Kitapların efendisi: Ali Emiri Efendi

04:0021/01/2024, Pazar
G: 21/01/2024, Pazar
Dursun Gürlek

Millet Kütüphanesi’nin kurucusu ve ilk hafız-ı kütübü Ali Emiri Efendi’nin en büyük ve son derece takdire şayan iki büyük hizmetinden birincisi, kültür tarihimizin şaheseri olan Divanü Lügati’t-Türk’ü edebiyat dünyamıza kazandırmış olmasıdır. İkincisine gelince o da tam bir yazma eserler hazinesi olan Millet Kütüphanesini Türk milletine hediye etmesidir. Merhum, bu konuda öyle büyük bir hassasiyete sahipti ki, geleneğe uyularak, bu kitap hazinesine “Ali Emiri Efendi Kütüphanesi” denilmesi gerekirken

Millet Kütüphanesi’nin kurucusu ve ilk hafız-ı kütübü Ali Emiri Efendi’nin en büyük ve son derece takdire şayan iki büyük hizmetinden birincisi, kültür tarihimizin şaheseri olan Divanü Lügati’t-Türk’ü edebiyat dünyamıza kazandırmış olmasıdır. İkincisine gelince o da tam bir yazma eserler hazinesi olan Millet Kütüphanesini Türk milletine hediye etmesidir. Merhum, bu konuda öyle büyük bir hassasiyete sahipti ki, geleneğe uyularak, bu kitap hazinesine “Ali Emiri Efendi Kütüphanesi” denilmesi gerekirken öyle yapılmadı, “Millet Kütüphanesi” ismi tercih edildi.

Bu satırları yazarken aklıma geldi. Divan edebiyatımızın seçkin isimlerinden olup, “Revani” mahlasıyla şiirler kaleme alan Şüca, Sultan İkinci Bayezid’le Yavuz Sultan Selim’in hizmetinde bulundu.

Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman devrinde Ayasofya ve Bursa kaplıcalarının mütevelliliği (yöneticiliği) kendisine verildi. Revani, Kırkçeşme Mahallesinde kendi ismini taşıyan bir cami ve yanında da müdavimler ve acizler için odalar inşa ettirdi.

Rivayete göre Yavuz, bir gün oradan geçerken caminin kime ait olduğunu soruyor. Ayasofya Camii’nin mütevellisi Revani’nindir cevabını alan padişah, “Ayasofya camilerin en büyüğüdür. Onun mütevellisi her sene bunun gibi birçoklarını bina etse bile şaşırmamak gerekir!” cevabını veriyor. Bunun gibi, özellikle günümüzde inşa edilen millet kütüphanelerine de işte bu ilk millet kütüphanemiz ilham kaynağı olmuştur diyebiliriz.

Hayatını kitaplara, kitaplarını Türk milletine bağışlayan Ali Emiri Efendi, 1924 yılının Ocak ayında vefat etti ve vasiyeti üzerine Fatih Camii haziresine defnedildi. Kitabiyat dünyamızın bu seçkin ismi her yılın ocak ayında kabri başında düzenlenen mütevazı törenle anılıyor. Ruhunun şad olması için Kur’an tilavetiyle birlikte dualar okunuyor. Bu güzel geleneği, önceki hafız-ı kütüb Mehmet Serhan Tayşi gibi, şimdiki müdiremiz Melek Gençboyacı Hanım da büyük bir zevkle devam ettiriyor.

İçinde bulunduğumuz, daha doğrusu yeni girdiğimiz 2024 yılı merhumun vefatının yüzüncü yıldönümü olduğuna göre, bu kitapların efendisini bir kere daha hatırlamaya ve hatırlatmaya çalışalım. Hiç şüphe yok ki, Ali Emiri Efendi “muhibbânı kütüb”ün, hatta “mecânin-i kütüb”ün, yani kitap dostlarının ve kitap delilerinin en başında gelmektedir. Merhum hocamız Prof. Orhan Okay böyle insanlardan söz ettiği bir yazısında “iflah olmaz kitap hastaları” ifadesini kullanıyor. Böyle bir tecennün, böyle bir hastalık Mecnun’un Leyla’ya olan aşkını temsil ettiği için elbette ki hayranlık duyulması gereken bir özellik ve güzelliktir.

Ali Emiri’nin bu aşkı daha küçük bir çocukken başladı. Sabahlara kadar kitaplarla meşgul olduğunu, yorulup uykuya daldığı zaman ise rüyasında okuduklarını tekrar ettiğini, bu sebeple arkadaşlarının kendisinin yanında rahatça uyuyamadıklarını bizzat şöyle ifade ediyor: “Lamba kenarında kitap mütalaa ederken sabah olmak defaatle vâki oldu. Uyusam kimse yanıma yatamazdı. Okuduğum kitapları suret-i âleni ile (açıkça) tekrar edermişim!” Bu durumunu şu beyitle de dile getiriyor: “Gülşene gitsem de yanımda berâberdir kitâb / Uykuya varsam da dersim gösterir rüyâ bana.”

Ali Emiri Efendi’nin kitap tutkusu hakkında birçok yazı yayımlandı. Ünlü tarihçilerimizden Ahmet Refik Altınay bu minval üzere kaleme aldığı makalede şöyle diyor:

“Ali Emiri için hayat kitaptan başka bir şey değildi. Gayet sade yaşar. Kitap almak için nafakasını bile kesmekten zevk duyardı. Onun için aşk, saadet, hayat kitaplarıydı. Günlerini genellikle kitaplarını vakfettiği Millet Kütüphanesi’nde geçirir, daima ulema ve fuzala ile ünsiyet ederdi. Etrafına toplanan genç dimağların ülfet ve mesaisinden, kendisine karşı gösterdikleri saygılı tavırlardan son derece haz duyardı.”

Bu kitap âşığının mâşukuna duyduğu büyük ilgiyi nev’i şahsına münhasır üslubuyla ve olanca canlı tablolarıyla anlatan kalem erbabından biri de Mithat Cemal Kuntay’dır. Öyleyse bu sözümüzü isbat sadedinde kısa bir iktibasta bulunalım:

Namık Kemal ve Mehmet Âkif kitaplarının yazarı şöyle diyor:

“Otuz beş sene evvel Sahhaflar’da kitapçı dükkânında sükût ederek oturan bir adam görürdüm: Ali Emiri Efendi.

Ali Emiri Efendi, kitapçı dükkânında birini bekliyormuş gibi sokağa ait bir çehreyle otururdu. Halbuki onun beklediği şey dükkânın içindeydi. Kitap!.. Çünkü Emiri Efendi, kitapçı dükkânında saatlerce oturuyor demek, kitapçı bir gün evvel terekeden mutlaka bir yazma kitap aldı demekti. Çünkü Emiri Efendi bunu mutlaka duyardı.

Ve bu yazma kitabı Emiri Efendi ucuz almayı, kitapçı pahalı satmayı düşünür, ikisi de bu hırsları belli olmasın diye karşılıklı susarlardı. Nihayet kitapçı bir ‘define’ bulduğunu söyleyerek, Emiri’ye bir kitap uzatırdı. Fakat Emiri Efendi, ‘define’yi elinin tersiyle iterdi:

İstemem, bir eşi bizim kütüphanede var, derdi.

Bu cevabı kitapçı Emiri Efendi’ye yakıştıramaz, meslek namına kızardı:

Eşi kütüphanenizde varsa ne çıkar? Rıza Paşa hazretlerinin kütüphanesinde bir yazma kitaptan üç dört nüsha bulunur. (Hakikaten bu Rıza Paşa’nın bir yazma kitaptan üç, dört nüsha aldığı o kadar meşhurdu ki, biz çocuklar bile bunu bilirdik. Birini tezhibi için, birini yazısı için, üçüncüsünü de cildi için alıyordu)

Emiri Efendi bu sefer Rıza Paşa’nın kütüphanesine kızardı:

Rıza Paşa’nın kütüphanesi mi? Hangi kütüphane? O, Ahmet Vefik Paşa’nın kütüphanesini aldı. Toplamadı, hazır buldu.

Bu münakaşa bir kavga sesiyle başladığı halde kavga çıkmazdı ve Emiri Efendi yazma kitabı satın alıp giderdi. Sonra ikisi birbirlerinin arkalarından mahremâne eğlenirlerdi. Kitabı ucuz aldığı için Emiri Efendi kitapçının cehaletine, kitapçı pahalı sattığı için Emiri Efendi’nin saflığına gülerdi. Bu işin tatlı tarafıdır; bir de korkunç kısmı var.

Eğer bu yazma kitabı Emiri Efendi almamış da Halis Efendi almışsa, ertesi gün Emiri Efendi’den, bu Halis Efendi’nin mahrem rezaletlerini öğrenirdim: ‘Resmi kütüphanelerden kitap çalar’dı. Hazine-i Hassa’da müteahhitlere alacaklarını vermemek için abdestsiz namaza durur, öğle namazını ikindiye kadar bitirmezdi. Ben, zavallı Halis Efendi’nin bu cinayetlerine Emiri Efendi’nin nûrâni sakalından başka bir delil bulamayınca ‘yazma kitap’ denen şeyden korktum. Fakat Emiri o kadar temiz adamdı ki karar verdim: Ahlaksız değildi, hastaydı. Hani Milad’ın ikinci asrından beri kitapların adediyle beraber miktarı çoğalan hastalardan biri. Yalnız başka kitap hastalarının yanında Emiri Efendi ehvendi. Çünkü ona gelinceye kadar Avrupa’da neler vardı. Okuması, yazması olmadığı halde 52.500 kitap toplayan Kont Astreler... bir kitabı mezadda alamadığı için arkadaşını vuran Don Vensanlar…”

Mithat Cemal Kuntay ve diğerlerinin Ali Emiri’yle ilgili ilginç değerlendirmeleri “Ayaklı Kütüphaneler” isimli kitabımın sayfalarında yer alıyor. Bu yazıyı Kültür ve Turizm Bakanlığına bir tavsiye ile bitireyim. Ali Emiri’nin renkli hayatı, özellikle Kaşgarlı Mahmud’un şaheserini buluşu, kaliteli ve uzun soluklu bir film yapılırsa bakanlık, adına uygun önemli bir icraatta bulunmuş olur.

Not: Vefatının 100. yılı dolayısıyla Türk Edebiyatı Vakfı’nda Ali Emiri’yi anlatacağım (31 Ocak Çarşamba, saat 17.00).

#Edebiyat
#Aktüel
#Dursun Gürlek