Bolu Kartalkaya’da Grand Kartal Otel’de çıkan yangında hayatını kaybedenlerin sayısı dün 79’du, bugün 78. Çünkü Adli Tıp küller üzerinde DNA incelemeleri yapıyor ve belli ki ayrıştırmakta zorlanıyor. Kimileri dumandan boğularak, kimileri önce bebeğini 12. kattan atıp sonra kendisi atlayarak hayatını kaybetti. “Talihli” olanlar uykularından hiç uyanmadan ruhlarını teslim ettiler. Kimileri de alevlere teslim oldular.
Dört gündür ne konuşuyoruz? “Yetki kimdeydi?”, “Kim sorumlu?”, “Kim denetlemeliydi?” “İktidar mı hatalı, muhalefet mi?” Meselenin özüne yine inemedik. “Bize ne oluyor?” diye soramadık. Yangın unutuldu, hayatını kaybeden canlar, yaralılar unutuldu. Bir kör dövüşünü, kayıkçı kavgasını, duygudan uzak, kıran kırana bir propaganda yarışını izliyoruz. Ne bir istifa, hatta ne bir özeleştiri var; mahcubiyetle yüzünü yere eğmek mi? Çok beklersiniz. Sadece pişkinlik, vurdumduymazlık, suskunluk, daha bir aşkla, daha bir hırsla koltuğa yapışmak var.
Yetmiş sekiz canın yitirildiği yangının daha dumanları tüterken, yan otellerde kalanlar tatillerine, kaymaya devam ediyorlarmış. Şaşırdık mı? Tabii ki hayır. Artık şaşırmıyoruz. 6 Şubat depreminin daha ilk saatlerinde, borsa açılınca çimento hisselerinin yükselmesine şaşırmadığımız gibi, Hakkari’de 12 yaşında bir çocuğun kütüphaneye giderken başıboş köpekler tarafından parçalanmasına, ite taparların çıkıp pişkince “köpek değil kurttur onlar” demesine, yetkililerin “patili dostlarıyla” poz vermesine şaşırmadığımız gibi, Gazze’de soykırımın dumanı tüterken İsrail’le ticaretin başlatılması hesabı yapanlara şaşırmadığımız gibi, ülkenin en azılı militan sosyalistlerinin, en azılı, militan faşistinin tutuklanmasını eleştirdiğine şaşırmadığımız gibi, işini gücünü bırakıp Bolu sokaklarında Suriyeli avına çıkan, yaptığı hukuksuzlukla övünen, 78 canın kaybedilmesinden doğrudan sorumlu olan bir şaklabanın pişkinliğine, ilgili Bakanlığın sessizliğine, ölümler üzerinden rant devşirmeye çalışan vicdansızlara, hissiz politikaya ve elbette dumanı tüten yangın yerinin yanı başında tatiline hiçbir şey olmamış gibi devam edenlere de şaşırmıyoruz.
Ne oluyor bize? Nereye gidiyoruz? Milletçe en yüksek ortak duygumuz olan merhamete ne oldu? Hürmet nereye gitti? Mahallenin öte ucunda cenaze var diye evinde televizyonu kapatan dayanışma ruhu nereye kayboldu? Utanma duygusunun, acıma duygusunun, edebin, adabın, erdemin, kanaatin, tevazuun, yardımlaşmanın, vefanın, ağırbaşlılığın başına neler geldi böyle?
Oysa en başta bunu, bu esas meseleyi, çürümeyi, kopuşu, insanlıktan koşarak uzaklaşmayı konuşmak zorunda değil miyiz? Temel meselemiz, beka meselemiz, en büyük sorunumuz bu değil mi? Depremin de yangının da bize dayattığı tartışma aslında bu değil mi?
Garplı yani Batılı olamadık. “Ol” demekle, baskıyla, dayatmayla Batılı olunamayacağını dahi anlamadık. Nasıl olalım ki? Biz hırsız değiliz ki bütün Amerika kıtasında soykırım yapıp içini boşaltalım, bütün Afrika’yı sömürelim. Barbar değiliz ki bitmeyen savaşlarda milyonları katledelim. Merhametsiz değiliz ki zayıfı ezelim. Bencil değiliz ki kendi refahımız uğruna başkasını katledelim.
Şarklı yani Doğulu da kalamadık. Çıktığımız, çıkarıldığımız ucubeleşme yolunda bizi biz yapan değerlerimizden uzaklaştık, uzaklaştırıldık.
Garplı gibi binalar yapıyor ama çimentosunu, demirini çalıyor, kolonları kesiyoruz. Garplı gibi otomobillere biniyor ama emniyet kemeri yuvasına “toka” takıyor, muayeneye giderken komşudan yangın tüpünü ödünç alıyor, direksiyona kendimiz geçmiyor, içimizdeki canavarı geçiriyoruz. Garplı gibi tüketiyor ama çalışmadan, kısa yoldan köşe dönelim istiyoruz. Garplının sistemlerini taklit ediyor ama ona rüşveti, dolandırıcılığı, hukuksuzluğu katıyoruz. Garplı gibi dünyevileşiyor, deniz tatilleri, kayak tatillerine gidiyoruz ama otellerin yangın tertibatına üç kuruş harcayıp tedbir almıyoruz.
Bolu yangını birkaç gün daha konuşulacak. Sonra hiçbir şey olmamış gibi hayat devam edecek. Hırstan gözü dönmüş işadamı, kâr derdiyle kör olmuş müteahhit, ikbal aşkıyla koltuğuna yapışmış belediye başkanı, “Bu vartayı da atlattık” diyen hissiz bürokrat, sessizliğe gömülmüş bakan, trajediden oy devşirmeye çalışan siyasetçi, “Bana dokunmayan bin yaşasın” diyen vatandaş kaldığı yerden yoluna devam edecek.
Ne siyaset, ne parti, ne inanç, ne mezhep, ne meşrep meselesi bu. Bu bir millet meselesi. Özünden uzaklaşıp bilinmeze, derin uçurumlara ilerleyen bir çürüme meselesi bu. Tartışacaksak bunu tartışalım, gerisi lâfügüzâf.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.