“Türk mahkemelerinde jüri, hakimin sağında mı oturur, solunda mı?..” Sınıfta önce kısa bir sessizlik oluyor. Tavana bakanlar, birbirlerine bakanlar birkaç saniye sonra cevabı bulduklarını düşündüren ışıltılı gözlerini bana dikiyorlar... Ben de içlerinden birini işaret ediyorum; “Buyurun, siz söyleyin; sağda mı, solda mı?..” Cevabı alıp bir başkasına geçiyorum... Üniversite ikinci sınıf öğrencilerine verdiğimiz bir dersin ilk günü yıllardır bu soruyla başlıyor... Sonuç genellikle aynı; öğrencilerin
“Türk mahkemelerinde jüri, hakimin sağında mı oturur, solunda mı?..” Sınıfta önce kısa bir sessizlik oluyor. Tavana bakanlar, birbirlerine bakanlar birkaç saniye sonra cevabı bulduklarını düşündüren ışıltılı gözlerini bana dikiyorlar... Ben de içlerinden birini işaret ediyorum; “Buyurun, siz söyleyin; sağda mı, solda mı?..” Cevabı alıp bir başkasına geçiyorum...
Üniversite ikinci sınıf öğrencilerine verdiğimiz bir dersin ilk günü yıllardır bu soruyla başlıyor... Sonuç genellikle aynı; öğrencilerin yarısı “sağda oturur”, yarısı “solda” diyor...
Şöyle gür sesiyle, “Hocam, jüriyi nereden çıkardınız?! Türk mahkemelerinde jüri yok!” diyenine inanın rastlamadık!.. “İzleyiciye göre mi, hakime göre mi?” sorusu gelmiyor değil ama...
Durum böyle mi?.. Bizim sektör için gözlemlerimiz ortaya koyuyor ki; Türkçe yazıp konuşma konusunda değil üniversite, ortaokul mezununa yakışmayan bir seviye söz konusu... Üstelik bizim sektör, iletişim... Yani ilgili bölüm mezunlarının sahip olması gereken ilk uzmanlık dile hâkimiyet... Peki, gençler iş dünyasına atıldıkları zaman yaşadıklarını nasıl tarif ediyorlar? “Önce okulda öğrendiklerimizi bir kenara bıraktık, iş dünyası öğrendiklerimizden çok farklı” cümlesini duymayan kalmamıştır herhâlde...
“Eğitim, kafayı geliştirmek demektir; belleği doldurmak değil.”
Mark Twain
İletişim Aklı, geliştirdiği ve sunduğu uzmanlığın soyut ve herkesin hayatında mutlaka bulunan alanlar üzerine olmasıyla sınanmaktadır. İletişim konusunda herkesin bir fikri olduğunu bilir, buna rağmen sosyal bilimler başta olmak üzere akademik çalışmalara dayanarak ‘doğru yolu’ göstermekle yükümlüdür.
AB ülkeleri tarafından kabul edilen ve dünyanın ilk “Yapay Zekâ Yasası” olarak anılan kurallar, Ağustos başında yürürlüğe girdi. Bundan sonra AB üyesi 27 ülkenin bu alandaki düzenlemelerini yasalarıyla uyumlu hâle getirmesi bekleniyormuş. Kurallar, yapay zekâ sistemlerinin ‘topluma zarar verme seviyesi’ne göre gruplandırılmış. Risk derecesi arttıkça kurallar katılaşıyormuş. Örneğin, ulaşım, sınav puanlaması, cerrahi işlemler, istihdam prosedürleri, banka kredileri için yapılan değerlendirmeler, vize başvurularının incelenmesi gibi insan hayatını ciddi ölçüde etkileyebilecek, sağlığını tehdit edebilecek alanlar “yüksek riskli” olarak sınıflandırılmış. Avrupa’da yer yerinden oynamadı, kimse “Hani benim ifade özgürlüğüm” bahanesiyle ortalığı bulandırmadı. Yasa, tam tersine, insan haklarını koruma perspektifiyle kabullenilmiş görünüyor. Bizdeki Avrupa hayranları şaşırıp kalmışlardır herhâlde...
Henley & Partners tarafından, Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği’nin (IATA) resmî verileriyle düzenli olarak yayınlanan “Pasaport Endeksi”ne göre; Singapur, “Dünyanın En Güçlü Pasaportu” unvanını yeniden devralmış. Endeksin en alt sırasında Afganistan yer alırken, geçen yıl 52. sıradaki Türk Pasaportu 7 basamak yükselerek dünyanın en güçlü 45. pasaportu olmuş. Bilindiği gibi dünyadaki kazanımlar, büyüklük, güç ve liderlik birden fazla parametreyle ölçülüyor. Bu bağlamda; örneğin geleneksel ekonomi, askeri güç “sert güç” (hard power) kategorisine giren parametreler... Bunlar her ne kadar ‘olmazsa olmaz’ sayılsa da marka değeri açısından yeterli değiller. Pasaportumuzun ne kadar değerli olduğu ise sanatta, kültürde, sporda, eğitimde, bilimde ortaya koyduğumuz başarılar, ürünler gibi “yumuşak güç” (soft power) kapsamındaki kıymetlerimizden...