Nüfusunun çoğunluğu Müslüman ülkelerden birisi Endonezya. Endonezya’da katıldığım her toplantı ya da burada yaptığımız her toplantıya besmele ve bir dua ile başlarlar ve bu, dünyanın en normal şeyidir. Ülkenin normali budur. Pek çok İslam ülkesinde de durum farklı değildir. Ama ne yazık ki biz Türkiye’de yıllarca bunu aşamadık. Besmele ile Allah lafzı ile irtica, gericilik iddiaları eşleşti. Bu önyargıların da aşılmasında Cumhurbaşkanımızın liderliğinin etkisi büyüktür. Başörtüsü için “Siyasi sembolse
Nüfusunun çoğunluğu Müslüman ülkelerden birisi Endonezya. Endonezya’da katıldığım her toplantı ya da burada yaptığımız her toplantıya besmele ve bir dua ile başlarlar ve bu, dünyanın en normal şeyidir. Ülkenin normali budur. Pek çok İslam ülkesinde de durum farklı değildir. Ama ne yazık ki biz Türkiye’de yıllarca bunu aşamadık. Besmele ile Allah lafzı ile irtica, gericilik iddiaları eşleşti.
Bu önyargıların da aşılmasında Cumhurbaşkanımızın liderliğinin etkisi büyüktür. Başörtüsü için “Siyasi sembolse sembol, bu haktır” diyen Cumhurbaşkanımızın açılışlarda besmele çekmesi dua ve Kur’an okuması ilk başlarda tehdit olarak darbe söylentilerine yol açsa da bugün gelinen noktada artık böyle başlıklar atılmadığı gibi CHP başkanları da artık bunları yapmaya başladı.
İnönü’ye Konya’ya giderken “selamünaleyküm“ dedirtmeye çalışılan günlerden bugünlere bayağı bir mesafe kat ettiğimizi düşünüyorum. Öyle ki CHP’li başkanlar bir zamanlar alay ettikleri “Hayırlı cumalar!” mesajlarını çekmeye başlamışlar bile. En son bir arkadaşım Afyon Belediye Başkanı Burcu Köksal’ın mesajını hayret ifadesiyle göndermiş. Maşallah demek ve şükretmek lazım. Çok şükür devleti de muhalefeti de halkın değerleriyle buluşturmayı başardık. Bunu derken de “Ne o öyle! Sürekli maşallah, inşallah diyorsunuz…” diyenler geldi aklıma. Artık demiyorlardır diye düşünüyorum. Elbette bu davranış ve tutum değişikliğinin altında Türkiye sosyolojisiyle barışmaya mecbur olma hikâyesi var.
Türkiye seçmen haritası üzerine yıllardır çalışan Prof. Dr. Ali Çarkoğlu’ndan alıntı ile özetleyeyim, seçimler artık ‘partizan kimlikler’ üzerinden kazanılmaz. A. Çarkoğlu 1990 ve 2018 arasında Dünya Değerler Araştırması ve “Türkiye Seçim Çalışmaları”ndan elde edilen veriler üzerinden seçmenlerin sağ ve sol cetveli üzerindeki dağılımını şöyle yorumluyor:
Doksanlarda yaklaşık yüzde 43 civarında seçmen, merkez konumlarda bulunurken, 2002’de yüzde 32, 2018 Haziran’ında ise ancak yüzde 15’i merkezde bulunuyordu.
Merkezin sağında ise 1990’da yüzde 23, 2002’de yüzde 43 olan kitle 2018 Haziran’ında 47’ye yakındır. Merkezin solunda ise 1990’da 22 olan kitle Haziran 2018’de ancak 23’tür.
Yani gitgide eriyen merkezden sağ uca doğru bir kayış olmuştur. Sol ideolojiye eğilimli kitle ise yaklaşık 30 yıllık bir süre içinde seçmen kitle içerisinde değişmeksizin her dört ya da beş kişiden biri olarak kalmıştır. Solun iktidara uzak olmasının belki de en temel nedeni budur. Solda az parti varken yeni kurulan partilerin kendilerini hep sağa yakın konumlandırmalarının da nedeni budur. Uzun dönemde şekillenen ideolojik eğilimler sağ partilere olanak sağlarken solu hep muhalefette tutan bir siyasi iklim yaratmaktadır…” CHP bu siyasi iklime nüfuz etmeye çalışarak bu seçmeni elinde tutmaya çalışmaktadır.
Bugünkü CHP’nin din meselesi üzerine düşünürken en büyük kaynağımız İsmail Kara’nın “Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak İslam” kitabı. Aslında “CHP’nin din meselesi!”
İsmail Kara diyor ki: “Türkiye’de mesele Doğu-Batı kavgası değil, ‘dini merkeze alıp almama’ kavgasıdır. Türkiye’nin yaşadığı problem Doğu-Batı problemi değil. Modern dönemdeki bizim problemimiz merkezi yerimizi unutmakla alakalıdır.
Türkiye’yi diğer İslam ülkelerinden ayıran şey, hem modernleşmeyi hem de dindarlaşmayı bir arada götürmesidir. CHP’nin ilk yıllarında da böyleydi. 1950’den sonra bunun dereceleri değişiyor… Türkiye’de ve İslam dünyasında modernleşme ile dinileşme birlikte gidiyor, bunlar aynı zamanda birbirini besliyor ve hem de deforme ediyor, bozuyor.”
Bugün CHP’nin geldiği yer bu konudaki tartışmaları yeniden hatıra getirdi. CHP’deki değişimi savunan ve destekleyenlerden birisi de Soner Yalçın. Son iki haftadır yazdığı yazılarda bu meseleyi ele alıyor. Marks’ın “Din halkın afyonudur” sözünün soğuk savaş döneminde CIA’in psikolojik propagandalarında en etkili silah olduğuna dikkat çekiyor. “Tam olarak şunu dedi” diye devam ediyor: “Dini acı aynı zamanda gerçek acının ifadesi ve gerçek acıya karşı bir protestodur. Din, mazlum mahlûkun iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz hallerin ruhudur. Halkın afyonudur.” Afyon metaforunun insanların anlık acılarını azaltan, devam etme gücü veren bir yanılsamaya dikkat çektiğini de belirtiyor. Garaudy’den Ali Şeriati’ye İslâmî çevrelerin yakından bildiği ama CHP çevreleri için yabancı isimlerden referanslar veriyor.
Soner Yalçın’ın “Din, sizin ezberinizdeki gibi değildir” diyen yazısının CHP kitlesinde nasıl yankı bulacağı üzerine düşünürken Meclis’te Veli Ağbaba’nın konuşmasındaki argo ve hakaretler kulağıma geldi. Eyvah dedim, eyvah! Bu konuşma yukarıdaki bilgileri tarumar ediverdi…
Kaşgarlı Mahmud’un dediği gibi “Dil ile düğümle-nen diş ile çözülemez…”