Ortadoğu bir sonuçtur, bu sonucu sebepleri anlamadananlayamayız, sebepler üzerinden bugün sonuç haline gelmiş Ortadoğu’ya varalım.
Ortadoğu kavramı, coğrafi değil siyasi bir kavramdır ve bölge dışındaki güçlerin oluşturduğu bir kavramdır.
Ortadoğu’nın sınırları yoğunluklu olarak 1. Dünya Savaşı sonrasında dönemin egemen güçleri olan İngiltere ve Fransa tarafından şekillendirilmiştir.
2. Dünya Savaşı sonrası ise bölgedeki egemen güç ABD’dir. Fransa ve İngiltere’nin savaştan güçsüz çıkması, bölgedeki petrolün önemi, SSCB’nin bölgedeki etkinliğini arttırması gibi sebepler, ABD’nin bölgeye müdahil olmasında etkili olmuştur.
Soğuk Savaş dönemi ve 1991’de Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle bölgedeki bir diğer kırılma yaşanmış, Saddam’ın Kuveyt’i işgali, ABD’nin bölgeye iyice yerleşmesi sonucunu doğurmuştur.
Soğuk Savaş döneminde ABD dış politikası, Komünizm’e karşı savaşmak üzerineydi. Soğuk Savaş sona erince ABD, “Ortadoğu ülkeleri tehdidi” üzerine bir dış politika izlemeye başladı. Irak ve İran’ı Ortadoğu’daki istikrara yönelik tehdit edici faktörler olarak tanımladı. ABD’ye göre bu devletler, kitle imha silahları üreten, terörizmi destekleyen devletlerdi, ABD bu ülkelere isim de bulmuştu: “Haydut Devletler”
ABD, Körfez Savaşı ile birlikte bölgedeki etkinliğini arttırdı. “Suudi Arabistan’a 1.500 uçak ile 500.000 asker gönderdi, Akdeniz’i Basra Körfezi’ni ve Hint Okyanusu’nu uçak gemileriyle doldurarak askeri güç sergiledi.
Körfez Savaşı’nın bir diğer sonucu da İran’ın buradan güçlenerek çıkmasıydı. Bölgedeki iki rakip güç olan Irak ve İran arasında, Irak’ın “kaybetmesi”, İran’a olumlu yönde etki yaptı. Ancak ilerleyen zamanda “İran şeytanlaştırılarak” bölge politikası şekillendirildi.
Körfez Savaşı bir diğer yönden de bölgede mezhepsel ayrılıkların derinleşmesine sebep verdi. Bu derinleşme ileride DAEŞ’i doğuracak bir ortamın da kısmen zeminini oluşturdu.
11 Eylül’le birlikte ABD, bölgenin “terörizm” ortamı olduğunu iddia etti ve bölgede etkinliğini bu argüman üzerinden arttırmaya koyuldu. Ancak ABD bu konuda başarılı olamadı, bu süreçte Rusya ve Çin güçlerini arttıran iki ülke olarak sahneye çıktı.
Bush Dönemi politikaları çerçevesinde Ortadoğu’daki otoriter rejimleri devirmek için çok büyük kaynaklar ayrıldı, bundaki amaç “demokrasi yanlısı unsurları” devirmek, İslamcı yapıları marjinalleştirerek tasfiye etmekti. Ancak Irak Savaşı’nın sonuçları bölgede ABD’ye yönelik tepkiyi arttırdı, Obama böyle bir dönemde başkan seçildi.
Bush dönemi sonrası Obama döneminde ise ABD’nin bölgeye yönelik sert politikaları değişim göstermeye başladı.
ABD’nin uluslararası ortamda üstlendiği rol “demokrasiyi yayma” politikasıydı. Bunun altında yatan temel etken ise “insanlık tarihi boyunca denenmiş en iyi yönetim biçimi olan liberal demokrasiyi” tüm dünyaya yayma gereğine olan inançlarıydı. Fiyaskoyla sonuçlanan bu iddianın bedelini şimdilerde tüm dünya “terör olayları” ile ödüyor.
Obama döneminde de ABD’nin küresel sistemin lideri olma arzusu devam etti, Ortadoğu politikaları bu yönde ilerledi. Ancak Obama, Bush’a oranla daha “yumuşak” bir politika izleyeceğini iddia ediyordu. İran ile sorunları minimize etme, nükleer silahlanmaya yönelme, işkenceyi önleme, Guantanamo’yu kapatma gibi vaatler ortaya kondu. Tabi bu politikaların hiçbirisi uygulanmadı.
İlerleyen süreçte “Arap Baharı”nın patlak vermesiyle Obama dönemi ABD’si çok ciddi kafa karışıklığı içinde kaldı, bir türlü net bir pozisyon alamadı, Arap Baharı’nın Mısır’a sıçraması ABD’nin net pozisyon almasını da geciktirdi zira Mısır, bölgede İsrail ile ilişkileri olan, ABD’den en çok yardımı alan “Sünni, ılımlı” bir ülkeydi ve İran’a karşı bir denge sağlıyordu.
Ayaklanmalar Suriye’ye sıçradığında ise Esad rejiminin devrilmesi, bir ihtimal Sünni bir yönetimin iş başına gelmesi sonucu doğrultusunda İran önemli bir müttefikini kaybedeceği için Obama yönetimi uzun bir süre Esad rejiminin devrilmesini destekleme konusunda çekingen davrandı.
Bu arada belirtelim, Obama dönemi politikaları için iki hakim görüş var:
1. Obama döneminin net bir Ortadoğu politikası yok, Obama gündelik gelişmeler üzerine pozisyon alıyor, bu nedenle de net bir politika izleyemiyor. Örneğin, Libya’ya NATO operasyonu ile müdahale etti, Mısır’daki darbeyi açıktan olmasa da dolaylı yoldan izledi ancak Bin Ali’den desteğini hemen çekti. Suriye konusunda, Esad’ın gitmesi ABD’nin lehine gibi görünse dahi bu konuda bile net pozisyon alamadı, muhalifleri uzun süre oyaladı ve düzgün bir destek vermedi.
2. Obama stratejilerinin kendi içinde bir tutarlılığı var. Buna göre Obama politikaları, Bush dönemi politikaların tam aksini iddia ediyor, maliyeti daha az olan bir politika izleniyor, Ortadoğu’da işbirliği dahilinde çalışan bir Amerika profili çizilmeye çalışılıyor.
Obama dönemi ABD politikaları, Çin’in ve Rusya’nın ekonomik anlamda büyüme göstermesinin de etkisiyle bölgeye direk müdahale etmeyen BM, NATO ile müdahale edebilen “çekingen” bir ABD politikası ortaya koydu.
Ortadoğu’da istikrarsızlık devam ederken ABD’de Trump yönetimi iktidara geldi ve bu kez İran ile dengeyi yakalamaya çalışan ABD politikaları yerini Suud ve Mısır ile ittifak kuran, İran’la mesafeyi koruyan pozisyon aldı. Ancak ABD ve İran, nükleer konusunda pek belli etmeseler de Obama dönemi politikalarından şimdilik ayrılmayacaklarını ifade ettiler. Bununla birlikte Trump’ın Suud ziyareti, BAE, Suud, Mısır, ABD dörtlüsünden oluşan fotoğraf sonrası bölgede ABD’nin Suud ve BAE üzerinden bölgeye müdahil olacağının mesajını verdi.
Trump dönemi ABD’si, Obama döneminden miras kalan, bölgedeki seküler terör örgütlerini destekleme politikasına PKKPYD’yi destekleyerek devam etti. Bir anlamda, Trump dönemi politikaları için Bush ve Obama dönemi politikalarının toplamı diyebileceğimiz facia sonuçla yüz yüze gelindi.
Bu arada Suud hem kendi içindeki, hem hem de bölgedeki sorunları çözmek adına (?) bir takım kararlar aldı; ABD ile iyice yakınlaştı, ABD ve Mısır ile mesafeli olacak veliahtın önünü kesti, “ılımlı darbe ve ılımlı İslam” gibi girişimlere soyundu. Suud’daki gelişmeler aslında temelde Suud’un iç siyaseti ile alakalı ancak zemin Ortadoğu olunca bölgenin uluslararası ilişkileri de bu gelişmelerden bağımsız düşünülemiyor. Dolayısıyla bölgede olan biten “şimdilik” özetle şudur; Suud yönetimi, Mısır ile mesafeli olan Neyif’in Suud’un başına geçmesi engellendi, buna bağlı olarak Kral Selman Neyif’e yakın gördüğü kesimleri tasfiye etti, bunu yaparken de bu gelişmeden çıkarı olan ABD’nin desteğini aldı, bu gelişmeleri “meşru zemine oturtmak” için de mezhepsel bahaneyi, “Sünnilik ve Şiilik arasındaki “ezeli rekabeti” ve İran bahanesini kullandı, Saad Hariri de bu gelişmeler ışığında İran’ı gerekçe göstererek istifa etti. Öte yandan ABD de, Irak’ta İran’a yakın olan yönetime destek verdi, Barzani’yi devre dışı bıraktı, hatta Kerkük’ün İran’a bırakılmasını izledi yani “mezhepsel gerilimi” arttıracak politikaların önünü açtı. Halbuki Suud Vahhabiliğinin ne siyasi ne de itikadi olarak Sünnilik çatısı altında bir yeri olmamasına rağmen.
Meseleye Türkiye açısından baktığımızda, ABD’nin; Suud, Mısır, BAE, PKKPYD ile bölgedeki müttefiklerini arttırdığını, Irak ve Kerkük üzerinden İran’ın gazını aldığını görüyoruz, bu gelişmelerin maalesef Türkiye aleyhine olduğu da ortada… Türkiye’nin şimdilerde ilk önceliği PKKPYD’nin çizmeye çalıştığı terör hattını delmek olmalı, Suud’daki gelişmelerin yaratacağı olumsuz etkilere karşı da önlem alınmalı, yani işimiz zor, bakalım gelecek günler ne gösterecek...
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.