Bugüne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çehresinde insana ait her ifadeyi gördük: Sevinç, hüzün, şaşkınlık, kararlılık, hayranlık, kızgınlık, kırgınlık, dalgınlık, coşku, öfke, şefkat ve daha nicesi. Görme-diğimiz tek bir ifade var: Korku. 17 Aralık sabahını hatırlıyorum. Bütün dünya Erdoğan’ın yüzündeki ifadeyi görmek istiyordu. Korkmuş muydu? Bitkin miydi? Ümitsiz miydi? Tedirgin miydi? Hayır. Kameraların karşısına çıktı, kararlı, dirayetli, cesur bir yüz ifadesiyle görüntü verdi. Suikast ihbarları
Bugüne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çehresinde insana ait her ifadeyi gördük: Sevinç, hüzün, şaşkınlık, kararlılık, hayranlık, kızgınlık, kırgınlık, dalgınlık, coşku, öfke, şefkat ve daha nicesi. Görme-diğimiz tek bir ifade var: Korku.
17 Aralık sabahını hatırlıyorum. Bütün dünya Erdoğan’ın yüzündeki ifadeyi görmek istiyordu. Korkmuş muydu? Bitkin miydi? Ümitsiz miydi? Tedirgin miydi? Hayır. Kameraların karşısına çıktı, kararlı, dirayetli, cesur bir yüz ifadesiyle görüntü verdi.
Suikast ihbarları artıp, Emine Hanım, “Güvenliği biraz artırsak mı acaba?” dediğinde Erdoğan kısa bir süre durmuş, “Ayete’l-Kürsi’yi okudum. Güvenliği artırdık” deyip tebessümle yola çıkmıştı.
Gezi olayları sırasında her an yanındaydım: Çevresindeki hemen herkes “Efendim biraz geri adım atsak mı” pısırıklığı içindeyken zerre taviz vermemiş, zerre korku, kaygı ifadesi göstermemişti.
Ya da 15 Temmuz gecesi… Uçaklar havadayken, suikast timi oteline yaklaşırken, ailesiyle birlikte hedefte iken, en küçük bir korku emaresi göstermemişti.
31 Mart gecesi balkondan partililere hitap ederken de yüzünde aynı kararlılık, rahatlık, sabır, dirayet ve en önemlisi cesaret ifadesi vardı.
Erdoğan sıkça “Biz kefenimizi giyerek bu yola çıktık” sözünü tekrarlarken, başına gelebilecek en kötü ihtimalleri biliyor, bunlardan asla korkmadığını gösteriyordu. Korkuyu da, ölümü de öldürmüştü.
Erdoğan bugünlere “yenilgi yenilgi” geldi. Geçmişte darbelere maruz kaldı. Partileri kapatıldı. Sürekli engellendi. Hapis yattı. Hep ölüm tehditlerinin gölgesinde yürüdü. AK Parti öncesinde, seçimlerde, kazandığından çok kaybetti.
Erdoğan da, AK Parti’yi kuran o kadro ve ruh da, yürüdükleri yolun dikensiz gül bahçesi olmadığını biliyorlardı.
Erdoğan ve AK Parti şimdi iktidardaki 22’nci yıllarını dolduruyorlar. 2028’de 26 yıl dolacak. Dile kolay: 26 yıl iktidar. Siyasi tarihimizde, hem tek partili dönemde, hem demokratik dönemde örneği yok. Hatta demokratik dünyada başka bir örneği yok.
Hepimiz şunu çok iyi biliyoruz: Belki daha uzun yıllar da devam edebilir bu iktidar ama ebedi devam etmeyecek. Bir yerde bitecek. Hiçbir uçak havada kalmaz. Er ya da geç sona erecek.
Peki, nedir bu “bitecek” korkusu? Bitince her şey bitmiş mi olacak?
AK Parti iktidarının ilk yıllarında nice darbe kurgusu yapıldı. İktidar o zaman da bitebilirdi. AK Parti kapatılabilirdi. 17-25 Aralık başarılı olup yargı darbesi iktidarı götürebilirdi. Gezi hükümeti devirebilirdi. 15 Temmuz başarıya ulaşıp iktidarı devirebilirdi. O zaman bitecek miydi her şey? Tükenecek miydik?
27 Mayıs’la, 12 Eylül’le, 28 Şubat’la bitmeyen, bitirilemeyen, yok edilemeyen, iktidarı kaybedince bitecek mi, silinecek mi, kaybolup gidecek mi? Bu kadar basit mi?
Bu neyin korkusu? Hani zaferden değil, seferden sorumluyduk? Bu başarıya tapınma duygusu da nereden çıktı?
31 Mart seçimlerinde AK Parti’nin neden ikinci parti olduğu konuşuluyor… Onlarca, yüzlerce sebep sayılıyor, detaylar havalarda uçuşuyor. Hayır, bütün bu sebepler bir yana, “kaybetme korkusu” diğer yana. AK Parti’ye kaybettiren esas etken, “kaybetme korkusudur”.
Dünya yansa içinde bir çöpü olmayanların başlattığı bir hareket, iktidarı kaybetme korkusu yaşayanların işgaliyle, “Ne olursa olsun kaybetmeyelim” diyenlerin korkusu, kaygısıyla, ilkelerini çiğneme, geldiği yeri unutma, kibir, fırsatçılık, çıkarcılık belasına duçar olma istikametine ilerliyor.
Birileri, “geçmişte düştük ama kalktık; düşersek yine kalkarız” samimiyetiyle ve cesaretiyle koştururken, birileri de “İktidar büyük nimet, bu bir büyük fırsat, devamı yok, ne koparırsak kâr” hırsıyla, gözü dönmüşlüğüyle hareket ediyor.
Meseleye bir mücadele olarak, bir dava olarak bakanlar, bir düşünceyle, bir inançla hareket edenler, kazanınca kibirlenmeyip kaybedince sabredenler, hayrın da şerrin de Allah’tan geldiğine inanan koca yürekli insanlar var. Onlar kazanma hırsıyla yaşamıyor. Onlar kaybetmekten korkmuyor. Onlar, “Zaferin yegâne sahibi Allah’tır” düsturuyla, zafer için değil istikamet üzere bir sefer için mücadele veriyorlar.
Bir de, lejyoner olarak, ajan olarak, rantı, çıkarı, şahsi ikbali için gelip bu hareket içinde çöreklenen, sosyal medyada, medyada, bürokraside, siyasette, bu hareketin samimi neferlerini çiğneyip, ilkeleri, düsturları gevşetip, sınırları kaldıran iktidar asalakları, iyi gün dostları, kaybedince bütün benliklerini, kimliklerini, hayatlarının gayelerini, rantlarını, çıkarlarını yitirecek her şeyi, her alanı zehirleyen sefiller var.
Kaybedince hiçbir şey olmayacak. Düştüğümüz yerden yeniden doğrulacağız. Bunu hatırlamaya gerçekten çok ihtiyacımız var.
AK Parti’nin yegâne sorunu “kaybetme korkusudur.” Bu korku aşıldığında, parti korkudan ve korkaklardan arındırıldığında, AK Parti daha nice yıllar bu ülkenin ve ümmetin umudu olmayı sürdürecektir.