EDISYON:

Neyzen Tevfik’ten anekdotlar

04:008/09/2024, Pazar
G: 8/09/2024, Pazar
Dursun Gürlek

Geçenlerde Mustafa Kara hocamızın bana da imzalamak lütfunda bulunduğu “İstiklal Marşımızın Bülbülü – Mehmet Âkif Ersoy” isimli kitabının sayfalarını bir kere daha çevirirken merhum Bandırmalı Ali Efendi’nin Neyzen Tevfik’le birlikte çekilmiş fotoğrafıyla karşılaştım. Daha önceki okumalarımda gözden kaçırmışım. Resmin altında şöyle yazıyor: “Neyzen, Bakırköy’deyken onu ziyaret eden Ali Ağabey kapısını çalınca önce reddedilmiş. Sonra Ali Ağabey ‘Ben Âkif’i çok seviyorum, sizi de görmek istiyorum’


Geçenlerde Mustafa Kara hocamızın bana da imzalamak lütfunda bulunduğu “İstiklal Marşımızın Bülbülü – Mehmet Âkif Ersoy” isimli kitabının sayfalarını bir kere daha çevirirken merhum Bandırmalı Ali Efendi’nin Neyzen Tevfik’le birlikte çekilmiş fotoğrafıyla karşılaştım. Daha önceki okumalarımda gözden kaçırmışım. Resmin altında şöyle yazıyor:

“Neyzen, Bakırköy’deyken onu ziyaret eden Ali Ağabey kapısını çalınca önce reddedilmiş. Sonra Ali Ağabey ‘Ben Âkif’i çok seviyorum, sizi de görmek istiyorum’ deyince Neyzen ‘Âkif’im, Âkif’im’ diyerek kapıyı açmıştı.”

Neyzen Tevfik Kolaylı’nın başta Mehmet Âkif Ersoy olmak üzere birçok dostunun olduğunu biliyoruz. Onun Âkif Bey’in dışında da Yavru Mehmet, Nuri Demirağ, Cengiz Alpay gibi takdirkârları bulunuyor. Şair ve yayıncı Hakkı Cengiz Alpay’ın Cağaloğlu’ndaki Nakışlar Yayınevi’ne her gidişimde ondan Neyzen Tevfik’le ilgili bir fıkra, bir şiir dinlerdim. Cengiz Ağabey, Neyzen’le ilgili kaleme aldığı bazı yazılarını çeşitli yayın organlarında neşretti. Bunlardan biri de “Meş’ale” dergisinin sayfaları arasında bulunmaktadır.

Allah rahmet eylesin, zaman zaman beni de yazmaya teşvik eden ve büyük bir ilgi gösteren Cengiz Bey “Bir Neyzen Tevfik Vardı” başlığıyla adını verdiğim dergide uzunca bir yazı yayımladı. İşte bu yazıdan birkaç anekdotu kendi üslubumla sizlere nakledeceğim.

Cengiz Bey, Kasım 1947’de bir iki arkadaşıyla bir gün Vezneciler’deki Yavru Mehmet’in Çayevine gidiyor. Burası ufak bir kahvehanedir. Sahibi de Yavru Mehmet isimli aynı zamanda mûsıkişinas olan bir zattır. Bu küçük Çayhane’ye Abdülbaki Gölpınarlı, Mükrimin Halil Yınanç, Kasım Küfrevi, Celal Hoca (Ökten) gibi ilim erbabı da yolunu uğratmaktadır. Meğer burası Neyzen’in her akşam damladığı bir yermiş, Yavru Mehmet de onun en aziz dostlarından biriymiş.

Cengiz Bey, Neyzen Tevfik’le ilk defa işte burada karşılaşıyor ve oturduğu yerden kalkıp ilk selamını veriyor. Bu sırada Neyzen, Yavru’nun ikram ettiği çaya yarısı kalmış simidini batıra batıra yiyor, susamla karışık çayı da bir yudumda yuvarlıyor.

İçeride oturulacak yer kalmamıştır. Sohbet başladığı halde Neyzen susmaya devam ediyor, bir öğrenci gibi dinliyor. Derken sohbetin seyri günlük aktüaliteye kayıyor. Muhtemelen Recep Peker’in başbakanlıktan düşüş sebebi üzerinde konuşulmaktadır. Bu sırada koltuğuna gömülmüş olan Neyzen’de bir kıpırdama oluyor. Biraz daha doğrulduktan sonra şu fıkrayı anlatıyor:

“Vaktiyle köyden geçen bir yolcuya teklif etmişler: Biliyorsunuz, mezar kazmak sevaptır. Bize yardım eder misiniz? Nereyi kazsak taş çıkıyor. Biz yemeğimizi yiyip gelene kadar sen şurayı kazmaya devam et. Biz gelirken sana da yemek getiririz. Bu, acıkmış olan yolcunun da işine gelmiş. Başlamış kazmaya ama gösterilen yerde taşlar çıkmaya başlamış. Bir başka yeri kazmış, orası da taşlı çıkmış. Aşağısı uçurum olan bir yere konulan tabuta gözleri ilişmiş. Hemen yanına varıp, sen iyi bir adam olsaydın, sana da herkes gibi bol topraklı mezar nasip olurdu da herkesi bu kadar yormazdın dedikten sonra tabuta bir tekme vurarak aşağı yuvarlamış. Sonra oturmuş mezar sahiplerinden ziyade geleceği vaat edilen yemeği beklemeye koyulmuş. Köylüler geldiğinde sormayın beyler, çok acaip bir hadise oldu, gökyüzünden inen ilahi bir nur tabutu yukarıya doğru çekerek götürdü. Az daha korkudan bayılacaktım, demiş. Köylüler birbirlerinin yüzüne bakmaya başlamışlar. Kimisi içinden insanoğlu hiç belli olmaz, kimde ne var, kimde ne yok bilinmez demiş. Kimisi de başını iki yana sallayarak köyün yolunu tutmuş.

Aynı yolcu bir hafta sonra yine o köyden geçerken köylüler önünü çevirip senin bir hafta önce gökyüzüne doğru çektiklerini söylediğin cenaze tabutu uçurumun aşağısında bulundu. Yoksa bize yalan mı söyledin, demişler. Yolcu hiç istifini bozmadan; hayır arkadaşlar hayır. Yukarıya çekmesine çektiler de, kim bilir, orada da ne halt etti ki, tekrar aşağıya attılar cevabını vermiş.

Bu fıkranın kimin için anlatıldığı âşikârdı. Bugün bunu yazmak, hatta iktidardan düşen herkes için kolay, fakat o devrin siyasi atmosferini bilenler için hiç de kolay değildi. Nitekim bu fıkra hemen etkisini gösteriyor, oradaki beş kişi çayevini terk ediyor.

Bu hadise Cengiz Bey’in Neyzen’e duyduğu ilgiyi daha da artırıyor. Cengiz Bey, yine bu mekânda İhsan Ada diye biriyle karşılaşıyor. İhsan Ada, Neyzen hakkında “Azab-ı Mukaddes” adıyla yazılan kitabın yazarıdır. Ada, Neyzen’i şartlandırmaya, hicivler yazdırtmaya, daha doğrusu kendi sakat görüşünün paraleline çekip onu istismar etmeye uğraşmaktadır, Neyzen’i tesir altında bırakmak gayretindedir. Mesela dünyadaki bütün insanlar bir inanç etrafında ve bir çatı altında toplanmadıkça huzur ve rahat bulamayacaklarını söylüyordu.

Cengiz Alpay, sakat propagandanın bu kadar ileri götürülmesine dayanamıyor Neyzen’in yanında ilk defa sesini yükselterek:

Bahsettiğiniz inancın en tekâmül etmişi ve en mükemmeli İslâmiyet’tir. Altında toplanılacak çatının da en şaheseri ecdadımızın bize emanet ettiği camilerdir. Buyurunuz, toplanalım, diyor. Bu cümleden hiç hoşlanmadığı anlaşılan İhsan Ada, çantasını alıyor ve derhal orayı terk ediyor.

Bu cevaptan hoşlanan Neyzen, Cengiz Bey’e şöyle diyor:

Sizde büyük bir istidat görüyorum. Şiir yazma melekelerinizi kuvvetlendirmek için her gün yazınız.

Bir gün, Bâbıâli’nin ünlü kalemlerinden Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu, Nuri Demirağ’ı ziyarete geliyor. Demirağ’ı öğle yemeğine alıkoyuyor. Bu arada Neyzen’den bahsedildiği için onu da davet ediyor. Herkes yemeğini bitirmiş, Neyzen’in de bitirmesini bekliyor. Halbuki Neyzen tabağındaki yemeği ancak yarılayabilmiştir. Birden, kusura bakmayın beyler, sizleri beklettim. Malum ya, deli doyduğunu bilmezmiş de, yemeğin tadı kaçtı, dermiş.

Edebiyatçıları ve şairleri çok seven Nuri Demirağ, Neyzen’i Fatih’teki bir baraka içinde buldurtuyor. Beşiktaş iskelesine çok yakın olan evinin iki odasını müskirat (içki) kullanmamak şartıyla ona tahsis ediyor. Ayrıca aylık olarak bir gelir belirliyor.

Neyzen’in dostları ve ahbabları şöyle bir araştırılsa, kim bilir, aralarından ne renkli simalar çıkar.

Allah taksiratını afvetsin.

#Edebiyat
#Neyzen Tevfik
#Dursun Gürlek
#Mehmet Akif Ersoy

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.