiş olduğunu ve nasıl seve seve canlarını feda edeceklerini göstersinler, cevabını veriyor:
Abdülhamid, Paşa’ya:
- Paşa, ben kardeş kavgası yolunda kan dökülmesini katiyyen istemem. Silah patlamasın. Mukadderat ne ise, o olacak diyerek paşayı reddetmiş, eliyle işaret ederek uzaklaştırmıştı.
Aradan iki saat kadar geçtikten sonra Tahir Paşa tekrar:
- Aman padişahım, vakit çok daraldı. Müsaade buyurunuz, mukabele edeyim diyerek şiddetli arzusunu tekrarladı.
Abdülhamid bu sefer hiddetle ve şiddetle:
- Paşa, sözümü anlamadın mı? Derhal Ortaköy kapılarını açtır ve hemen bütün silahşörleri salıver; istedikleri yere gitsinler! Hatta, istersen sen de dilediğin yere çık git, cevabını vermişti.
Nihayet saray kapıları açıldı. Âyândan Ermeni Aram ve Bahriye Feriki (tümgenerali) Arif Hikmet Paşa ile Selanik mebusu Yahudi Karasu ve Draç mebusu Arnavut Esad Toptani’den müteşekkil heyet içeriye girerek hal kararını tebliğ etti.
Abdülhamid cevap olarak:
- Mademki milletim beni istemiyor, kararı kabul ediyorum. Ancak, böyle olmamasını arzu ederdim.
Çekilmekliğim teklif ve talep edilseydi çok daha evvel terk-i saltanat eder, bu takdirde hem millet, hem de benim için daha hayırlı olurdu, demiş ve Ârif Hikmet Paşa’ya:
- Ya Paşa, sen de bu heyet içinde vazife alacak mıydın? Karasu’yu işaret ederek: ‘Bunu hey’etiniz arasında bulundurmanıza esef ederim’ dedi. ‘Hayatımın müemmen olup olmadığını (teminat altına alınıp alınmadığını) açıkça söylemenizi istiyorum’ deyince:
- Sizi Selanik’e nakledeceğiz ve hayatınız daima emniyette kalacaktır cevabını almış ve süratle en küçük oğlu Âbid Efendi ile birlikte bir iki kadın bendegânı da alınarak, doğru trene binmiş ve Selanik’e gönderilmişti.
Tahir Paşa, tevkif edilerek Harbiye Nezareti’ne götürülmek üzere açık bir fayton arabasına bindirilmişti. Ben de Gülhane Hastahanesi’ndeki vazifemi bitirerek evime gitmek üzere Sirkeci’den geçiyordum. Tahir Paşa’yı taşıyan arabanın her iki basamağında birer süngülü askerle, arabacının yanında da süngülü bir askerin himayesinde olduğu halde, Ankara Caddesi’ne girdiklerini gördüm.
Yıldız’dan Sirkeci’ye gelinceye kadar halk tarafından linç edilmesine süngülü askerler mani olabilmiş, fakat çürük yumurtadan tutunuz da, yoğurt kâseleri, sütlaç kâseleri ve sair her türlü bulaşıcı şeylerle Paşa da tepeden tırnağa kadar donatılmıştı.
Fırlatılanlarla berbat bir hale gelmesine rağmen, elinde bir mendil ile yalnız yüzünü, gözünü siliyor ve bir heykel gibi hareketsiz duruyordu. Doğruca Harbiye Nezareti’nde toplu bir halde bulunan Örfi İdare (sıkı yönetim) Mahkemesi’ne götürülen Paşa’ya sorulan suale: (Merkez Kumandanı Muavini Binbaşı Pertev Bey’le yakın akrabalığımız dolayısıyla bir konuşmamız sırasında bana da anlatmıştı)
- Sen, Sultan Hamid’e, mukavemet edilmesini ve silah kullanılmasını teklif etmişsin? Doğru mudur denilince, Paşa:
- Evet! Doğrudur. Sultan Hamid, beni bir kaldırımcı ustası iken müşir rütbesine kadar yükseltti. Ah, eğer bana müsaade etseydi sizleri köpek öldürür gibi öldürür ve geldiğiniz yere kadar defederdim. Sultan Hamid uğruna canım kanım her an feda olsun! Haydi ne duruyorsunuz! Beni hemen kurşuna dizin, diyerek cevap vermişti.
Dışarı çıkarılan Tahir Paşa hakkında, hemen kaldırımcıyı bahçede kurşuna dizelim sadaları yükselmiş, fakat bu sırada bir ses:
- Arkadaşlar, bizler insafı ve adaleti elden bırakmayalım. Bu adamın vazifesi padişahı silahla müdafaa etmekti. Vazifesini yapmış.
Neticede kaldırımcıbaşı Trablusgarb’a sürülmüştü.” (Yeni İstiklal 12 Nisan 1961.)
Son sözü şair söylesin:
İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh
Doğruların yardımcısıdır Hazreti Allah
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.