Kara Harp Okulu Mezuniyet Töreni sonrası bir grup teğmenin slogan atması ve korsan bir yemini kılıçları havada hep bir ağızdan okumaları infiale sebep oldu. Şahsen hiç şaşırmadım hatta şaşıranlara şaşıyorum. Hepimiz Türkiye’nin zorunlu eğitim sisteminden geçtik. Bizim zamanımızda ilkokul birinci sınıfta başlıyordu; şimdilerde kreşte ya da ana sınıfında başlıyor, hem de ilk gün, ilk saat, ilk ders olarak çocuklara Atatürk öğretiliyor. İlkokul, ortaokul, lise ve hatta üniversitede Atatürk anlatılıyor.
Kara Harp Okulu Mezuniyet Töreni sonrası bir grup teğmenin slogan atması ve korsan bir yemini kılıçları havada hep bir ağızdan okumaları infiale sebep oldu.
Şahsen hiç şaşırmadım hatta şaşıranlara şaşıyorum.
Hepimiz Türkiye’nin zorunlu eğitim sisteminden geçtik. Bizim zamanımızda ilkokul birinci sınıfta başlıyordu; şimdilerde kreşte ya da ana sınıfında başlıyor, hem de ilk gün, ilk saat, ilk ders olarak çocuklara Atatürk öğretiliyor. İlkokul, ortaokul, lise ve hatta üniversitede Atatürk anlatılıyor. Okulun bahçesinde Atatürk büstü var, içeride, okul koridorlarında ve sınıflarda Atatürk köşesi var. Hemen her ilimizde, ilçemizde, “Atatürk Mahallesi, Atatürk Bulvarı, Mustafa Kemal Caddesi, Gazi Sokağı” bulunuyor. Atatürk Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Mustafa Kemal Üniversitesi, Hastanesi, Stadyumu, Spor Salonu, İlkokulu, Ortaokulu, Lisesi… Heykeller, devasa posterler, resmi-gayri resmi her ofiste, her işyerinde duvarda resimler, arabalarda, dükkanlarda, çay bardaklarında imzalar… Medyada, sosyal medyada, her yerde Atatürk var.
Atatürk hayatımızın her anında yanı başımızda.
İlginç olan şu: Standart bir anlatı, standart, ezber cümleler var. “Atatürk yoktu / Düşman çoktu / Atatürk geldi / Düşmanı yendi / Bu güzel yurdu / bizlere verdi.” Kreşten üniversite mezuniyetine ve sonrasına kadar, bu basit, sade, öz anlatımın ötesine geçilemiyor. Geçmek mümkün değil zira “hatırası” kanunla korunuyor. Aydınlarımız, münevverlerimiz, mütefekkirlerimiz, koca koca profesörlerimiz, tarihçilerimiz dahi bundan fazlasını söylemiyor.
Böyle bir eğitim sisteminde, böyle yoğun bir formasyon altında ve böyle bir toplumsal iklimde, şaşılacak olan, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganını atanlar değil, bu sloganı kullanmayanlar, buna katılmayanlardır. Mustafa Kemal hakkında bırakınız muhalif ya da eleştirel düşünce ve duygular taşımayı, nötr, doğal, makul, mantıklı bir zeminde durmak dahi “fire”dir, “defo”dur, “üretim hatası”dır, “sapma”dır ve asıl şaşılacak olan budur.
Sanki Türkiye Atatürk’ü özgür ve bilimsel zeminde konuşabiliyormuş gibi, sanki Kemalizm’e esaslı eleştiriler yapılabiliyormuş gibi bir muhayyel ortamda, sonuca, çıktıya bakıp da şaşırmak asıl şaşılacak haldir.
Yaşanan vakadaki iyimser boyut ise şudur: Genç teğmenlerin tamamı bu sloganı atmamış, bu yemini okumamıştır ve okuyanlar da ne yaptıklarının farkında olmadıklarını gösteren, son derece cılız bir sesle, coşkusuz bir görüntü vermişlerdir.
Şimdi haklı olarak şu çok soruluyor: 22 yıllık iktidarın neticesi bu mu olmalıydı?
Evet budur. Bu kadar olabilmiştir.
Kemalizm, Atatürk’ü çok çok aşmış bir batılılaşma projesinin adıdır. Türkiye’nin Batılılaşmasını, daha doğrusu Batılılaşma yolunda yitip gitmesini isteyen Batı tarafından da çok güçlü şekilde desteklenmektedir. Nasıl ki Atatürkçülük maskesi altında yapılan ve her biri ülkeye ve millete ihanet anlamına gelen darbeler dış destekliyse, eğitim sistemi de, eğitim müfredatımız da öyledir. Bu statükoyu değiştirmek kolay değildir. Statükoyu değiştirmek isteyenlerin karşısında sadece CHP olsaydı, iş kolaydı, ama öyle değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu zorluğa rağmen statükoyu değiştirmek için cesur adımlar attı. Başarılı da oldu. Ne var ki son yıllarda, statükocuların AK Parti’ye sızma girişimlerinin ve başarılı da olmalarının neticesinde, AK Parti statüko eleştirisi ve “devrim” kabiliyetlerini yitirdi. Özellikle 15 Temmuz sonrasında, devrim niteliğinde reformlar yapmak, örneğin eğitim sistemini ve müfredatı radikal biçimde tekamül ettirmek mümkünken, tam tersine statüko çizgisi tercih edildi.
Bunun yanında 22 yıl boyunca ortaya entelektüel bir malzeme de konulmadı. Edebiyat dergilerinin bile Resmi Gazete’ye dönüştüğü bir vasat ortaya çıktı.
Erdoğan 22 yılda bu kadarını yapabildi. Bunları da tek başına (evet tek başına) başardı. Erdoğan’ın statükoya karşı fikir ve duygularında bir değişiklik olduğuna ihtimal vermiyorum. Ancak, bir değişim olacaksa, işler yoluna koyulacaksa, yeniden zirvelere koşulacaksa, neşterin önce statükoculara ve “ezik”lere vurulması gerektiğini de hatırlatalım.
Teğmenler vakasında da, eğitim sistemindeki “fire”de de, bardağın boş değil dolu tarafına bakalım. 22 yıl öncesine nazaran bardakta kat kat fazla su var. Dikkat edelim de, su azalmasın, artsın.