Bir Müslüman ve Türk olarak şahsen Silahlı Kuvvetlerimizin hemen şimdi harekete geçmesini, Kudüs’ü fethetmesini, bayrağımızı Kudüs surlarına çekmesini çok ister, çok arzularım ama işler böyle yürümüyor. Birincisi devletin de bunu benim kadar istemesi gerekiyor. İkincisi devletin bunu gerçekleştirecek güce sahip olması gerekiyor. Üçüncüsü ve en önemlisi milletin de bunu istemesi gerekiyor. İşte benim idealist, romantik, maceracı duygularım böyle geliyor ve millet gerçeğine toslayıp tuz buz oluyor.
Bir Müslüman ve Türk olarak şahsen Silahlı Kuvvetlerimizin hemen şimdi harekete geçmesini, Kudüs’ü fethetmesini, bayrağımızı Kudüs surlarına çekmesini çok ister, çok arzularım ama işler böyle yürümüyor.
Birincisi devletin de bunu benim kadar istemesi gerekiyor. İkincisi devletin bunu gerçekleştirecek güce sahip olması gerekiyor. Üçüncüsü ve en önemlisi milletin de bunu istemesi gerekiyor.
İşte benim idealist, romantik, maceracı duygularım böyle geliyor ve millet gerçeğine toslayıp tuz buz oluyor.
Gazze’de devam eden soykırımın aynı zamanda bir milli mesele olduğuna şüphe yok. Ama yine de millet bir bütün olarak ortak duygularda buluşamayabilir. Hatta Gazze’den bile daha büyük, daha doğrudan etki eden meselelerde bile millet ortak bir duygu geliştirmeyebilir. İstiklal Savaşımızın şeffaf bir tarihi yazılabilse, orada bile milletin bütün olarak aynı fikirde olmadığı, onca kahraman ve kahramanlık destanı yanında “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” ya da “gelen ağam giden paşam” ya da “her koyun kendi bacağından asılır” duygusunun da var olduğu, 110 bin kişilik ordunun en az 10 bin neferinin firar ettiği, İstanbul’da, İzmir’de işgal güçleriyle iş tutulduğu, iş adamlarının işgal gücü temsilcilerinin kuyruğunda ihale kovaladığı, bütün bunların zafer kutlamalarında herkesi ezip öne geçtiği, mesela Ali Kemal’in linç edilmese, benzerlerine bakınca, belki de Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu ve sahibi olup en radikal Kemalist olacağı gerçekleriyle yüzleşebilirdik.
İsrail ürünlerine ve soykırıma destek veren markalara yönelik boykotta da böyle bir acı gerçeğe çarpıyoruz. Boykotu umursamayan ya da önemsemeyen önemli bir kitle var. Sadece İsrail sempatizanları, seküler vs. kesim değil, adına ne derseniz deyin, muhafazakarlar, dindarlar içinde dahi boykotu bir mesele edinmeyenler var. Beş vakit namazını camide cemaatle kılıp, dükkanında boykotlu ürünler satan, iftar sofrasında orucunu Coca Cola ile açan, abdestiyle McDonalds’tan, Burger King’ten, Starbucks’tan rahatça yiyip içenler var. Evet, acı gerçek bu.
Anne-babaların, çocukların, en yakın dostların uymadığı, önemsemediği bir boykota, ülkenin yarısının oyunu almış bir iktidarın tamamen uymasını beklemek de hayal kırıklığından başka bir şey doğurmaz. Çok daha fazlasını yapabilirdi iktidar; örneğin Rize’deki skandala daha sert tedbir alabilirdi, İsrail’le ticareti savunan genel başkan yardımcısını kenara çekebilirdi, diplomatik ilişkileri sonlandırabilir, İsrail’le ticareti dedikoduya mahal vermeyecek biçimde kesebilirdi. Ama dedik ya, bizim arzularımızla, hassasiyet ölçümüzle iktidarın istikameti her zaman tamı tamına örtüşmeyebilir.
Büyük Filistin meselesini ve Gazze soykırımını alıp, getirip, küçültüp, daraltıp siyasi muhalefetin malzemesine dönüştürmek Filistin’e de, Gazze’ye de fayda sağlamaz, sağlamıyor.
Örneğin, Almanya’nın kucağına oturmuş, Almanya adına Türkiye’ye operasyon çektiği çok açık olan, Gazze soykırımına açıktan silah ve finans desteği sağlayan Almanya’ya karşı tek cümle kuramayan, hatta protesto edilen Kathrin gemisinin Almanya’ya ait olmadığını canhıraş savunup ülkesini aklamaya çalışan, sosyal medya hesabında kendisini “gbt birey” olarak tanıtan, yani cinsi sapkınlığıyla “onur” duyan, dolayısıyla ahlaksız, ilkesiz, güvenilmez birinin, yani Metin Cihan’ın başını çektiği kampanyanın bir Gazze ya da Filistin duyarlılığı içerdiği söylenebilir mi?
Nasıl ortaya çıktıkları, nereden beslendikleri belirsiz bir takım grupların meseleyi sadece siyasete, sadece iktidara indirgemeleri samimi eylemler olarak değerlendirilebilir mi?
Yanlış anlaşılmasın: Bu bir iktidarı aklama, savunma yazısı değil; bütün doğru bilgileri tek tek değerlendirdiğimizden, kimin nerede durduğunu not ettiğimizden, bütün o protestoları, itirazları, eleştirileri canı gönülden desteklediğimizden kimsenin şüphesi olmasın.
Ancak meseleyi salt iç siyasete ve iktidar eleştirisine indirgeyenler “siz bir bardak Starbucks kahveyi protesto ederken bakın birileri deveyi hamuduyla götürüyor” duygusunu besleyerek boykotu kırmaya, kırgınlık, yılgınlık, umutsuzluk oluşturmaya zemin hazırlıyorlar. Haydi Metin Cihan bunu kasıtlı yapıyor da, samimi Müslümanlar bunun farkındalar mı acaba?
Boykota katılanların az olduğunu önce bir kabul edelim. Ama yine de bu boykot, Türkiye’de ve dünyada bugüne kadar yapılanlar arasında en geniş katılımlı boykot. Daha güzel tarafı da şu: Bu boykot, şuurun artmasına neden oldu; çocukların dahi marketlerde boykot ürünü sorguladığına şahit oluyoruz. Azız ama dünden çokuz; görülüyor ki yarın daha çok olacağız. Üstelik boykot da epeyce etkili oluyor.
Kim ne yaparsa yapsın, ne derse desin, başkasını umursamadan, İsrail ürünlerine ve soykırımı destekleyen markalara boykota yıkılmadan, yorulmadan, bıkmadan, usanmadan devam! Bedduamız çok açık: Kim ki yağmurlu havada İsrail’e bir bardak su veriyorsa, eli kurusun, dili kurusun!