1952 yılında Tokat'ta doğdu. İlk ve orta tahsilini memleketinde tamamladı. İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Yeni İstanbul, Tercüman, Hürriyet, Günaydın gazetelerinde çeşitli görevlerde bulundu. Biyografi araştırmaları ve çeşitli makaleleri Meşale, İnanç, Milli Kültür, Türk Edebiyatı, Kültür Dünyası gibi dergilerde yayımlandı. Tarih ve Düşünce dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Bu dergide neşrettiği “Kırkambar" ve “Ayaklı Kütüphaneler” başlığı altındaki yazılarıyla dikkat çekti. Yazarın, Osmanlı Tarihi, Şark Klasikleri ve biyografi sahasındaki çalışmaları devam etmektedir. Aynı zamanda dernek ve vakıflarda Osmanlıca dersleri ve kültür sohbetleri vererek bilgilerini gelecek nesillere aktarmaktadır.
İlim adamlarımızın; tarihçilerimizin ve sanat erbabının okullarımızda görevlendirilmesi, öğrencilere derslerinin yanı sıra milli ve manevi konularda da ufuk açıcı konuşmalar yapması güzel bir uygulamadır. Son günlerde Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet’le de işbirliği yaparak böyle bir faaliyete başladı. Lakin bu eğitim hizmeti Sözcü ve Cumhuriyet gibi gazetelerin köşe yazarlarını çok rahatsız etti. Bunlar her gün köşelerinde eğitim dinselleştiriliyor, laiklik elden gidiyor, tarikatlar ortalığı istila ediyor diye vâveyla koparıyorlar.
Geçen gün, Cumhuriyet yazarı Emre Kongar’ın “Milli Cehalet Eğitimi” başlığıyla yayımladığı yazıyı buna bir örnek olarak gösterebiliriz. Sayın Kongar, sözlerine “İktidar iş bilmediği, eğitimden anlamadığı, politikayı bilmediği için değil…
Çok iyi iş bildiği, eğitimden çok iyi anladığı, politikayı da çok iyi bildiği için…
Milli Eğitimi tarikatların dernek vakıflarına ve Diyanet İşleri Başkanlığının personeline havale etmiş durumda” diye başlıyor. Kültür tarihimizin ilgi çekici şahsiyetlerinden Sakallı Celal’i de düşüncelerine dayanak yapıyor. Kongar, Sakallı Celal’i bize şöyle tanıtıyor:
“ ‘Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür’ sözü bir halk filozofu olan ‘Sakallı Celal’e atfedilir.
Bu iktidar, Sakallı Celal’in söylediği türde bir eğitim yani ‘Cehalet Eğitimi’ yapmakta, çocuklarımızı eğitim yoluyla cahilleştirmektedir.
Bu vesile ile Sakallı Celal’i anımsayalım:
Sakallı Celal’in asıl adı Celal Yalnız’dır.
İkinci Abdülhamit’in Bahriye Nazırı Amiral Hüseyin Hüsnü Paşa’nın oğludur.
Hakkındaki bilgiler Orhan Karaveli’nin ‘Sakallı Celal, Bir Bilinmeyen Ünlünün Yaşam Öyküsü’ adlı kitaptadır. (Pergamon Yayınları,2004)
Galatasaray Lisesi’nde Tevfik Fikret’in öğrencisidir. Fikret’in ‘Hak bellediğin yola yalnız gideceksin’ dizesinde ifade edilen ilkeye uygun biçimde bağımsız, isyankâr ve yalnız bir hayat sürmüştür. Üsküp’te Fransızca öğretmenliği yapmıştır.
Ben Sakallı Celal’in kim olduğunu Üsküp göçmeni olan babamdan öğrenmiştim.
Rasih Nuri İleri, bir protesto için valilik binasının önünü süpüren ve bu nedenle çöpçü sandığı Sakallı Celal’in elini, hocası profesör Kerim Erim’in öptüğünü görünce şaşırdığını yazar.
Sakallı Celal, yazılı bir eser bırakmamıştır ama yakın arkadaşları onun adını bir efsane haline getirmişlerdir. Haldun Taner, Ali Sami Yen, Yusuf Ziya Ortaç, Ahmet Haşim, Nazım Hikmet, Ordinaryüs Profesör Ali Yar bu arkadaşlar arasındadır.
İktidar, bu ‘cahillik eğitimi’ ve bu ‘nüfus ithalatıyla’ ülkeyi Ortaçağ’a geri götürmeyi hedeflemektedir ama bu hedefi gerçekleştirdiği anda kendisinin de Ortaçağ karanlığında boğulacağının farkında değildir.” (Cumhuriyet 8 Aralık 2023)
Sakallı Celal’i bir de talebesi Mahir İz’in hatıralarından tanımaya çalışalım. Hocamız diyor ki:
“Mümeyyiz olan Celal Bey’in bana olan husumetinin şu hadiseden ileri geldiğini sanırım. Bize Fransızca dersine gelirdi; fakat derslerine muntazam devam etmez ya geç gelir veya hiç gelmediği olurdu. Bir gün dersimiz Fransızca olduğundan hoca gelmeyecek diye yine biz başka şeylerle meşguldük. Ben tahtaya her zaman olduğu gibi arkadaşlarımın arzusu ile bir beyit yazmış, okuyup izah ediyordum. Tam o sırada ayak sesleri işittiğimiz için derhal yerlerimize oturduk. Celal Bey, her zamanki gibi kolunda bir deste kitapla sınıfa girdi, kitapları masaya bıraktı, tahtaya bakıp henüz silmeye fırsat bulamadığım Muallim Naci’ye ait beyiti okudu ve ‘bunu kim yazdı?’ diye sordu. Arkadaşlar bana bakınca haliyle ‘Ben yazdım’ dedim. ‘Kimdir?’ dedi. ‘Naci’nin’ diye cevap verdim. ‘Başka adam bulamadın mı?’ deyince ‘Münevver, Fransızca bilen, açık fikirli bir adamdır’ diye cevap verdim. ‘Karanlığa doğru açık’ diye mukabelede bulundu.
Bu muhavere hoşuma gitmedi, ayrıca babamın Ankara kadısı olduğunu da biliyordu. Müftünün yeğeni ile bana karşı çok haşin tavırlar almaya başladı. Sebebi iki Müslüman çocuğu olup, dini inançlarımızın sağlam bulunuşundandı. Bizim de ona sırf bu yüzden antipatimiz vardı. ‘Sakallı Celal Bey’ diye meşhur olan bu Fransızca hocası Sultan Hamid’in Bahriye Nazırı Hüsnü Paşa’nın oğlu idi. Son derecede materyalist olup dindarlara musallattı.
Bir gün mektebin ihtiyar kapıcısı Boşnak Mehmet ağayla şöyle bir muhaveresi olmuş:
Mehmet Ağa, beni görüyor musun?
Evet müdür bey.
Ben var mıyım?
Evet, müdür bey
Ben de seni görüyorum, sen de varsın değil mi?
Evet müdür bey
Demek ki var olan görünüyor. Şimdi bana Allah’ı göster bakalım deyince Mehmet Ağa:
Tövbe, tövbe müdür bey diye kulübesine çekilmiş.
Bir kere de Kuyulu Kahve önünde eski nüfus müdürüne yine böyle nahoş bir söz söylemiş olacak ki, nüfus müdürü oturduğu iskemleyi kaptığı gibi Celal Bey’in başına geçirmek istemiş. Daha evvel yine bu mizacından dolayı Üsküp’ten, arkasından teneke çalarak kaçırdıklarını Üsküplü arkadaşlar anlatmışlardı.
Mektepte aynı zamanda müdir-i sâni, yani başmuavin olan bu zat, fizik ilmine meraklı olup Fransız İhtilalini ve Fransızcayı çok iyi bilirdi. Derse geç gelir, gelince de sohbetle vakit geçirir, alay eder, ders yapmazdı. Harb-i Umumi devam ederken bir gün demişti ki: ‘Tahtakurusu ile başa çıkamayan millet, İngilizlere harp ilan etti.’ Galatasaray Lisesi’nde okumuş çok zeki, sür’at’i intikal sahibi, hane-berduş, muayyen fikirler besleyen bir adamdı. Avurdundaki apseden dolayı sakal salıvermişti. ‘Sakallı Celal’ diye anılırdı. Kendi inancına göre haksız tanıdığı hususlar için herkesle kavga ederdi. Tatilde İstanbul’a gittiği zaman rapor üstüne rapor gönderir, kışa doğru gelirdi. Yaşayışı kimseye benzemezdi. Hemen hemen tanımadığı yoktu. Elini bir yere sürmez, bastonuyla kapı perdesini açar, odasında devrilmiş testiyi kaldırmaz, suya elini sürmez, kolonya ile temizlik yapardı. Sevdiğine kul köle olur, sevmediğine amansız düşman kesilirdi.
Fevkalâde hazırcevaptı. Kıyafet Kanunu’nun neşrinden bir müddet sonra tramvayda kendisiyle karşılaştım. ‘Efendim, bilmem dikkat ettiniz mi? İlmiye sınıfı şapka kanunundan sonra hep melon şapka giyiyorlar, içlerimde fötr giyen yok, acaba neden?’ deyince, hemen ‘Cami kubbesine benzediği için’ deyiverdi.
Yıllarca sonra Celal Bey’e bir gün Kadıköy vapurunda rastladığımda kendisine, ‘Sizi hâlâ huzura kavuşmuş göremiyorum. Siz ne istiyorsanız, ne düşünüyorsanız, hatta şimdiye kadar düşünemediklerinizin hepsini Mustafa Kemal Paşa yaptı. Neden hâlâ memnun değilsiniz?’ diye sordum. Bana, ‘Sen hiç tiyatroya gitmedin mi? Perde açılır, karyolaya uzanmış bir hasta görürsün. Başında ilaç veren bir de hemşire görürsün. Biraz sonra kulaklığını boynuna asmış beyaz gömleği ile doktor içeri girer, nabız yoklar, reçete yazar. Bu sahne nedir? Ortada ne hasta, ne hasta bakıcı, ne doktor vardır. Bunların hepsi bilirsin ki rolden ibarettir. İşte bizim Cumhuriyetimiz de ‘Yaşasın Cumhuriyet!’ rolünden ibarettir’ diye karşılık verdi. Hasılı, bazılarına göre ‘sosyal demokrat’ bir adamdı. Kendisi için ‘komünist’ diyenler de vardı. İhtimal ondan dolayı rejim düşmanı idi ki, böyle söylüyordu. Her şeyi kendi zaviyesinden görür, kendi inanmadığına ‘hak’ diyemez, kanaati aleyhinde bulunanlarla dövüşürdü.”
Ben de Celal Bey’in “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün” sözüne bir nazire yapayım: Koca koca eserlerini devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in yayımladığı İbnülemin Mahmud Kemal Bey, şu beyti söylüyor:
İlmine hükmettiren insana fartı cehlidir.
Ehl-i irfan cehlini âlim olunca anlıyor.
Bir hatırlatma da yazısını “Ortaçağ karanlığı” diye bitiren sayın Emre Kongar’a. Ortaçağ karanlığı Avrupa için söz konusudur. İslam dünyası, aynı çağda medeniyetin zirvesine tırmanmıştı. Bunu öğrenmek için sadece Alman asıllı Sigrid Hunke isimli yazarın “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” isimli kitabını okumak yeterlidir. (Altın Kitaplar Yayınevi Mütercim: Hayrullah Örs)
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
Allâh razı olsun
Hocam ellerinize sağlık, çok iyi bir yazı ve konu ele aldınız. her zamanki gibi referanslara dayanarak yazılarınız tam isabetli. Cumhuriyet gazetesi eski gazetelerden, Osmanlı’nın son dönemlerinde nasıl gavurun ağzıyla propaganda yaptığını iyi biliyoruz. Hala devam ediyorlar. Ama konu eğitim olunca, daha fena bir şekilde yorum yapıyorlar, bunu fark ettiniz mi bilmiyorum. Eğitim demek, gençlik demek, yeni nesil demek. Gençlere doğruyu öğretirsek nesil temiz olur, geçmişini bilen doğruyu yanlıştan ayıran bir nesil olur. Masonlar milli eğitim bakanlığa çok önem veriyorlar, çünkü çocuklarımıza yanlış tarih öğretilerek ve Batı eğilimli bir kültür ve referanslı ders vererek o tertemiz hafızlara kazarak dinsiz ve geçmişini bilmeyen bir toplum yetiştirmiş olursunuz. Cumhuriyet gazetesinde çalışanlar hangi ideoloji için kimin için çalıştıklarını herkes bilir. Neden çıldırıyorlar şaşırmamak lazım.
Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.
Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.