Kamusal alan üzerinden konulara bakmak

04:0018/05/2019, Cumartesi
G: 18/05/2019, Cumartesi
Ayşe Böhürler

Kamusal alana ilişkin tartışmalar çok eskiye dayanır. Aristo’dan başlar, bugüne gelir. En yaygın tanımını Richard Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü kitabında yapar.Onun tanımıyla kamu, aile ve yakın arkadaşlar dışında geçen yaşam anlamına gelir. Kamu bölgesinde çok çeşitli, karmaşık toplumsal gruplar kaçınılmaz olarak bir araya gelecekti ve kamusal yaşamın ortak noktası da büyük şehirlerdi.Başörtüsü yasaklarını yaşarken yasakları kavramsal olarak bu “kamusal alan” zemininde tartışmaya ve düşünmeye

Kamusal alana ilişkin tartışmalar çok eskiye dayanır. Aristo’dan başlar, bugüne gelir. En yaygın tanımını Richard Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü kitabında yapar.


Onun tanımıyla kamu, aile ve yakın arkadaşlar dışında geçen yaşam anlamına gelir. Kamu bölgesinde çok çeşitli, karmaşık toplumsal gruplar kaçınılmaz olarak bir araya gelecekti ve kamusal yaşamın ortak noktası da büyük şehirlerdi.

Başörtüsü yasaklarını yaşarken yasakları kavramsal olarak bu “kamusal alan” zemininde tartışmaya ve düşünmeye bizi davet eden kişi Fatma Barbarosoğlu olmuştu. Barbarasoğlu, kadın hakları, insan hakları ya da din özgürlüğü bağlamında sunulan çerçevelere itiraz ederek bu konunun “kamusal alan” tartışmasıyla dile getirilmesinin en doğru zemin olduğunun altını çizmişti. Nazife Şişman ile konuşmalarını içeren ‘Kamusal Alanda Başörtülüler’ kitabı da bu konuda yazılmış en doğru argümanları ortaya koyan kitaplardan birisidir. Onlara göre, “Eğer devlet kamu alanında başörtüsüne bu kadar şiddetli yasaklar koymamış olsaydı, ‘başörtüsünün bayraklaştırılmasını’ yaşamayacaktık. Burada her iki taraf için de sembolik bir düello söz konusu. Sembolik düello, her iki tarafta da militan zihniyetlerin oluşmasına katkıda bulunuyor. Modernleşmeyi tabiî sürecinde yaşasaydık –tabiî süreçten kastım, dış müdahalenin olmadığı bir süreç- ne evler kale olacaktı ne de evlerin kaleliğinden apar topar vazgeçilme süreci yaşanacaktı”.

Bir diğer tesbiti bu alanın ortaya koyduğu zihniyet değişimiydi, “Yasaklara karşı durulmak istenirken kamusal alana mükemmellik atfedildi. Kamusal alan, yasaklarla birlikte var olunması gereken alan olarak kabul edildi. Bu siyahtan beyaza keskin dönüş beni düşündürüyor” diyordu.

Yine “Baş örtme ontolojik bir duruştur. Bunu göz ardı ettiğinizde, sosyolojik bir dille başörtüsü karşıtlarına kendinizi anlatmaya kalktığınızda bu duruşa zarar verirsiniz” diyen de Barbarosoğlu olmuştu.

‘’Başörtüsünü Batılı sosyologların kavramlarıyla açmaya, belirlemeye çalıştığınız zaman, laikçi kesim ile ortak bir dile daha kolay kavuşacağız belki. Ama öbür taraftan kendi meselemize çok yabancılaşmış olacağız.”

“Başörtülüler hep tanımlandı. Tanımlanma ne demektir? Tanımlanma yoluyla sınırlandırılırsınız. Sınırlandıkça rol alırsınız. Rol aldıkça insanların sizin rolünüzü iyi oynayıp oynamadığınız üzerinde konuşma hakları doğar.”

Başörtüsü özgürlüğünü konuşurken tartışmanın zeminini değiştirip tanımlanmaya karşı çıkmak önemli bir adımdı. Çünkü bir meseleyi konuşmak kadar nasıl ve nereden konuşulacağı da büyük önem taşıyor. Barbarosoğlu da bunu yaptı: Şimdi de bu konuya kaldığımız yerden devam etmek gerekiyor.

Kamusal alan ile evlerin boşalmasının yeniden tartışılması gerektiğine inanıyorum... Çünkü bu gerçek sosyoloji, siyaset, din gibi birçok başlığı yakından ilgilendiriyor... Konunun bir başka boyutunu da Avrupa oluşturuyor. Başörtüsü yasakları bir gündem olarak orada yeniden açılmaya ve konuşulmaya devam ediyor.

....

Kamusal alan sadece yasaklar ya da meşruiyetler üzerinden de tartışılmıyor. Kamudaki dönüşümler de konuşuluyor. Edebi kamu bugün kayboldu. Dergilerin, yayınevlerinin etrafında gelişen fikir, kültür halkaları yok olmaya yüz tuttu. En kötüsü de halkaların arasındaki bağlar kopuyor.

Kültür aktarımının doğal kendiliğinden oluşan geleneği ve merkezleri kaybolurken yenileri de meydana gelmiyor.

Ben ise edebi kamunun bir toplumun hayat damarları olduğuna inanıyorum.

Sadece edebi kamu değil, muhitler de kayboluyor.

Hatta evlerdeki sohbet halkaları dahi kaybolmaya yüz tuttu.

Evlerde misafir ağırlanmaz hale geldi. Fikir tartışmaları hayatımızdan çıktı, gündemi siyasi tartışmaların manşetleri kapladı. Oysa hayat durmadan akıyor ve fikir tıkanıklığını aşacak muhitlere ortamlara ihtiyacımız var.

Ruhumuzu korumak istiyorsak bunları yeniden gündemimize almakta fayda var.

Yoksa giden gidiyor her şeyin yerini yazışma alıyor. Hayatımız sanallaşıyor.

MAHREMİYET

Nazife Şişman uzun süredir mahremiyet meselesi üzerinde çalışıyor. Bu alanda editörlük yaptığı Mahremiyet isimli kitabı da geçen ay İz Yayıncılık’tan çıktı. Modernite kuramını ve sonrasında bu alanda değişenleri ve değişmeyenleri disiplinlerarası bir yaklaşımla ele alan kitap ilgi çekici makaleler içeriyor. ‘’Hayatın Sırları Ve Sınırları’’ alt başlığı ile çıkan kitabın içinde yer alan ‘’Gizli Borçlar ve Saklı Hesaplar: Mahremiyetin Çifte Dönüşümü isimli M. Fatih Karakaya’nın makalesi çok dikkatimi çekti. Makale birçok veriyi barındırıyor ama bana göre en dikkat çekeni ülkemizde aile içinde eşlerin birbirinden finansal durumunu ve mal varlığını gizleme oranının Avrupa ortalamasının üzerinde olmasıydı. ‘’Türkiye eşler arasında finansal durumu saklama, gizli borçlar ve saklı banka hesaplarına sahip olma konusunda Avrupa ortalamasından daha güvensiz bir iklime sahip. Aile ilişkilerinin daha cari olması beklenen Türkiye’nin iş finansal meselelere gelince eşler arasındaki sırların oranında Avrupa’nın birçok ülkesinden daha ileriye gitmiş olması gerçekten hayreti muciptir...”

#Kamusal alan
#Richard Sennett
#Aristo
#Başörtüsü
#Fatma Barbarosoğlu
#Nazife Şişman