21. yüzyılda nasıl bir siyaset

04:0017/10/2020, Cumartesi
G: 16/10/2020, Cuma
Ayşe Böhürler

Büyük olaylar elbette ardında küçük hayatlarda birçok iz bırakır. Arka sokaklar bu izlerin birikimiyle oluşur. Romanların, filmlerin, hikâyelerin, yer yer kurgusal da olsa gerçek hayat şovlarının aktardığı bu arka ve ara sokaklar, ülkelerin tüm hikâyesinin tortularını önümüze taşıyor. Bunları zihnimizden atmak mümkün değil.Bu “ara” ya da “arka sokaklara” bîgâne kalınabilir mi? Onları görmeden ülkeler, toplumlar analiz edilebilir mi? Türkiye’yi dolaşırken de İslâm dünyasında kadın belgeselleri yaparken

Büyük olaylar elbette ardında küçük hayatlarda birçok iz bırakır. Arka sokaklar bu izlerin birikimiyle oluşur. Romanların, filmlerin, hikâyelerin, yer yer kurgusal da olsa gerçek hayat şovlarının aktardığı bu arka ve ara sokaklar, ülkelerin tüm hikâyesinin tortularını önümüze taşıyor. Bunları zihnimizden atmak mümkün değil.

Bu “ara” ya da “arka sokaklara” bîgâne kalınabilir mi? Onları görmeden ülkeler, toplumlar analiz edilebilir mi? Türkiye’yi dolaşırken de İslâm dünyasında kadın belgeselleri yaparken de en çok dikkatimi çeken bu olmuştu. Harran ovası ile Rize’nin dağları arasında bile tek bir benzerlik yoktu. Ülkelerin başkentlerinde yaşayan, bilinen seçkinler ile arka sokaklarda yaşayanlar uçtan uca farklıydı. Birinde sessiz yığınlar kitleler vardı, diğerinde sesi daha çok çıkanlar. Sınıf ayrımlarının doğal oluşum mekanizmalarına bakarak, daha aşağıdaki sınıfların kadın gerçeği ile üst sınıflar arasındaki farkın ortalamasını almak ne kadar mümkündü? Bu soruyu önemli buluyorum. Çünkü ülke hikayeleri buradan çıkıyor. Türkiye’nin hikâyesinin yazılamamasının sebebi de böyle bir yelpazenin açılamamasından kaynaklanıyor. Bir taraf sadece en aşağılara, bir taraf da sadece en yukarıya bakıyor. Ülkenin hikâyesi hiçbir yerden çıkmıyor. Ülke ortalaması ise gerçeğin aynası… Siyaset felsefesi ve pratiği üretmek için de ihtiyaç olan zemin bu… Bunu sadece kendi ülkemiz için söylemiyorum. Tüm dünya aynı çelişkili tablolarla karşı karşıya. Salt veriler, tablolar anlamaya yetmiyor, sosyolojiyi, kültürü, insanı, sabit kalması gereken değerleri kuşatan yeni yorumlara ihtiyaç var. Orada yerli yerinde durana sıkı sıkıya sahip çıkarken de arkada olan biteni ve geleceği öngörebilen berrak bir bakış, güven, inanç ve en önemlisi iyi niyete ihtiyacımız var. Bunlarla birlikte ülke ortalaması, siyaset felsefesinden politikalarına önemli bir zemin sağlar inancındayım.

Günümüzde ana akım siyaset felsefeleri hangisi diye bir soru soracak olsak galiba verecek çok net cevaplarımız yok. Tarafımızın, parlamentonun sağında ya da solunda olmamızın, ideolojik bakışların, inançların siyaset felsefemize kattığı artıları-eksileri değerlendiren yeni bir siyaset felsefesi hiçbir tarafta oluşamadı. Veya giderek daha çok önem kazanan, bir arada, ülke ortalamasını temsil ederek nasıl yaşanabileceğine dair bir cevap da üretilebilmiş değil. Bu yüzyılda her şey yara aldı ya da zıddına evrildi. Eklektik siyaset felsefeleri, arka ve ara sokaklardaki yansımaları dikkate almayan ya da popülizme teslim olan politikalar bizi 21. yüzyılda ne kadar sağlam tutar bilmiyorum. Değişimi öncelikle kendimizde görerek işe başlamakta fayda var.

ÇIĞIRINDAN ÇIKMIŞ GERÇEKLİK

Ulrich Beck 1986’da “Risk Toplumu- Başka Bir Modernliğe Doğru” kitabını kaleme alırken bir keşif ve öğrenme sürecinde yazdığını söylüyor. “Sanayi, sermaye, sınıfsal ögeler, çekirdek aile, bilim, ilerleme, demokrasi birey” gibi birçok “aydınlanma “ ya da modern döneme ait kavramın sonrasına taşıdığı riskleri analiz ediyor. Kitabın önsözünde şunları söylüyor: “Bu kitabın konusu, göze çarpmayan ‘post’ ön ekidir. Post zamanımızın anahtar kelimesidir. Her şey ‘post’tur. Post endüstriyel terimine bir süredir alışmıştık ve az çok ne anlama geldiğini anlayabiliyorduk. ‘Post modernizm’ ile birlikte her şey belirsizleşmeye başladı. Aydınlanma sonrası kavram belirsizliği o kadar karışık ki, kediler meraktan bile olsa bu karanlığa dalamaz. “Post” modaya kapılan çaresizlik için anahtar kelimedir. Adını koyamadığı bir “post” durumunu çağrıştırır, adlandırdığı ve olumsuzladığı mevzularda ise bildik olanın katılığında mevcudiyetini sürdürür. Geçmiş artı ‘post’ çığrından çıkmış gibi görünen bir gerçekliğin boş sözlerle malul ve dar kafalı anlayışsızlığı karşısında başvurduğumuz temel reçetedir. Bu kitap post kelimesinin anlamını ortaya çıkarma girişimidir…”

1986’dan 2020’ye geldik. Beck’in sözünü ettiği pek çok şey bugün hakikat olarak önümüzde yükseliyor. Post takılı ilk kelime “post truth” 2016’da Oxford sözlüğüne girdi… Ancak hayatımızda “post” olanı doğru anlayabilmek için siyaset için bu kelime üzerine düşünmeye davet ediyorum…

“HAK HER ŞEYİ FETHEDER…”

Madem kitaplardan açıldı söz, bu hafta masamda olan kitapları yazayım istiyorum.

Bunlardan birisi Nabi Avcı’nın yeni bir baskıyla hacmi genişletilmiş olarak yayınlan “Enformatik Cehalet” isimli kitabı. İlk baskısı 1990’da yayınlanan bu kitap o dönem için iletişim konusunda bize büyük bir pencere açmıştı. Ortaya koyduğu bakış açısıyla pek çok medyayı, bilgiyi, haberi, filmi yeniden gözden geçirmemize sebep oldu. Nabi Avcı ilk baskısı ile bu yeni baskısı arasında “twitter’ları, Facebook’ları, Instagram’ları ve benzerleri /benzemezleri ile durmadan yayılan, yayıldıkça sığlaşan, sığlaştıkça yayılan uçsuz bucaksız bir sanal âlem uzandığını söylüyor. Distopyaların her geçen gün daha da mümkün olabileceğine inandırıldığımız bu çağda yazar sunuş yazısını Guenon’un Modern Dünyanın Bunalımı’nın sonunda söylediği şu sözlerle bitiriyor: “İçlerinde umutsuzluğun ayartıcı fısıltılarını duyanlar, kendi kendilerine, bu alanda yapılan hiçbir şeyin kaybolmadığını; kargaşanın, yanlışın ve karanlığın ancak geçici bir süre galip gelebileceğini, her türlü kısmi ve geçici dengesizliğin ister istemez topyekûn dengenin kuruluşuna katkıda bulunduğunu ve Hakk’ın gücü karşısında hiçbir şeyin sonuna kadar direnemeyeceğini hatırlatmalıdırlar. Eskiden, Batı’da bazı gizli örgütlerin benimsediği şu sözler onların da şiarı olmalıdır: Vivcit Omnia Veritas: Hak her şeyi fetheder…”

#Ulrich Beck
#Kitap
#İdeoloji