Bayram düşünceleri

04:002/06/2019, Pazar
G: 2/06/2019, Pazar
Dursun Gürlek

Her Müslümanın gerek Ramazan Bayramı’yla, gerekse Kurban Bayramı’yla ilgili canlı hatıraları vardır. Bu hatıraların en ilgi çekici bölümlerini hiç şüphe yok ki çocukların, o masum yavruların bayram anıları teşkil etmektedir.Her Müslüman evladı gibi ben de bayram sevincini, bayram coşkusunu daha küçük bir çocukken yaşadım. Teravih namazlarında olduğu gibi bayram namazlarında da bu hazzı duydum. Biz çocuklar için bayram neşesi, bayram namazıyla birlikte başlıyordu. Namazın bir an önce bitmesi için

Her Müslümanın gerek Ramazan Bayramı’yla, gerekse Kurban Bayramı’yla ilgili canlı hatıraları vardır. Bu hatıraların en ilgi çekici bölümlerini hiç şüphe yok ki çocukların, o masum yavruların bayram anıları teşkil etmektedir.



Her Müslüman evladı gibi ben de bayram sevincini, bayram coşkusunu daha küçük bir çocukken yaşadım. Teravih namazlarında olduğu gibi bayram namazlarında da bu hazzı duydum. Biz çocuklar için bayram neşesi, bayram namazıyla birlikte başlıyordu. Namazın bir an önce bitmesi için sabırsızlanıyorduk. Camiden çıkar çıkmaz kabristanın yolunu tutan kalabalığı görmek, mezarlıkta Kur’an okuyan, dua eden büyüklerimizi seyretmek bayram sevincini – kısa bir süre olsa bile – hüzne dönüştürüyorsa da bu, fazla uzun sürmüyordu. Kabir ziyaretini müteakip alelacele yapılan kahvaltıdan hemen sonra harekete geçiyorduk. Bayram gezmelerine, el öpme fasıllarına işte böyle erken bir vakitte başlıyorduk. Çünkü gideceğimiz ev, öpeceğimiz el sayısı hayli fazlaydı. Önce annemizin, babamızın ve diğer aile büyüklerimizin ellerini öptükten sonra işe komşulardan başlayıp bütün bir köyü dolaşıyorduk. Girdiğimiz her haneden hem gülümseyen bir yüzle hem de çeşit çeşit hediyelerle çıkıyorduk. Bu hediyelerin asıl malzemesini leblebi teşkil ediyordu. Leblebi de kırık leblebi, kabalak leblebi olmak üzere iki türlüydü. Kırık leblebi verenler, hatırımızı biraz kırıyorlardı ama bayramın hatırına bir şey demiyorduk. Zaten kabalak leblebi verenlerin sayısı daha fazlaydı. Bu bayram gezmeleri esnasında mendil ve para verenler de vardı ama bunların sayısı azdı. Kısacası, saatler süren bu bayram ziyaretlerinden sonra dolu dolu ceplerle, türlü türlü yemişlerle, bir hayli harçlıkla evlerimize dönüyorduk. Mutluluk gözlerimizden akıyordu. Yeni ayakkabılarımızın, taze elbiselerimizin yanısıra topladığımız bu nevaleler de sevincimizi, neşemizi daha da artırıyordu.

Bayramın diğer bir özelliği de, duyulan büyük sevinci, ortak sevinç haline getirmektir. Tabii ki bu da paylaşmak suretiyle olur. İsterseniz buna dair Efendimiz’in hayatından bir örnek vereyim.

Resul-ü Ekrem, bir gün Mescid’in avlusunda bulunduğu sırada, kendisine bir sepet turfanda hurma ikram ediyorlar. “Buyur, ey Allah’ın Resulü! Mevsimin ilk hurması!” diyorlar. Efendimiz, takdim edilen sepete bir süre tereddütle baktıktan sınra şöyle soruyor:

“Komşularımız da şu anda böyle taze hurma yemeye başladılar mı?” İkramda bulunan zat: “Hayır, henüz kimsenin bahçesinde hurma olgunlaşmadı. Bizim bahçenin bir özelliği var. Mevsimin ilk hurması benim bahçede olgunlaşır. Ben de bu hurmayı herkesten önce tatmanız için size getirdim.”

Resul-ü Ekrem Efendimiz, çevresine şöyle bir bakınca oyun oynayan çocukları görür. Mübarek parmağıyla işaret ederek, “Hayır, ben yiyemem. Götür, bu taze hurmayı şu çocuklara ver” buyurur. İkramda bulunan zat, “Ey Allah’ın Resulü, bunda herhangi bir haram şüphesi yoktur. Benim bahçemin meyvesidir” dese de Peygamberimiz kabul etmeyip buyurur ki, “İkramınız olan bu hurmayı kabul etmeyişim onun haram olma ihtimalinden dolayı değildir. Ben komşularımızın henüz yemediklerini yiyerek, giymediklerini giyerek onlardan farklı bir konuma gelerek yaşamak istemiyorum. Ne zamanki çevremde bulunan konu komşu hurma yemeye başlar, işte o zaman ben de onlarla birlikte bu taze hurmalardan yerim. Böylece onlardan ayrılmamış olurum.”

Efendimiz bu tavrıyla bize iki mesaj veriyor. Her zaman olduğu gibi bayramlarda da konu komşu daha fazla gözetilmeli, eşitlik esasına dikkat edilmelidir. Büyüklere olduğu gibi küçüklere de ikramda bulunmak İslam’ın tavsiye ettiği güzel ahlakın gereklerinden biridir. Çocukları koruyup gözetmek, onlara ikramda bulunmak, şefkatli ve merhametli davranmak elbette ki takdire şayandır.

Asr-ı Saadet kaynaklı bayram neşesine – müsaadenizle – bir örnek daha vermek istiyorum:

İslam tarihinde kaydedildiğine göre, bir bayram günü Habeşli gençler, Efendimiz’in Hane-i Saadet’inin (kutlu evinin) önünde kılıç kalkan oyunu oynamaya başlıyorlar. Pencereden oyun oynayan gençleri gören Peygamberimiz Hazret-i Âişe validemizi yanına çağırıyor. Annemiz de Resulullah’ın omuzundan uzanıp bakarak oyuncu çocukları seyrediyor. Ve Efendimiz, Hazreti Aişe, yeter deyinceye kadar bekliyor.

O güzel günlerin güzelliklerini yansıtan canlı tablolar tabii ki verdiğimiz bu iki örnekten ibaret değil, İslami kaynaklar gözden geçirilirse, daha böyle nice çarpıcı, neşe verici, insana gerçek anlamda bayram ettirici sahnelerle karşılaşabiliriz.

Bayram sevincini yansıtan diğer bir menkıbe de şöyle:

Bayram günü güler yüz göstermek neşelenmek İslam şiarındandır. Hz. Ebubekir diyor ki: “Bir bayram günü kızım Âişe’nin odasına vardığımda iki cariye ellerinde defter olduğu halde, İslam kahramanlarına ait beyitler söylüyorlar, el vuruyorlar, def çalıyorlardı. Onların medhine dair kasideler söylüyorlardı. Keza onların kahramanlıklarını dile getiren beyitler okuyorlardı. Resulullah da oradaydılar. Elbisesine, bürünmüş, yüzünü örtmüş ve sedire uzanmıştı. İçeri girdiğimde def çalan, kaside okuyan kadınlara engel olmak istediğimde Efendimiz yattığı sedirden doğrulup mübarek yüzünden örtüyü kaldırdı. Bana hitaben: “Yâ Eba Bekir! İlişme onlara. Bırak def çalıp eğlensinler. Bugün bayramdır. Bugün sevinç ve sürur günüdür. Her kavmin, her dinin bayramı vardır. Bugün de bizim bayramımızdır. Bizim bayramımızda sevincimizi belli etmek şeair-i İslam’dandır” buyurdular. Bu kıssa “Şerh-i Mişkat” ve “Tac” isimli hadis kitaplarında yer almaktadır.

Yılda iki defa değil de, her gün bayram havası teneffüs etmek isteyen Müslümanın tabii ki İslami bir hayat yaşaması gerekiyor. Böyle olunca, deliye değil, akıllıya her gün bayram diyebiliriz. Unutmayalım ki, Müslümanın üç büyük bayramı vardır. Birincisi, ömrünü imanlı olarak bitirmesi, ikincisi, cennete girmesi, üçüncüsü de Cemalullah ile şereflenmesidir.

Dini bayramlarımızın manevi güzelliği, kalem erbabını da harekete geçirdiği için ortaya bir de “Bayram Edebiyatı” çıktı diyebiliriz. Ünlü edebiyatçılarımızın bayramlarla ilgili yazıları bu türün en canlı örnekleri olarak arz-ı endam ediyor. Sadece edebiyatçılar değil, tarihçiler de bayram kültürüne büyük katkıda bulundular. Eski İstanbul Ramazanlarının yanısıra, eski İstanbul bayramları hakkında da birbirinden güzel makaleler kaleme aldılar. Ramazan ve bayram edebiyatının canlı tablolarını yakından görmek isteyen dostlarıma, acizane kaleme aldığım “Dersaadet’te Ramazan Akşamları”, “Dersaadet’de Bayram Sabahları” isimli eserlerimi tavsiye ederim.

Bu vesileyle bütün İslam âleminin, özellikle de siz kıymetli okuyucularımın bayramını tebrik ediyor, hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum.

#Ramazan Bayramı
#Kurban Bayramı
#Resul-ü Ekrem Efendimiz