Beyazıt Meydanı’nda yakılan tarih kitabı

04:009/06/2019, Pazar
G: 9/06/2019, Pazar
Dursun Gürlek

Birkaç yıl önceydi. Fatih Sultan Mehmed’i ve İstanbul’un fethini anlatmak üzere İstanbul’daki özel okullardan birine davet edildim. Bir saati geçen sohbetim esnasında bu büyük hükümdarın kıymetli hocalarına da - birkaç cümleyle de olsa - yer verdim. Konuşmamı büyük bir dikkatle dinleyen öğretmen arkadaşların arasında olup da en ön sırada yer alan sözüm ona diğer bir öğretmeni(!) gözüm hiç tutmadı. Kaykılarak oturan, sürekli sakız çiğneyen bu herif, sohbetin sonunda nasıl bir herif-i nâşerif olduğunu

Birkaç yıl önceydi. Fatih Sultan Mehmed’i ve İstanbul’un fethini anlatmak üzere İstanbul’daki özel okullardan birine davet edildim. Bir saati geçen sohbetim esnasında bu büyük hükümdarın kıymetli hocalarına da - birkaç cümleyle de olsa - yer verdim. Konuşmamı büyük bir dikkatle dinleyen öğretmen arkadaşların arasında olup da en ön sırada yer alan sözüm ona diğer bir öğretmeni(!) gözüm hiç tutmadı. Kaykılarak oturan, sürekli sakız çiğneyen bu herif, sohbetin sonunda nasıl bir herif-i nâşerif olduğunu bana yönelttiği soruyla göstermiş oldu.



Anlattığım konuyla hiçbir ilgisi bulunmayan ve tamamen kast-ı mahsusla yöneltilen soru şuydu. Hoca, bu kadar konuştun, hiç Atatürk’ten bahsetmedin? Kötü niyet taşıdığını, dolayısıyla kötü adam olduğunu daha işin başında anladığım bu zata; efendi, konumuz Fatih ve İstanbul’un fethi, Atatürk’le ne ilgisi var demeyi bile zaid bularak sükut ile cevap verdim. Bu tavrım onu fena halde rahatsız etmiş olmalı ki, program bitmeden salonu terketti. Sohbetten sonra okulun yöneticileri yanıma gelip duydukları üzüntüyü belirterek özür dilediler. Ben de özür dilemeye gerek olmadığını, bu türlü parazitlere arada bir şahit olduğum için alıştığımı dile getirerek onları rahat ettirmeye çalıştım.

Efendim, bu mukaddimeyi, bir tarih kitabının, Atatürk’ten hiç bahsetmediği gerekçesiyle nasıl yakıldığını anlatmak için yaptım. Kütüphanemde takım halinde bulunan ve 1950’li yıllarda yayımlanan “Yirminci Asır” dergisinin altıncı cildini gözden geçirirken “Bu, Nasıl Kitap? Bu Nasıl Tarihçi?” başlıklı yazı dikkatimi çekti. Bu kitabın nasıl bir kitap, bu tarihçinin nasıl bir tarihçi olduğunu ben de merak ettiğim için yazıyı herhalde bir şeyler öğrenirim diye derhal okudum.

Esefle belirteyim ki, meşhur edebiyatçılarımızdan Behçet Kemal Çağlar, merhum tarihçimiz İsmail Hami Danişmend’e ve dört ciltlik “Osmanlı Tarihi Kronolojisi” isimli kıymetli eserine veryansın ediyor. Çünkü yazarın kendi ifadesiyle “İsmail Hami Danişmend adında biri” yazdığı tarih kitabında Atatürk’ten hiç söz etmiyormuş. Zaten bu zat, Anadolu’da doğmayan her insanı “devşirme” diye yaftalayıp keyfi hükümler veriyormuş. Böylece şunu bunu küçültmeye çalışıyormuş. Kaleme aldığı kitap da, birçok büyük adamımızı hiçe sayan, ordularımızı yer yer korkaklıkla kötüleyen acayib bir esermiş.

Behçet Kemal Çağlar, bunlarla da yetinmeyip Danişmend’in şairliğini de diline doluyor. Bu adam bir zamanlar edebiyat sahasına da musallat oldu diyerek sözü meşhur “Rabia Hatun ve Şiirleri” konusuna getiriyor ve merhumu sahtekarlıkla suçluyor. Bu hususta daha bir hayli söz söyledikten sonra İsmail Hami Bey’in Sivas Kongresi sırasında Atatürk’e sokulup yaranmaya çalıştığını, sonra bazı zabıtlarla kaçıp İstanbul’un o zamanki hain hükümetine sığındığını iddia ediyor. Behçet Kemal Çağlar, eskilerin “türrehat” dedikleri saçma sapan sözlerine bir süre daha devam ettikten sonra hükmünü şöyle veriyor. Atatürk’ten bahsetmeyi zül kabul eden böyle bir adamın kaleme aldığı tarih kitabının hiçbir değeri yoktur.

Garabete bakınız ki, bu yazının neşredildiği derginin de, İsmail Hami’nin kitabını yayımlayan Türkiye Yayınevi’nin sahibi Tahsin Demiray’la yakın ilişkisi vardır. Behçet Kemal Çağlar işin bu yönünü de bildiğinden aşağıdaki cümleleri de kaleme almayı ihmal etmiyor:

“Biz Türkiye Yayınevi sahibinin vatanperverliğinden, kadirbilirliğinden eminiz. Atatürk’ü bir genç Türk ve bir dürüst insan olmak haysiyeti ile, hürmet ve muhabbet ile andığına da şahit olmuşuzdur.

Koca bir tarih kitabını yayınlarken Cumhuriyet ilanına gelindiği halde Mustafa Kemal’in adının bir tek defa dahi geçmediğini fark edince nasıl azap ve ıstırap duyacağını kestiriyoruz. Onun için biz, bu kitaptan ziyade, bu kitabı kaleme alan adamın zihniyetine duyduğumuz tiksintiyi anlatmak için bu satırları yazıyoruz!”

Bu satırları yazan Behçet Kemal Çağlar işi kurnazlığa vurup, Tahsin Demiray’ın konuyla ilgili açıklamalarını görmemezlikten, duymamazlıktan geliyor. Halbuki merhum Demiray, 4 cild halinde yayımladığı ve müellifinden (müverrihinden demeliydim) sitayişle bahsettiği eserin birinci cildinin baş tarafına koyduğu “İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi ve Müellifi Hakkında” başlıklı makalede bu mevzuya tam bir açıklık getirip işin Behçet Kemal’in dediği gibi olmadığını ifade ediyor. Makalemin hacmini zorlayacağı için, Tahsin Demiray’ın “İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi” hakkındaki izahını adı geçen ciltteki mukaddimeye havale ediyor, sadece birkaç cümlesini aşağıya alıyorum:

“Muhterem okuyucu, mesele aslında son derece basit ve tabii idi. Osmanlı olarak başlayan bir kronoloji, Osmanlı olarak bitirilmek istenilmişti. Bu görüş ve istek kitabın sonunda bir çerçeve içinde açıklanmış bulunuyordu. Dünyamızın dağdağasından çoktan uzaklaşmış ve vatan topraklarına uzanıp ebedi uykusuna dalmış bulunmaktadır. Fakat muhakkak ki, az veya çok vazife yapmış olmanın huzuru ile…”

Tahsin Demiray’ın sözünü ettiği çerçeve içindeki açıklamayı da sizlere nakletmezsem bu yazı eksik kalır. Öyleyse onu da iktibas edeyim.

Dördüncü cildin sonunda yer alan çerçeveli yazı şöyle:

“Osmanlı Devleti’nin sona eriş yılları içinde yeni devletimizin kuruluş hareketleri tam bir ihtilaf halinde bulunduğundan, yeni devletin izahlı bir kronolojisinin ise ayrıca ve bir an evvel yapılması gerektiğinden ve hiç şüphesiz yapılacağından bu eserin son yılları içinde yeni doğuşun verilmesi, gerekli teferruatın o esere bırakmayı daha uygun gördük. Bu suretle hazin bir kapanışla, aydınlık bir başlangıcı karıştırmak istemedik. İşte bundan dolayı menakıbinden bahsedilmemiş olan yeni Türkiye’nin kurucusu ATATÜRK’ün adını burada hürmetle yad etmeyi vazife biliriz.”

Kısaca söylemek gerekirse, Behçet Kemal Çağlar gibi, devrin birkaç yazarı daha konuyu gündeme taşıyınca İsmail Hami Danişmend’in yıllarını verdiği bu önemli eseri, 1950’li yılların ortasında, Bayezid Meydanı’nda devrimci ve ilerici gençler tarafından yakılıyor. Böylece “İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi” de, tarih boyunca ateşe verilen kitaplar listesine girmiş oluyor.

İsmail Hami Bey’in Şişli’deki evinde tertiplediği “Cumartesi Toplantıları”na katılan, hatta bir süre beraber yayın faaliyetinde bulunan merhum Ergun Göze Ağabeyimiz de, “Gözümle ve Gönlümle Tanıdıklarım” isimli kitabında, “İsmail Hami Danişmend Yahut Rabia Hatun” başlığıyla yer alan makalede sözü bu konuya getirip şöyle diyor:

“Tabii bu toplantıların merkezi kendisi idi. Konuşmaları o sevk ve idare ederdi. Salonda bana büyük bir ıstırapla gösterdiği bir cam kap içindeki küllerdi… Bu küller, o zamanın ilerici gençleri tarafından yakılan Osmanlı Tarihi Kronolojisi kitabının külleri idi. O da almış, külleri salonda gelen geçene ilerici gençlerin ‘vandalizminin’ delili olarak gösteriyordu.”

Efendim, bu külleri, bendeniz de bizzat gördüm. Ancak İsmail Hami Bey’in elinden değil, eşinin elinden müşahede ettim. “Maziye Bir Bakıver” isimli kitabımda da kaydedildiği üzere, yanılmıyorsam doksanlı yılların sonuna doğru bir gün, İsmail Hami Danişmend Bey’in Beşiktaş Serencebey’de oturan zevcesi İclal Hanım’ı ziyarete gitmiştim. Hanımefendi bir ara sohbete ara verip ve kucağındaki kediyi usulca yere koyup diğer bir odaya gitti. Oradan getirdiği bir cam kavanozu göstererek, “İşte, Hami Bey’in yakılan kitabının küllerinden bir nümune!” dedi. Bu dehşetli manzara karşısında yakıcılara, yıkıcılara bir kere daha lânet ettim.

Ol hikâyet bu kadar!..

#Yirminci Asır
#Behçet Kemal Çağlar
#İsmail Hami Danişmendi
#Osmanlı Tarihi Kronolojisi
#Atatürk
#Bayezid Meydanı