Yeni Şafak

Asr-ı Saadet’ten bir ibret tablosu

01:007/07/2019, Pazar
G: 7/07/2019, Pazar
Dursun Gürlek

Üç “Abdurrahman” gerek kaleme aldıkları eserleriyle gerekse ahlak ve faziletleriyle benim ilgi alanıma giriyor. Bunlar kimdi diye sorarsanız hemen cevaplandırayım. Abdurrahman Şeref Laç, Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı, Abdurrahman Şeref Efendi… Bunların birincisi olan Abdurrahman Şeref Laç, işinin ehli, mesleğinin âşığı bir avukattı. Bediüzzaman Said Nursi, Necip Fazıl Kısakürek gibi değerli şahsiyetlerin avukatlığını yapmıştı. Ayrıca bazı eserler de kaleme aldı ki, bunların en önemlisi adalet timsali

Üç “Abdurrahman” gerek kaleme aldıkları eserleriyle gerekse ahlak ve faziletleriyle benim ilgi alanıma giriyor. Bunlar kimdi diye sorarsanız hemen cevaplandırayım. Abdurrahman Şeref Laç, Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı, Abdurrahman Şeref Efendi… Bunların birincisi olan Abdurrahman Şeref Laç, işinin ehli, mesleğinin âşığı bir avukattı. Bediüzzaman Said Nursi, Necip Fazıl Kısakürek gibi değerli şahsiyetlerin avukatlığını yapmıştı. Ayrıca bazı eserler de kaleme aldı ki, bunların en önemlisi adalet timsali Hazreti Ömer hakkındaki kitabıdır.


Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı, eski İstanbul müftüleri içinde şiire ve edebiyata en fazla ilgi duyan bir kimseydi. Bu muhterem zatın yayımlanmış birkaç şiir kitabı da var.

Kendisini yetmişli yıllarda, Cağaloğlu’ndaki bürosunda ziyaret etmiş ve elini öpme şerefine nail olmuştum. Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı, kısaca söylemek gerekirse hem adı gibi şerefli, hem de soyadı gibi güzel yazıcı bir insandı. Onun hutbelerini bir araya getiren kitabı da, hemen belirteyim ki, din görevlilerimiz için önemli bir kaynaktır.

Abdurrahman Şeref Efendi’ye gelince, o da taşıdığı isme ve unvana layık önemli bir şahsiyettir. Bu zat, hem Osmanlı Devleti’nin son vak’anüvisidir hem de tam bir Osmanlı Efendisi’dir. Eserlerinin hepsi değerli olmakla beraber, özellikle Sultan Abdülhamid Han’ın tahttan indirilişini anlatan kitabı tam bir ibret tablosudur. Öyleyse bu ünlü tarihçimizi biraz daha yakından tanımaya çalışalım.

Abdurrahman Şeref Efendi, 1853 yılında İstanbul’da doğdu ve 1925 senesinde yine bu şehirde Hakk’a yürüdü.

Aslen Safranbolulu olan Tophane mümeyyizlerinden Hasan Efendi’nin oğludur. Eski adı “Mekteb-i Sultani” olan Galatasaray Lisesi’nde okudu. Muhtelif okullarda ders verdi. Ayrıca Mülkiye Mektebi’nde on altı yıl, Galatasaray Lisesi’nde on dört yıl müdürlük yaptı. 1908 inkılabından sonra Defter-i Hâkâni Nazırı, Âyân Âzası, üç defa Maarif Nazırı, yani Milli Eğitim Bakanı, Evkaf Nazırı, yani Vakıflar Bakanı, 1919’da Şurayı Devlet Reisi, yani Danıştay başkanı oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi ikinci devresine, İstanbul mebusu olarak girdi. Mebusluğu sırasında hastalanıp İstanbul’a geldi ve Gureba Hastahanesi’nde vefat etti.

Siyasi hayatında kayda değer bir hizmeti yok ise de, dersleriyle uzun süre memleket irfanına hizmet etti ve bir çok değerli talebe yetiştirdi. Tarihin, bilhassa Osmanlı devrine ait kısmında ihtisası vardı.

Meşrutiyetten bir süre sonra vak’anüvislik görevine getirildi. Aynı zamanda ilk defa teşkil edilen “Tarih-i Osmani Encümeni”nin başkanı oldu. İki ciltlik “Tarih-i Devlet-i Osmaniye” isimli eseriyle yine tarihe, coğrafyaya ait ders kitapları da kaleme aldı. Uzun yıllardır hazırladığı tarihle ilgili esaslı ve hacimli kitabının Galatasaray yangınında yandığı rivayet ediliyor. “Tarih Müsahabeleri” isimli eseri, derslerindeki sevimli anlatışını, tarih vak’alarını kavrayışını, tahlil ve terkip kudretini göstermesi bakımından son derece kıymetlidir. İşte, İbrahim Alaaddin Gövsa, “Türk Meşhurları”nda Abdurrahman Şeref Efendi gibi bir müverrihi böyle tanıtıyor.

Benim, defalarca okuduğum ve öğrencilerime de tavsiye ettiğim “Tarih Müsahabeleri”, sohbet tadında yazıldığı için doğrusu büyük bir önem arzediyor.

Bu eserde yer alan ve Asr-ı Saadet’de geçen bir ibret tablosunu – teberrüken – bendeniz de sizlere nakledeyim ki sözümüze hitamü’l-misk olsun.

Abdurrahman Şeref Efendi diyor ki:

“Bilindiği gibi, Hicretin on birinci yılında, Rebiülevvel ayından önce Efendiler Efendisi hastalandı. Bir müddet sonra ahiret âlemine göç zamanının yaklaştığı anlaşıldı. Bununla birlikte yine Mescid-i Şerif’e geliyor, cemaate imamlık yapıyordu. Vefatına üç gün kala hastalığı şiddetlendi. Artık mescide çıkamadı ve imamlığa Hazreti Ebu Bekir vekalet etti. Mescide geldiği günlerde çoğu zaman minbere çıkıyor. Muhacirlerle Ensar’a güzel güzel nasihatler ediyor, bütün ümmetine güzel ahlak ve salih amel tavsiye ederek hayır duada bulunuyordu.

Bir defasında amcazadeleri Fazıl bin Abbas ve Ali bin Ebi Talib, koltuğuna girip minbere çıkardılar.

Resul-ü Ekrem Efendimiz, ashabından haklarını helal etmelerini istedi ve şöyle dedi:

* Ey insanlar! Kimin arkasına vurmuşsam, işte arkam, gelsin vursun, ödeşmiş olsun. Kimin alacağı varsa, işte malım, gelsin alsın.

Bunun üzerine adamın biri, kendisinden üç dirhem alacağının olduğunu iddia edince derhal onu ödedi. Sonra Ükkaşe ayağa kalkıp:

* Yâ Resulallah! Filan savaşta, filan gün benim devem, sana ait devenin yanına yaklaştı. Senin deveye kamçıyla vurduğun darbe bana isabet etmiş ve canımı çok yakmıştı. Şimdi kısas isterim, dedi. Bu söz üzerine Ashab-ı Kiram müdahale ederek:

* Yâ Ükkaşe! Görmüyor musun ki, Resulullah dermansızdır. Dayak yemeye takati yoktur. Sen bu kısastan vazgeç, diye ricada bulundular.

Hazreti Osman, arkasından Abdurrahman bin Avf, kısası bağışladığı takdirde kendisine yüz deve hediye edeceklerini söylediler.

Hazreti Ali: “Yâ Ükkaşe! İstersen bana yüz değnek vur. Resulullah’ın gücü, kuvveti yoktur diyerek orada bulunanların duygularına tercüman oldu. Fakat Ükkaşe ısrar etti. Bunun üzerine Cenab-ı Peygamber ashabına: “İlişmeyin, vursun ve hakkını alsın” buyurdu. Ükkaşe’nin: “Ya Resulallah! Sen, benim çıplak tenime vurmuştun. Halbuki senin arkanda hırka var, demesi üzerine Fahr-i Kainat Efendimiz gömleğini kaldırıp mübarek vücudunu açtı.

Ükkaşe, bütün bütün ileri giderek: “Yâ Resulallah! Sen, Hayzeran çubuğundan üzeri örmeli sert bir kamçı ile vurmuştun. Benim de sana öyle bir kamçı ile vurmam gerekir, demesi üzerine Efendimiz, Hücre-i Saadet’de bulunan o kamçıyı getirdiler. Bu arada Ashab-ı Kiram’ın söylenmeleri arttı ve heyecan dalga dalga yayılmaya başladı. Fakat Resulullah, iddia sahibinin, bu dünyada hakkını almasını, ahirete kalmasına tercih ettiği için Ükkaşe’nin hareketini beklemeye başladı.

Taberi Tercümesi, olayın gerisini şöyle anlatıyor:

Ükkaşe, Sultan-ı Enbiya Efendimiz’e yaklaşır yaklaşmaz derhal kamçıyı elinden attı. Yüzünü, Resulullah’ın mübarek tenine sürdü. Yüksek sesle ağladı. Efendimiz’in de gözlerinden yaş geldi. Cümle halk, öyle ağlaştı ki, mescid adeta inledi. Sanki zelzele oluyormuş gibi sesler göğe yükseldi. Ükkaşe, bir süre yüzünü Peygamberimiz’in mübarek teninden ayırmadı. Öptü, kokladı; yine öptü, yine kokladı. Fahr- i Âlem Efendimiz, bu hareketinin sebebini sorduğu zaman ise şöyle dedi:

* Yâ Resulallah! Artık bundan sonra seni göremeyeceğim diye korktum. Bugün sana veda etmeyi diledim. Cenab-ı Hakk, cehennem ateşini tenime haram etsin diye yüzümü mübarek tenine sürdüm!

Peygamberin Vücud-u Şerifi’ne yüzünü süren Ükkaşe’nin ayakları altında sürünmeyi şeref telakki ederim.

#Abdurrahman Şeref Laç
#Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı
#Abdurrahman Şeref Efendi
#Bediüzzaman Said Nursi
#Necip Fazıl Kısakürek
Yorumlar

Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.

Henüz yorum bulunmuyor

İlk yorumu siz yapın.

Kapat

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.