Başlık bana ait değil; Süleyman Nazif, 112 yıl önce, 25 Temmuz 1912’de, Hâk Mecmuasında yayınlamıştı “Kılıçlı Siyaset” başlıklı makaleyi.
Tıpkı bugün olduğu gibi, 112 yıl önce de ordu-siyaset ilişkisi yoğun şekilde tartışılıyordu.
Enver Paşa ve Resneli Niyazi, arkalarına genç subayları da alarak Makedonya dağlarına çıkmış, Abdülhamid’i Meşrutiyet ilanına mecbur bırakmışlardı. 1908’de siyasetin önünü açan, çok partili sistemi başlatan askerlerdi. Ne var ki askerler, sistemi kurup kenara çekilmemiş, bütün hücreleriyle siyasetin içine dalmışlardı. 1912 Mayıs’ında kurulan Hâlâskâr Zâbitân, “askerlerin siyasetten çekilmesini savunan askerlerden” oluşuyordu; yayınladıkları bildiri ile iktidarın düşmesini bile sağlamışlardı. Yani hem iktidar hem muhalefet askerlerin elindeydi. Askeri siyasetin dışına çıkarmak için hazırlanan kanun teklifi Meclis-i Mebusan’dan çıkmamış, tüm memurlara yaptırılan “siyasetle ilgilenmeyeceğim” yemini ve taahhüdü işe yaramamıştı. Asker İstanbul’da siyasetle iştigal ederken Balkanlar ateş çemberine dönmüş, Osmanlı toprakları tek tek kopmaya başlamıştı.
Süleyman Nazif, o meşhur “Kılıçlı Siyaset” makalesini işte o günlerde yazmıştı:
“Ordu, Meşrutiyet’in değil, vatanın bekçisidir. Millet Meşrutiyet idaresine layık değilse, onun bir parçası olan Ordu bu liyakati kazanamaz…
Meşrutiyet’ten sonra bizde pek ziyade dile dolaşan sinirlendirici tabirlerden biri “Ordu Meşrutiyet’in Bekçisidir” sözüdür. Bu manasız sözü bir düstur sayanlar, Ordu ile beraber kendilerini de aldatmış oluyorlar.
Hayır, Ordu Meşrutiyet’in değil, yalnız vatanın bekçisidir. Ve onun çalışma sahası serhadlerin berisi değil, ötesidir. Asker yalnız top sesine koşar. Siyasetçilerin hitabet sadaları ile muharrirlerin kalem hışırtısı o mesaim-i besaletin (kahramanlık kulaklarının) vazife harimine girmek imkânını bulmamalıdır… Meşrutiyetler orduların kılıcına değil, ümmetlerin vicdanına istinat eder…”
112 yıl önce yazılmış bir makale nasıl da tam bugünümüzü, bugünün tartışmalarını anlatıyor?
Mustafa Kemal ve İsmet İnönü askerin siyasete müdahil olmasına karşıydılar; üniformalarını çıkarıp siyasete girmişlerdi. Ancak, Cumhuriyet’in ilk yıllarının Meşrutiyet’in son yıllarından farkı, siyasette tek bir partinin bulunmasıydı. Nitekim 1946’da Demokrat Parti kurulunca, iktidarı da kazanınca, asker yeniden bütün gövdesiyle siyasetin içine girdi. Darbeler, muhtıralar ardı ardına geldi. Turgut Özal’a kadar Cumhurbaşkanları hep eski asker oldu. Sivil cumhurbaşkanlarına rağmen 28 Şubat’ta, 27 Nisan’da, 15 Temmuz’da da ordu kılıcını çekip siyaseti tehdit etti.
Osmanlı’da ordunun siyasetle iç içe olması bir imparatorluğun çöküşünü getirmişti; Cumhuriyet’te de ağır faturalar ödedik: İdamlar, işkenceler, hapislerde sönen hayatlar, ekonomik çöküntü, yoksulluk… Siyasetten gözü dönen komutanlar, sakalla, bıyıkla, başörtüsüyle, milli eğitimle uğraşırken, Fetullahçı hainlerin ordunun tamamını bir ur gibi sarmasını görememişler, bırakın ülkeyi, kendilerini bile koruyamamışlardı.
1908’den bugüne mütemadiyen tartıştığımız, konuştuğumuz ordu-siyaset ilişkisinde, meseleye son noktayı Recep Tayyip Erdoğan koyabilir. Erdoğan, 27 Nisan Bildirisi’ni yırtıp atarak, 15 Temmuz hain darbe girişimine milletiyle birlikte direnerek ordu-siyaset ilişkisinde ilklerin cesur mimarı olmuştu. Şimdi, Harbiyeli genç teğmenlerin kılıçlı tehditlerine ibretiâlem babında en ağır cezayı vererek, bir asırdan fazladır Türkiye’nin enerjisini tüketen bir tartışmayı Erdoğan sonlandırabilir, “Kılıçlı Siyaset” parantezini Erdoğan kapatabilir.
Süleyman Nazif, 112 yıl önce yazdığı makalede ordunun çalışma sahasının sınırların berisi değil, ötesi olduğunu vurgulamıştı; bir süredir ordumuz nihayet yalnızca sınırların ötesiyle ilgileniyor, onu sınırların berisine tekrar çekme girişimleri en sert karşılıkla önlenebilir.
Bu arada CHP’nin, “Kılıçlı Siyasetçiler”, yani genç Harbiyeliler üzerinden yaptığı tahrik hem son derece tehlikeli, hem de CHP’nin kendisini inkârıdır. CHP, geçmişte defalarca yaptığı gibi, askeri siyasetin içine çekmeye yönelik tahrikleriyle, sadece kendisini değil, demokrasiyi, hukuku da inkâr ediyor. Her darbede, her muhtırada, ülkenin ödediği ağır bedeli görmezden gelerek tehlikeli bir oyun oynuyor.
Süleyman Nazif’in makalesini günümüze uyarlayalım: Ordu Cumhuriyet’in bekçisi değildir; Cumhuriyet’i millet zaten korur. Ordu hiç kimsenin ordusu değildir, milletin ordusudur. Ordunun vazifesi sınırları korumaktır, asker, sınırın ötesindeki top sesine koşmalıdır. İçerde kılıç kaldıran disiplinsiz asker görüntüsü artık dirilmemek üzere tarihin mezarlığına gömülmelidir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.