Ulunay, Ahmet Mithat Efendi’nin elini öpünce…

04:0017/11/2024, Pazar
G: 17/11/2024, Pazar
Dursun Gürlek

Şairlerin, ediplerin ve diğer kalem erbabının toplu yazılarını bir arada görmek isteyenlerin derleme kitapları gözden geçirmeleri gerekiyor. Bu tarzda yapılan çalışmaların faydası şu ki, araştırmacının ilgilendiği konuyla veya şahısla alakalı hemen bütün malzemeyi böyle kitaplarda hazır vaziyette bulma imkânına kavuşmaktadır. Bizde tarihçilerin, edebiyatçıların, şairlerin yazılarını bir araya getirip kitaplaştıranlardan biri de Hilmi Yücebaş’dır. Merhumun “Bütün Cepheleriyle” üst başlığıyla hazırladığı

Şairlerin, ediplerin ve diğer kalem erbabının toplu yazılarını bir arada görmek isteyenlerin derleme kitapları gözden geçirmeleri gerekiyor. Bu tarzda yapılan çalışmaların faydası şu ki, araştırmacının ilgilendiği konuyla veya şahısla alakalı hemen bütün malzemeyi böyle kitaplarda hazır vaziyette bulma imkânına kavuşmaktadır.

Bizde tarihçilerin, edebiyatçıların, şairlerin yazılarını bir araya getirip kitaplaştıranlardan biri de Hilmi Yücebaş’dır. Merhumun “Bütün Cepheleriyle” üst başlığıyla hazırladığı kitapların sayısı oldukça kabarıktır. Birkaç isim vermek gerekirse “Bütün Cepheleriyle Yahya Kemal”, “Bütün Cepheleriyle Neyzen Tevfik”, “Bütün Cepheleriyle Rıza Tevfik”, “Bütün Cepheleriyle Reşat Nuri Güntekin”, “Bütün Cepheleriyle Mehmet Âkif” isimlerini hatırlatabiliriz.

Bu eserler ilk defa neşredilmeye başladığı zaman ne yazık ki gerekli ilgiyi görmedi, hatta yazarını böyle boş ve gereksiz işlerler uğraştığı için eleştirenler bile oldu. Halbuki kazın ayağı öyle değildi. Onun kaleme aldığı kitapların değeri ölümünden sonra daha iyi anlaşıldı ve kıymete bindi. Uzun söze ne hacet, diyelim ki Yahya Kemal üzerine çalışan bir araştırmacı veya büyük şairimizi daha yakından tanımak isteyen edebiyat öğrencisi “Bütün Cepheleriyle Yahya Kemal”in sayfalarını çevirmeye başlayınca tam bir malzeme yığınıyla karşılaşacaktır. Aynı durum tabii ki diğer şair ve yazarları konu alan eserler için de söz konusudur. Kısaca söylemek gerekirse, Yücebaş’ın kitapları kültür adamlarımızın bigâne kalamayacakları derlemelerdir. Bir gemi yolculuğunda tanıştığım bu zatın kitaplarına şimdilerde daha çok sahaflarda ve eski kitapçılarda rastlanılıyor.

Hilmi Yücebaş’ın bu seriden çıkan kitaplarından biri de, “Refi Cevad Ulunay” adını taşıyor. Eserin ilk sayfalarını çevirir çevirmez Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şu dörtlüğüyle karşılaşıyoruz:

Dün, ağlayarak battı güneş, ay sustu

Binbir tele âhengi veren yay sustu

Ölmüş gidiyor sevgili Mevlânâsına

Ses yok Ulunay’dan, ulu bir nay sustu.

Bu vesileyle belirtmek isterim ki, Refi Cevad Ulunay, zengin bilgisinin, engin mahfuzatının ve köşe yazarlığının yanı sıra Mevleviliği ile de tanınıyor. Milliyet’teki köşesinde ve diğer bazı yayın organlarında Hazreti Mevlânâ ve Mevlevilik üzerine bir hayli yazı yayımladı. Bunlardan bazıları kitap halinde de neşredildi. Merhumun yazılarının tiryakilerinden biri de bendim ve Milliyet’teki köşe yazılarını daha lise yıllarından itibaren takip ediyordum. Onu en yakından tanıyan ve hakkında hayli malumat sahibi olanlardan biri de rahmetli Nezih Uzel’di. Nezih Bey’in konuyla ilgili bir çok hatırasını dinledim ve çok istifade ettim. Ne yazık ki merhum dostu Ulunay hakkında – çok istemesine rağmen – dört başı mamur kitap hazırlayamadan göçtü.

Hilmi Yücebaş’ın bu eserinde Ulunay’ın vefatından sonra yazılan yazıların yanı sıra kendi kalem ürünleri de bulunuyor. Bunların arasında ilgi çekici, bilgi verici hatıralara ve anekdotlara da rastlanıyor. Mesela, kısa bir yazısında Ulunay, Ahmet Mithat Efendiyle nasıl tanıştığını şöyle anlatıyor:

“Ben Ahmet Mithat Efendi’ye yetiştim. Galatasaray’ın son sınıfında idik. Meşrutiyet ilan edilmişti. Uzun seneler susmuş bulunan Mithat Efendi, kelam ve kalem hürriyetine kavuşunca bütün bilgi hazinesini açmış; avuç avuç, kucak kucak saçıveriyordu. Tekrar Tercüman-ı Hakikat’in idaresini ele almış, her gün makaleler yazıyor, ayrıca konferanslar da veriyordu.

Merhumun bilhassa Direklerarası’nda, Fevziye Kıraathanesi’nde Türklük’le ilgili verdiği konferansı unutamam. Mektep idaresi bizi konferans dinlemeye götürdü. Ön saflarda oturduk. Sahnenin ortasına bir masa konmuş ve etrafa fırdolayı iskemleleler dizilmişti.

Mithat Efendi, iri vücudu, kocaman sakalı, gür kaşlarının altında kıvılcım gibi parlayan cevval gözleri ile sahnede görülünce bir kıyamettir koptu. Arkadan Necip Âsım’lar, Ziya Gökalp’ler, Veled Çelebi’ler gibi zevat geldiler ve iskemlelere oturdular. O zaman memlekette çok âlim vardı. Mithat Efendi, siyah setresini ilikleyerek masanın başına geçti, notları açtı, hâlâ kulağımdan gitmeyen tatlı bir sesle başladı.

Allah’ım, o ne esaslı mâlumâttı. Yâ Rabbi! Türklük nâmına söylenmedik tafsilat bırakmadı. Onun bir yanardağ gibi varlığından fışkıran irfan ateşi yüreklerimize akmış, damarlarımızı körüklemişti. Hepimiz yanıyorduk. İçimizden nâralar atmak arzusu geliyor, sahneye fırlayıp, onun ellerini, yüzünü öpmek istiyorduk. Konferans bir heyecan fırtınası ile bitti. Sahnede oturan âlimler de Efendi’nin elini öptüler.

Dağılmadan evvel bir kolayını buldum. Kulislere giderek amcam Veled Çelebi’ye koştum. Bana Efendi’nin elini öptürmesini rica ettim. Amcam bu lütfu benden esirgemedi, elimden tuttu, yanına götürdü. Hazret! dedi. İşte bu genç hayranınız, müsaade ederseniz elinizi öpsün.

İnsandan üstün bir varlık önündeymişim gibi titriyordum; sırtımı okşadı, bana güzel dualarla süslü temennilerde bulundu. Bu tesir benliğimde o kadar yer etmişti ki, ne zaman hatıratımı eşelesem o zamanı en ufak teferruatı ile yaşarım.

Bugün, bu otuz beş senelik hâtırayı tekrarlarken milletin ilim tarihine yazdığı bu ölmez şahsiyetin hâlâ huzurunda imişim gibi heyecan duyarım.”

Bu bahsi basın dünyamızın önemli isimlerinden merhum Ragıp Akyavaş’ın, Ulunay hakkında kaleme aldığı yazıdaki şu cümlelerle bitirelim:

“Sultan III.Mustafa dünyaya gelen şehzadesi için şu mısraları terennüm etmiştir:

Fikret ey dil ki doğduğun vakit

Halk handân idi ve sen giryân!

Öyle sa’y et ki öldüğün vakit

Halk giryân ola ve sen handân!

Refi Cevad, mücadele ile geçen hayatında bile vefâkâr arkadaşı kalemini bir an olsun elinden bırakmamış. Türk basınına 58 sene hizmet etmiştir. Vefatında halk hakikaten giryân olmuş, o müsterih ve handan olarak Hâlikına kavuşmuştur. Bıraktığı boşluk kolay kolay doldurulamayacaktır.”

Ulunay, kültür dünyamızda bir dolunaydı. Bâki kalan bu kubbede hoş bir sadâ bıraktı. Onu bir kere daha rahmetle yâd edelim.

#Edebiyat
#şiir
#Dursun Gürlek