100 yıl önce bir Kurban Bayramı günü…

04:0023/08/2018, Perşembe
G: 23/08/2018, Perşembe
Aydın Ünal

Birinci Dünya Savaşı 28 Temmuz 1914 yılında başladı, Osmanlı Devleti için 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’yle son buldu.2014 yılından itibaren Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü içinde bulunuyoruz. Ne yazık ki, Çanakkale, Sarıkamış, Kutül Amare gibi bazı anmalar dışında, bazı dergilerin ve dar tarih çevrelerinin çalışmaları haricinde Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü hak ettiği ilgiyi görmüyor.Oysa bugünün Türkiye’sinin birçok sorunu 100 yıl önce yaşanmış Birinci Dünya Savaşı’na ve

Birinci Dünya Savaşı 28 Temmuz 1914 yılında başladı, Osmanlı Devleti için 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’yle son buldu.

2014 yılından itibaren Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü içinde bulunuyoruz. Ne yazık ki, Çanakkale, Sarıkamış, Kutül Amare gibi bazı anmalar dışında, bazı dergilerin ve dar tarih çevrelerinin çalışmaları haricinde Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü hak ettiği ilgiyi görmüyor.


Oysa bugünün Türkiye’sinin birçok sorunu 100 yıl önce yaşanmış Birinci Dünya Savaşı’na ve bu savaşın sonuçlarına dayanıyor. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın şekillenmesi, sınırlarının çizilmesi, İsrail sorunu, Filistin meselesi, petrol ve daha nice güncel mesele 100 yıl öncesinden bugüne taşınıyor.

Falih Rıfkı, “Biz eğer Vardar’ı, Trablus’u, Girit’i ve Medine’yi bırakırsak, Türk milleti yaşayamaz sanıyorduk. Çocuklarımızın Avrupa’sı Marmara ve Meriç’te bitiyor” yazmıştı. Bugün coğrafi tahayyülümüz sadece Marmara ve Meriç’te bitmekle kalmıyor; tarih tahayyülümüz de 1919’da takılıp kalıyor.

1917 yılının başlarında Bağdat, Mekke, Medine, Kudüs, Sana, Şam ve daha nice şehir Osmanlı idaresi altındaydı. Yıl içinde Erzurum, Erzincan, Bağdat işgal edildi. Osmanlı ordusu iki kez Gazze’de İngiliz taarruzunu kahramanca durdurdu. Ne var ki, 1917 sonunda, önce Gazze, ardından Kudüs İngilizlerce işgal edildi. Şerif Hüseyin’in başlattığı isyan Hicaz’a yayıldı, Mekke elimizden çıktı, Medine kuşatıldı.

1918 yılında Osmanlı ordusu Bağdat, Medine, Kudüs hattının kuzeyini korumaya çalışıyordu. Suriye’nin tamamı, Filistin’in bir kısmı, Lübnan hala Osmanlı idaresi altındaydı. Ancak İngiliz, Fransız ve onların beslediği Şerif Hüseyin’in durmaya niyetleri yoktu.

1918 yılının 16 Eylül’ünde, bu topraklardaki son Kurban Bayramı’nı idrak ettik.

Osmanlı ordusu, eğer savunduğu hat kırılırsa, düşmanın batıda İzmir’e, İstanbul’a, güneyde Toroslar’a kadar yürüyeceğini biliyordu. Askerimizin morali en üst seviyedeydi. Sıcağa, çöle, susuzluğa, ihanete rağmen asker, toprağını savunmak için teyakkuzda bekliyordu.

Gelen istihbarat, İngilizlerin büyük bir taarruz başlatacağı yönündeydi. Askerimiz Kurban Bayramı’nın tetikte geçirmişti. Medine’de ise, Fahrettin Paşa kumandasındaki birliğimiz, bırakın kurbanı, yiyecek ekmek bulamıyor, çekirge ile besleniyordu.

İngilizler 1918 yılı Kurban Bayramı’nın 3. gününde, 18 Eylül’de büyük saldırıyı başlattılar. 3 ay sonra, Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığında, artık ne Şam, ne Beyrut, ne Halep Osmanlı toprağıydı. Elimizde artık sadece Medine kalmıştı. Fahrettin Paşa Mondros Mütarekesi’ni tanımıyor, bir avuç askeriyle Medine’yi ve Mescid-i Nebevi’yi kahramanca savunuyordu. 1919 yılının başlarında Medine de teslim olmak zorunda kalacaktı.

1918 yılının Kurban Bayramı, Suriye, Filistin, Lübnan, Suudi Arabistan, Yemen, Irak topraklarındaki son Kurban Bayramımız oldu; o Kurban Bayramı’nda başlayan saldırı, İstanbul’un işgaline kadar devam etti.

Yarbay Selahattin (Günay), Hz. Peygamber’in nübüvvetten önce teşrif ettiği Dera yakınlarındaki Busra şehrine bir Kurban Bayramı’nda askerleriyle veda ederken yaşadığı hadiseyi hatıralarında naklediyor:

“Bu ayrılış o kadar hazindi ki, bunu layıkıyla izaha imkan göremiyorum. O canım yerleri belki bir daha görmemek üzere terk ediyor, vatanın bu parçasını öksüz ve yetim bırakıyorduk. İki gözümüz iki çeşme gayri ihtiyari boşanıyor, her attığımız adımı artık hasretle geride bırakıyorduk. Ah o ne acı anlar ve günlerdi… Yirmi beş yaşlarında bir Arap delikanlısı karşıma çıktı… Elimi öptü, ‘ah siz ve siz Türkler bizi kimlere bırakıp böyle gidiyorsunuz ya Selahatin? Arkanızda koca bir tarih bırakarak buradan ayrılıyorsunuz. Ne yazık ki biz sizleri bulamayacağız’ diye hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve ayakta duramıyordu. Sonra kalenin duvarına dayandı. Ne çare ki ben yolumdan kalamazdım…” (Suriye ve Filistin Hatıraları, Selahattin Günay, 2006, İş Bankası Yayınları)

100 yıl önce, 16 Eylül 1918’deki Kurban Bayramı’ndan bu yana, coğrafyamızda ne Ramazan Bayramlarının, ne de Kurban Bayramlarının tadı var.

Çoğu zaman bayramları bile aynı günde yapmıyoruz.

Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümünü fırsat bilip biraz daha konuşsak, yazsak, tartışsak, ülkemizin ve bölgemizin sorunlarını daha iyi anlayacağız. Kim bilir, belki de anlamayalım diye, tarih 1919’un öncesine bir türlü geçemiyor.

#Birinci Dünya Savaşı
#Kurban Bayramı