İşgal mi, ihanet mi?

04:0014/12/2017, Perşembe
G: 18/09/2019, Çarşamba
Aydın Ünal

Kudüs’ün yakın geleceğine ilişkin iyimser cümleler kurmayı çok isterdim. Şu kısa ömrümüzde yaşadığımız onca hayal kırıklığı iyimserliğimizi elimizden alıyor. Bizim nesil Lübnan İç Savaşı’nı yaşadı, intifadaları gördü, İsrail’in adım adım işgali büyütmesine, Gazze ve Lübnan’a yapılan saldırılara, Sabra-Şatilla katliamına şahit oldu. İsrail askerlerinin bir Filistinli'nin kolunu kameralar önünde taşla kırmasını, ya da küçük çocuğunun yanı başında vurulan babayı televizyonlardan izlediğimizde acziyetimiz

Kudüs’ün yakın geleceğine ilişkin iyimser cümleler kurmayı çok isterdim. Şu kısa ömrümüzde yaşadığımız onca hayal kırıklığı iyimserliğimizi elimizden alıyor. Bizim nesil Lübnan İç Savaşı’nı yaşadı, intifadaları gördü, İsrail’in adım adım işgali büyütmesine, Gazze ve Lübnan’a yapılan saldırılara, Sabra-Şatilla katliamına şahit oldu. İsrail askerlerinin bir Filistinli'nin kolunu kameralar önünde taşla kırmasını, ya da küçük çocuğunun yanı başında vurulan babayı televizyonlardan izlediğimizde acziyetimiz tokat gibi yüzümüze çarpıldı.


6 Eylül 1980’de Konya’da rahmetli Erbakan Hoca'mızın tertip ettiği o muhteşem “Kudüs’ü Kurtarma Mitingi”nden sonra 12 Eylül darbesi geldi.

1996 yılında Sincan’da düzenlenen 'Kudüs Gecesi'nin ardından da 28 Şubat…

Gezi kalkışmasının, 17/25 Aralık darbe girişiminin, 15 Temmuz vahşetinin, ençok da Recep Tayyip Erdoğan’ın Kudüs ve Filistin duyarlılığına yönelik olduğunu, 'One Minute'in bir rövanşı olarak sahnelendiğini çok net görüyoruz. Bir Haçlı uşağı olan Fetullah Gülen’in, içindeki Kudüs nefretiyle Türkiye’ye nasıl yeni saldırılar tertip ettiğine işte hep birlikte tanıklık ediyoruz.

Kuşkusuz ellerimiz kollarımız bağlı oturmuyoruz. Filistin’de 100 yıldır yıkılmadan ayakta duran şanlı bir direniş var. Dinmeyen, sinmeyen, kaybolmayan; hatta gittikçe çoğalan Kudüs bilincimiz, Kudüs aşkımız var. Hiç kuşkusuz duyarlılık artıyor. Hiç kuşkusuz, artık darbelerle sindirilemeyen Türkiye’nin hem öfkesi, hem de vicdanları uyandıran, düşmanı tedirgin eden gücü büyüdükçe büyüyor.

Yine de iyimser cümleler kurmak için çok erken. Zira, son gelişmeler, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve ardından İslam coğrafyasında ortaya çıkan manzara, sorunu tespitten hala uzak olduğumuzu gösteriyor.

İnsanoğlunun doğasında vardır: Sorunu kendisinde aramaz, hatayı kendisinde bulmaz, iğneyi kendisine batırmaz. Başına bir felaket geldiğinde, insanoğlu vicdanını rahatlatmak için hemen dış güçleri suçlar.

Kudüs işgal altında. Buna şek, şüphe yok. Ancak Kudüs, bir ihanetin sonucunda işgal altında ve ihanet devam ettiği için işgal devam ediyor.

Biz, Müslümanlar olarak, kolayımıza geldiği için hep işgalciyi suçluyoruz; haini konuşmaktan kaçınıyoruz.

Kudüs şehrinin tarihine ilişkin az bilinen bir gerçek vardır: Selahaddin Eyyubi, 1187 yılında Kudüs’ü fethetmiş, Haçlı işgaline son vermişti. Kudüs’ün Selahattin tarafından kurtuluşundan sadece 42 yıl sonra, 1229’da, Selahattin’in kardeşi el Adil’in oğlu el Kamil, Kudüs’ün anahtarlarını Haçlılar'a teslim etti. Ne savaş vardı ne de kuşatma. El Kamil, tahtını korumak, saltanatını devam ettirmek, kardeşlerinin saldırılarından emin olmak için Haçlılar'a tek ok dahi atmadan Kudüs’ü peşkeş çekmişti. El Aksa’ya haç dikilmiş, Hacer-i Muallak üzerinde şarap içilmişti. 1263’te, Türk/Memluk Sultanı Baybars, Kudüs’ü yeniden fethetti ve bu fetih, 1917’de Osmanlı’nın yine bir ihanet sonucu çekilmesine kadar sürdü.

1917’deki ihanet malum… Şerif Hüseyin, Arap coğrafyasının büyük sultanı olma hırsıyla İngilizler'le işbirliği yaparak Osmanlı’nın Kudüs’ten çıkmasını sağladı. Kudüs’ü Hüseyin’e vermediler. İhanetinin vicdan azabıyla, arkasında yüz yıldır devam eden bir facia bırakarak öldü.

Kudüs’ün tarihindeki o kara ihanet lekesi henüz silinmiş değil. Kudüs, taht kavgalarının, saltanat hırsının en değerli pazarlık aracı olarak oradan oraya peşkeş çekiliyor.

Kudüs’ün ABD tarafından İsrail’in başkenti ilan edilmesi karşısında Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap devletlerindeki suskunluk ve tepkisizlik o eski geleneğin dipdiri hayatta olduğunu gösteriyor. Dahası, saltanatını koruma hırsıyla, tıpkı el Kamil’in yaptığı, tıpkı Şerif Hüseyin’in yaptığı gibi, birileri Kudüs’ü, korkunç planların en merkezinde yeni bir ihanete hazırlıyor.

Kudüs’ün sorunu işgal değil; Kudüs’ün sorunu ihanet…

Bizi karamsarlığa sevk eden de işte bu ihanettir. Sorun sadece işgal olsa, bu kadar uzun sürmez, ardında bu kadar acı bırakmazdı. İhanet ise bizi içten içe kemiriyor, çürütüyor, elimizi kolumuzu bağlıyor, ümitlerimizi tehdit ediyor.

Şüphesiz Allah’ın da bir hesabı var ve isterse bütün planları, bütün ihanetleri alt üst edebilir. Şüphesiz Allah bize yeni bir Ömer, yeni bir Selahaddin, Baybars ya da Yavuz gönderebilir. Ancak kahramanlar, kahramanları hak eden topluluklardan çıkar. İçimizdeki el Kamil’leri, Şerif Hüseyin’leri; tahtı, saltanatı için her değerini peşkeş çekebilecek hainleri fark etmeden, onları ayıklamadan, meselenin 'dış güçler'den ziyade 'biz' olduğumuzu idrak etmeden, Allah bize fatihler nasip etmeyecektir.

Uzaktaki düşmana öyle odaklanmışız ki, burnumuzun ucunu göremiyoruz. Mahallemizi, sokağımızı bir görebilsek, İslam coğrafyası içindeki hainleri bir tespit edebilsek, Kudüs’ü slogan ya da Whatsapp parantezlerinden bir çıkarabilsek, kendi içimizde, kendi nefsimize doğru kutlu yolculuğa bir çıkabilsek, o yol bizi doğrudan Kudüs’e götürür.

İhaneti bir aşabilsek, işgali aşmak çok kolay…

#Türkiye
#Kudüs
#Filistin