Yeni Şafak·ALİ SAYDAM - Stockholm sendromuGenellikle bilinir ama yine de açıklamaya çalışalım…Britannica, ‘Stockholm Sendromu’nu şöyle tarif ediyor: “Tutsağın, kendisini tutsak edenler, onların gündemleri ya da talepleriyle yakından özdeşleşmeye başladığı psikolojik tepki.”PsikiyatrNils Bejerottarafından tanımlanan sendrom, adını 1973 yılında İsveç’in başkenti Stokholm’de yaşanan bir olaydan almış. Banka soyguncusu tarafından 6 gün rehin tutulan bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanınca onu
“Al gülüm, ver gülüm… Belli çevrelerce çok konuşulan ama en az seyredilen filmlerin artık ‘ödüllü’ konuşmacıları hükûmeti yerden yere çalacaklar… […] Festivalin aldığı bu pespaye hâl yıllar öncesinden belliydi… Şu durumda geriye yalnızca bir ihtimal kalıyor: Bakanlık, hükûmet aleyhinde yapılacak konuşmalara rağmen desteğini esirgemeyerek ‘özgürlük ortamının’ altını çizmek istedi…”
“Film, aslında bir kötülük, bir linç hikâyesi… Bir yıl boyunca bir odada oturup, bu coğrafyadaki kötülük meselesini anlamaya çalıştık… Şunu hissetmeye çalıştık; nasıl oluyor da böyle bir durumda insanlar böyle bir kötülüğün içerisinde çoğunluk olabiliyor?..
Maalesef bitmiyor bu kötülükler… Biz gençliğimizde o kurumları çok iyi bilirdik; çünkü en ufak bir demokrasi mücadelesinde, en ufak bir hak arayışında çok ciddi devlet şiddetine maruz kalıyorduk… O zaman işkenceye uğrayan arkadaşlarımızla gittiğimiz ya da hukuk aradığımız birkaç kurum vardı: Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve İnsan Hakları Derneği… Ve bu kurumlardaki ‘Hep Barış olsun’ diyen, asla ‘Savaş olsun’ demeyen bir kadın, Şebnem Korur Fincancı, yine sadece ‘Barış’ dediği için maalesef bir linç kampanyasına maruz kaldı. Umarım son olur, umarım bir an önce cezaevinden çıkar… Bu ödülü ona ithaf ediyorum.”
Allah devletimizi yanlış ‘kültürel tercihlerden’ korusun…