Mükrimin Halil Hoca’dan inciler

04:0022/12/2019, Pazar
G: 22/12/2019, Pazar
Dursun Gürlek

Rahmetli arkadaşımız Ahmet Haluk Dursun, bir sohbet esnasında, yazılı kültürün, not tutmanın öneminden söz ederken birkaç defa da “şifahi” kelimesini kullanıyor, ezcümle biz şifahi bir milletiz, yazmayı değil, konuşmayı çok severiz diyor. Sohbet bittikten sonra, bir delikanlı ayağa kalkıp “Hocam, bu dediğiniz “şifahi” ilacı hangi hastalığa şifa veriyor?” sorusunu yöneltiyor. Belli ki genç, yazılı değil de “sözlü” anlamına gelen bu kelimeyi belki de ilk defa o sohbet programında duyduğu için bir

Rahmetli arkadaşımız Ahmet Haluk Dursun, bir sohbet esnasında, yazılı kültürün, not tutmanın öneminden söz ederken birkaç defa da “şifahi” kelimesini kullanıyor, ezcümle biz şifahi bir milletiz, yazmayı değil, konuşmayı çok severiz diyor. Sohbet bittikten sonra, bir delikanlı ayağa kalkıp “Hocam, bu dediğiniz “şifahi” ilacı hangi hastalığa şifa veriyor?” sorusunu yöneltiyor. Belli ki genç, yazılı değil de “sözlü” anlamına gelen bu kelimeyi belki de ilk defa o sohbet programında duyduğu için bir ilaç adı sanıyor ve hangi hastalığa iyi geldiğini soruyor.

Evet, Türk milleti olarak konuşmaktan çok hoşlanıyoruz ama elimiz kaleme bir türlü gitmiyor, not tutmak öyle pek kimsenin aklına gelmiyor. Oysa medeniyet tarihi, kalem erbabıyla – haklı olarak – övünüyor. Gerçi kelam erbabı dediğimiz söz ustaları da kültür dünyamızın renkli simaları olarak biliniyorlar ama onların birbirinden kıymetli sözleri, tatlı tatlı yaptıkları sohbetler – belli bir süre – kulaktan kulağa devam ederse de – tabii ki – yazılı olan ürünler gibi kalıcı olmuyor.

Bizde şifahi olmaktan sık sık hayıflanan, not tutmanın ne kadar önemli olduğunu her fırsatta dile getiren ilim ve kültür adamlarının başında hiç şüphe yok ki, Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver geliyor. Nitekim yazdığı bunca eser, kaleme aldığı sayısız makale merhumun not tutma konusuna verdiği önemin canlı şahitleri olarak karşımıza çıkıyor. Şunu da belirtmek gerekir ki, Süheyl Hoca’nın çizdiği resimler, çektiği fotoğraflar da bu notların başka bir türünü ortaya koymaktadır. Bir örnek olmak üzere hocanın “Bir Mükrimin Halilimiz Vardı” başlığıyla tuttuğu notlardan bazılarını ufak – tefek tasarruflarla siz kıymetli okuyucularıma nakletmek istiyorum. Süheyl Ünver’in en yakın dostlarından biri de, hafızasının kuvvetiyle, tarihi bilgisinin derinliğiyle, sohbetlerinin tatlılığıyla tanınan ve bilinen Prof. Dr. Mükrimin Halil Yınanç’tır.

Süheyl Hoca’ya göre, bizde tarihi bu zat kadar iyi bilen pek fazla kimse yoktur. Zira çok okumuştur, aklında kalanları takrir etmiştir; unutmamıştır, kendisine de unutturmamıştır. Mükrimin Halil Hoca tam bir sohbet şeyhiydi. Anlattığı hikayelerle, fıkralarla, menkıbelerle öyle gizli noktalara temas ederdi ki, dostları bunları dinlerken adeta kendilerinden geçerlerdi. Ne yazık ki onu dinleyenlerin hiç biri ona layık olamadılar, onun değerini anlayamadılar. Çünkü etrafında halka olan bu insanlar sadece dinlemekle yetindiler, birkaç saatlik vakitlerini onun hoş sözleriyle geçirdiler. Fakat daha sonra ondan hiçbir nakilde bulunamadılar, hatta bir örnek bile veremediler. Veremezlerdi, çünkü not tutmamışlardı, başka hiçbir yerde bulamayacakları bilgileri kayda geçmemişlerdi. Halbuki Süheyl Hoca, onu bir yerde gördü mü hemen yanında bir yere çöküyor, kalemini ve ufak geçici defterini çıkarıyor, not tutmaya başlıyordu. Bütün bunlar bir dosya içinde toplandı.

Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver, bu notlardan bazılarını 1 Nisan 1967 tarihli “Hayat Tarih Mecmuası”nda yayımladı. Sayısı otuz yediyi bulan bu incileri ben de “Ayaklı Kütüphaneler” isimli kitabımda Mükrimin Halil Hocayla ilgili bölüme naklettim. Aynı hatıralar zincirinin halkasından olup da, adı geçen eserimde yer almayan ilgi çekici bazı tarihi notları aşağıya alıyorum.

Mükrimin Halil

Hoca diyor ki:

Mehmed Vahdettin harikulade bir mûsıkîşinastı. Çok ince ve hassas bir bestekâr. İbnülemin de anlattı. Hanedanlar içinde bizim Osmanlı hanedanı kadar kuvvetlisi ve kıymetlisi yok. İçlerinde bestekâr, hattat, asker ve şair var. Âlim yok. Yavuz bir âlim, fakat Fatih mukeddemat-ı ulûmu bilir. Yavuz, kırk yaşında tahta çıktı. Çalıştılar. Sultan Süleyman’ın şehzadeleri çok yaşadılar. Şiirde Yavuz kuvvetli. Dördüncü Murad ve Üçüncü Selim de kudretli. İkinci Selim’in şiirlerini Bâki tahmis etmiş.

Eskiden paşalara maaş verilmezdi. Muazzam vilayetin hasılatını veganimetlerini alırlardı.

Hasan Fehmi Paşa “Ben 100,000 altına kadar namusluyum. 200,000 altın teklif ederlerse düşünürüm” diye latife edermiş.

Âlim adamla taş taşırım, cahil adamla yola gitmem.

Eskiden camiden önce hamam yapılırdı. Çünkü amelenin Allah’ın evini yaparken yıkanması gerekiyor. Sabahleyin amele gelir, gusleder. Akşamleyin döneceği zaman da yine hamamda yıkanır. İş başında gusullü ve abdestli olacak.

Mezar taşı namın kalsın diye değil, celb-i Fatiha için dikilir.

Adliye mazulleri Ayasofya Camii’nin avlusundaki kahvede otururlar. Mülkiye mazulleri Mahmud Paşa’daki sıra kahvelerde otururlar. Dilekçelerini Mahmud Paşa Camii’ndeki sandukanın içine koydururlar, ertesi gün alıp makama takdim ederler. Mutlaka da iş bulurlar. Zira an’ane üzere, Mahmud Paşa-yı Veli, devletin ebedi sadrazamıdır.

En çok tekke ve cami Üsküp’tedir.

Kadın iktisadi unsurdur, çalışmalıdır.

Konya’da, Sille’ye kim giderse azledilir şayiasıyla kimse gidemezmiş.

Daha çok inci varama yerim bitti.

#Ahmet Haluk Dursun
#Türk milleti
#Ahmet Süheyl Ünver
#Hayat Tarih Mecmuası
#Mehmed Vahdettin