Türkiye’deki mültecilerin hayatını anlatan ‘Misafir’ filmini daha önce izleme imkanım olmamıştı. Bu hafta hem filmi izledim hem de yönetmeniyle tanışma imkanım oldu. Hazar Derneği’nin Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde düzenlediği bir programa katılan Andaç Haznedaroğu film sonrası yapılan söyleşiyle tüm salonun kalbini fethetti.
Haznedaroğlu, 1995’ten beri de bu sektörün içinde. Şimdiye kadar yönetmenliğini yaptığı işlerle haklı bir üne sahip! Onu böylesine bir film yapmaya iten sebeplerin başlangıcındaki tesadüf bir ‘tevafuk’ örneği olarak görülebilir.
Bir gece vakti, trafikte arabasının önüne fırlayan bir Suriyeli mülteci hem mültecilere hem de hayata bakışını değiştirmiş…
İkinci kattan düşen çocuğunu hastaneye götürmek isteyen kadını arabaya alıp almamak noktasında başlayan tereddüdü bu filmin hikâyesinde bir başlangıç teşkil etmiş. Suriyeli mülteci ve ve çocuğu hastaneye götürmek üzere arabasına almasıyla başlayan gece, çocuğun tedavisi için dört hastane dolaşmak zorunda kalmalarıyla devam etmiş. Sabaha karşı onları geri götürdüğünde kalacak evleri olmadığını görmüş. ‘Depo gibi bir yerde kalıyorlardı. Kaldıkları yerde boğazına bir şarapnel parçası saplanmış bir adam salonun ortasında yatıyordu. Şarapnel parçası yüzünden kıpırdayamıyordu. Betonun üzerinde yatan hamile kadınlar vardı. Bunları gördükçe benim için mesele daha da derinleşti, gittikçe distopik bir hâl almaya başladı. Savaşın içindeyiz ama farkında değiliz gibi bir durum vardı. Bir tarafta sınırdan geçmeye çalışanlar, yaralılar diğer tarafta da İstanbul’da hızlı hayat…’’
Bu sarsıcı tanıklığın ardından hikâyelerini dinlemiş. Daha sonra da sınıra gidip onların arasında aylarca yaşamış. Reyhanlı başta olmak üzere birçok şehirde yaşamlarına yakından tanık olmuş. Dört yılı bulan bir şahitliğin ardından ise ortaya ‘Misafir’ filmi çıkmış.
Andaç Haznedaroğlu filmden sonra da onlarla irtibatını kesmemiş. Hâlâ sık sık yaşadıkları bölgelere gidiyor. Pek çok sivil toplum kuruluşunda konuşmalar yaparak ‘mülteci’ meselesinin kapsadığı genellemelerin ötesinde insani boyutlarını anlatıyor. Toplumu bu sorunların çözümüne katkı sunmaya davet ediyor. Usta bir anlatımla sade bir dille kurguladığı filminde anlattığı her şey gerçek ve aslında çok daha ötesi var!
Filmi seyrettikten sonra salonda bulunan Suriyeli izleyicilerin yaşadıklarımızı bire bir yansıtıyor yorumları da da filmde hissettiğimiz sahiciliği doğruluyordu
‘’… Parası olan ile olmayan arasında fark var. Parası olanların durumu daha kötü. Onların paralarına ve mallarına el koyuyorlar ve çevrelerindeki insanları tehdit ediyorlar. Sınırdan geçerken onları tehdit ederek her şeylerini alıyorlar. Suriyeliler savaşın içerisinde yirminin üzerinde etnik grup var ama bunların hiçbiri Arapça konuşmuyor, diyor. Aksanları da Suriyeli aksanı değil. Savaşı kimin çıkardığını bilmiyorlar. Suriye’de kim, ne için savaşıyor kendileri de bilmiyor.’’
Andaç Haznedoroğlu olayları olduğu gibi yansıtmaya çaba sarf ettiğini söylüyor. “Filmde anlatılan hikâyeler hafifletilmiş şekilleri. Sultana diye yaşlı bir karakter vardı. O savaştan kaçarak buraya geliyor ama oğlu orada hapishaneye atılıyor. Hapishanede işkence görüyor. Oğlunu bulmak için tek başına savaşa geri dönüyor. Oradaki albaylara yalvararak oğlunu istiyor. Bu sahne günlerce tekrarlanıyor. En sonunda oğlunu bırakıyorlar. Sınırdan geçerken otobüse biniyorlar. Otobüsü Esad’ın askerleri durdurup erkekleri indiriyor. Kadın orada oğlunun elini tutuyor ve kalp krizi geçiriyor. O halde sonrasında İstanbul’a kadar otobüsle gelmiş. Bu, Sultana’nın gerçek hikâyesi... Çok daha acı hikâyeler var. Çoğu kişi çocuklarının başına ne geldi, onu bile bilmiyor.’’
Haznedaroğlu’nun tanık olduğu hayatların hikâyeleri çok sarsıcı. 12 yaşında erkeklere satılan kızlar… Haftada 60 liraya işçi olarak kiralanan çocuklar… Savaşta evine düşen bombayla bedeninin alt yarısını ve altı çocuğunu bırakıp, ambulansa girmeyi başaran 7 yaşındaki tek çocuğuyla hayata tutunan kadınlar...
Anlattığı her tanıklık dert ettiğimiz her şeyin ne kadar boş olduğunu gösteriyor. Bu hikâyelerle bire bir karşılaşmanın üzerindeki etkisini ise şöyle tanımlıyor: “İlk başta hikâyeler seni sarsıyor, kolların uyuşuyor, ne yapacağını bilemiyorsun. Sonra çok fazla hikâye duymaya başlayınca acıya garip bir şekilde alışmaya başlıyorsun. Dört sene sonunda insanları yönlendirerek nasıl yardım edileceğini öğreniyorsun. Bunları görmek açıkçası hayatımı değiştirdi. Benim için mutluluk kavramı bile o kadar saçma bir hâle geldi ki! Bizim bu hikâyelerden öğrenmemiz gereken çok şey var…’’
Hem Misafir filmi hem de yönetmeninin anlattıkları üzerinde düşünmeye ve hissetmeye ihtiyacımız var. ‘Bize ne’ diyemeyiz!
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.