“Bizim bütün endişemiz çektiğimiz bütün sıkıntıların bu kuşakta savunduğumuz değerlerin büyük bir bölümünün sonraki kuşakta yok olması. Bunun yerine düşünmeyi ve düşünmeyi öğrenmeyi reddeden, hayatın tadını çıkarmayı sadece fiziksel hazlara odaklayan bir kuşağın gelmesi…” Bu sözleri 2007 yılında İran devriminin önemli isimlerinden Ayetullah Talegani’ninin kızı Azam Talegani ile Tahran’da yaptığım bir röportajdan alıntıladım. Bu sözler sadece onların değil, bizim de endişelerimize tercüman olsa da İran’ın durumu bir hayli özel!
Azam Talegani eğitim ve konumuyla İran’ın ayrıcalıklı isimlerindendi. Din adamı bir babanın kızıydı ancak ülkesindeki kadınlara ilişkin ayrımcı, toplumu sınıflayan politikalara karşı çıkıyordu. Seçilme ihtimali olmamasına rağmen sırf toplumda karşı bilinç oluşturmak için 4 dönem cumhurbaşkanlığına aday olmuş, bu konuda din âlimlerinin fikirlerini değiştirmeye çalışmıştı. Azam Talegani o yıllarda da güçlü bir şekilde hissedilen başörtüsü baskısına karşı çıkıyor, bu baskının toplumda ters etki yarattığını söylüyordu.
Bu reaksiyonun elbette birçok sebebi vardı. Bunlardan birisi kuşak farkıydı. Devrimden sonraki ikinci kuşak devrimin hedeflerinden uzaklaşmıştı. Bunda rejimin de devrimin ideallerinden uzaklaşmasının payı büyüktü. Talegani’ye göre İran İslam Devrimi artık ideallerini yitirmiş ve iktidarını korumayı öncelikli amacı haline getirmişti. Aslında iktidar ne kadar doğru ve haklı sözler söylese de halk bu söylenenlere tepki gösterecek bir güvensizlik içindeydi. Hem bu iktidarın yönetim biçiminden kaynaklanan sorunlar hem da ekonomik ve politik sınıflandırmalar kadınları daha da tepkisel kılıyordu. Kur’an’ı tepkisel bir şekilde anlama ve yorumlamasına da sebep oluyordu.
Gerekçelerini anlasa da Talegani “devletin dayatmasına tepki duyarak başörtüsü terk edilmeli mi” sorusuna hayır diyenlerdendi. İktidarla başka yollarla yüzleşilebileceğini düşünüyordu.
Doğruyu inkar yoluyla tepki göstermenin topluma zarar vereceğine inanıyor diğer taraftan rejime karşı çıkan kesimin öncelediği şeyin hayatın tadını çıkarmak olduğunu söylüyordu. “Hayatın tadını çıkarmayı istemek”le özetlenecek karşı çıkışların ise manevi ve irfani yollarla, insanlığa hizmet etmeye yönelik olmadığını sadece fiziksel doyum odaklı olduğunun altını çiziyordu.
Devrimin ilk yıllarında ve o dönemde tüm İslam ülkelerinde “İslami olmak” hep başörtüsü ile ilişkilendirilmişti. “Eğer kadınların örtünmesi sağlanırsa devrim de gerçekten bir İslam devrimi olur” anlayışı hakimdi. “İslam toplumu kadınların tesettürlü olduğu bir toplumdur” cümlesi kesin bir hükümdü. Bu bakış açısı adalet, hak, hukuku, ayrımcılık gibi birçok konuyu ikinci plana itmiş, tesettürü en çok hassasiyet gösterilen konu olarak merkeze çekmişti. Reaksiyonların en önemli sebeplerinden birisi de bu bakış açısı olmuştu. Talegani ile röportajı yeniden okurken o günden bugüne çok şeyin değişmediğini gördüm. Sadece bardak taşmış, tepkiler artmış ve alenileşmiş, toplum özellikle de kadınlar tıpkı devrim döneminde olduğu gibi bunun için bedel ödemeye hazır hale gelmişti. Elbette tüm bunlarda dış güçlerin de hızlandırıcı etkisi var. Ancak bu etkide iç dinamiklerin etkisi büyük.
İran’da Talegani gibi birçok kişi “tesettür kadınların kendi seçimine bırakılsaydı daha kalıcı olurdu” fikrini savunuyor. Başörtüsü zorunlu kılınmamalıydı diyenler Şah dönemindeki zorbalıkla bu durumu kıyaslıyorlar. “O zamanki zorlama da yanlıştı bugünkü zorlama da yanlış” fikrini savunuyorlar.
İran’da her yaştan kadın başörtüsünü çıkarma eylemi yapıyor. Nergiz Hüseyin isimli bir kadın bu sebeple tutuklu, 29 kadın gözaltında. İran’ın her yerinden gelen videolarda çadorlu kadınlar bile kendi örtülerini çıkarmasalar da ellerindeki sopaya bir başörtüsü bağlayarak eyleme destek veriyorlar.
Toplumlar elbette dünden bugüne değişmiyor. Ama her baskı mutlaka bir reaksiyona sebep oluyor. Tıpkı bizdeki başörtüsü yasaklarında olduğu gibi.
…
Çağın ruhu ve koşulları farklı. Başörtüsü ve kadın kıyafeti üzerindeki her türlü baskıyı reddeden bizim kuşak başörtülüler ile sonraki kuşaklar arasında ortaya çıkan çatışmalara biz de tanık oluyoruz. Genç kuşaklar başörtüsüne bizim yüklediğimiz anlamı atfetmiyor elbette. Benzer bir özeleştiriyi İslamcı kuşak ebeveynler olarak belki bizim yapmamız gerekir. Başörtüyü merkeze koymanın sonraki kuşaklara yansımasını, İslami yaşantıya ve Kur’an- İslam yorumlarına olan etkisini konuşmaya hazır mıyız? Doğrusu cevabın “evet” olacağını düşünmüyorum. Dindar kesimden kadınların yazdıkları bloglarda, sitelerde başını açan ya da örtünmeyi tercih etmeyenlerin yazdıklarına bakınca konunun çok da önemsiz olmadığını görüyorum.
Zeyna Alttan, ailesini kaybetmiş, 4 yıldır Türk Kızılayı’nın İdlib’de kurduğu Tayyibe Yetimhanesi’nde yaşıyor. 10 yaşındaki Zeynal Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan’a Kızılay aracılığı ile bir mektup gönderiyor. Hem durumlarını anlatıyor savaşın bitmesini istediğini söylüyor hem de onlar ile görüşme isteğini dile getiriyor. Umarım bütün dilekleri gerçekleşir. Bu haber vesilesiyle Türkiye’nin Kızılay gibi kurumları vasıtasıyla bölgedeki “iyileştirici” etkisini bir kez daha görmüş olduk. Bölgede Kızılay’ın 12 yetimhanesi ve 9 kampı bulunuyor. Yetimhanelerde kalan çocuk sayısı ise 8500. Türkiye’nin bölgede üstlendiği sorumluluğun ve vazifenin büyüklüğünün bir göstergesi olarak okudum bu haberi.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.