Önce ‘ne’ vardı?..

04:001/01/2025, Çarşamba
G: 2/01/2025, Perşembe
Ali Saydam

“Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek, deliliktir.” Albert Einstein Hristiyanlıkta önce söz, Yahudilikte önce eylem var olduğuna inanılırken, bizim inanç sistemimizde bu ikisi arasında uyum olduğu tespit edilir, ‘söz ve eylem’ iç içedir. Başka bir deyişle; söz, eylemle aynı anda vaki olur. Vahiy hayatı hayatın tam içinde dönüştürür. Bu giriş cümlelerinin hikmetini yazının son bölümünde vuzuha kavuşturacağız… Büyük ve orta boy şirketler için yılda en az 4-5 kere ‘Ortak Akıl’

“Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp
farklı sonuçlar beklemek, deliliktir.”
Albert Einstein

Hristiyanlıkta önce söz, Yahudilikte önce eylem var olduğuna inanılırken, bizim inanç sistemimizde bu ikisi arasında uyum olduğu tespit edilir, ‘söz ve eylem’ iç içedir. Başka bir deyişle; söz, eylemle aynı anda vaki olur. Vahiy hayatı hayatın tam içinde dönüştürür.

Bu giriş cümlelerinin hikmetini yazının son bölümünde vuzuha kavuşturacağız…

Büyük ve orta boy şirketler için yılda en az 4-5 kere ‘Ortak Akıl’ toplantıları düzenleriz. Kuruluşlar bu toplantıları, genellikle mecbur olduklarından değil, bir gün değişime muhtaç olacaklarını önceden keşfettikleri için kendilerini yeni ortamlar doğrultusunda yeniden konumlamak için yaparlar.

‘Ortak Akıl’ toplantılarında genellikle şu sorulara cevap aranır: Dünya nereye gidiyor, Türkiye nereye gidiyor, sektörümüz nereye gidiyor, firmamızın ‘algılanan’, ‘iletişimi yapılan’ ve ‘arzulanan’ kimlikleri neler?

İlginçtir; dünyanın gidişatı hakkında son derece olumsuz tespitler yapılırken, Türkiye’nin ve sektörün geleceği üzerine, tam tersine, olumlu algılar paylaşılır…

Bir başka ilginç durumsa, algılanan kimlik ile iletişimi yapılan ve arzulanan kimlik arasındaki ‘uçurumlar’dır… Stratejik İletişim’in amacı da zaten bu uçurumu kapatarak söz konusu üç kimliği özdeş hâle getirmektir…

Oxford Sözlüğü tarafından 37 binden fazla kişinin katılımıyla seçilen yılın kelimesine bakmak, dünyadaki mevcut durumu anlamak için yeterli olabilir: “Brain rot”; Türkçesiyle “Beyin Çürümesi”… “Zihin Erozyonu” diye karşılayanlar da varmış… Sözlük, kavramı, “Bireyin zihinsel veya entelektüel durumunun bozulması, özellikle çevrim içi içeriklerin aşırı tüketimi sonucu oluşan durum” şeklinde tanımlıyor. 2023 ve 2024 arasında bu terimin kullanım oranı yüzde 230 artmış...

Trump’ın seçilmesini, Almanya’da Nazi AfD Partisi’nin yükselişini, Fransa, İtalya ve Hollanda başta olmak üzere neredeyse tüm Avrupa ülkelerinde yabancı düşmanlığı, İslamofobi üzerine oynayan faşist partilerin, otokratların artışını, İsrail’in Gazze katliamını ve bölgeye saldırılarını, saçma sapan Ukrayna-Rusya savaşını, ABD’nin hegemonik gücünü artırmak için Rusya’ya coğrafi olarak yakın ülkeleri NATO’ya dahil etme fikriyatını, Çin’i çevrelemek için Pasifik’te oynadığı oyunları, bir nükleer savaşı tetiklemek için tüm tarafların alesta beklemesini, “Beyin Çürümesi”nden başka neyle izah edebilirdik ki…

Türkiye’ye gelince; ikili bir durum var… Dünyanın gidişatının önüne bırakıverdiği sorunlarla baş edebilecek ve ülkeyi geleceğe taşıyacak vizyonun inşasını sağlayacak imkân ve kabiliyetleri haiz olmasına rağmen gaza basarken, diğer ayağıyla da frene asılıyormuş gibi bir durum var sanki…

Ülkemiz, makro ekonomik düzeyde ciddi gelişmeler kaydedip, stratejik altyapı yatırımlarını (köprü, yol, liman, havalimanı, demiryolları, entegre ticaret yolu projeleri vs.) büyük bir başarıyla hayata geçirirken; Millî Enerji ve Maden Politikası ile uygulamaları, millî savunma sanayi ve terörle mücadele hamleleri sayesinde de bölgesel, hatta bölgeler üstü bir güç, bir aktör olarak algılanmasını sağlayıp gaza basıyor.

Gelelim frenlere… Bu aşamada sadece şu tespiti yapmamızda bir sakınca yoktur sanırım: Türkiye’yi dünya ve bölgenin maruz kaldığı olağanüstü kriz dönemlerinden çekip çıkaracak, bunun için Anadolu İrfanı’na inanç konusunda halkın tekrar odaklanmasını ve özgüven kazanmasını sağlayacak pek çok parametrenin yönetilmesinde, yani üst yapı meselelerinin ele alınıp çözümlenmesinde hâlâ ciddi sorunlarla baş etmek durumunda bulunduğumuz gerçeği…

Türkiye’nin önünde başta Adalet Sistemi’ne inanma ve güvenme meselesi olmak üzere, Cumhurbaşkanı’nın tespit edip defaatle dile getirdiği Millî Eğitim, Millî Kültür, Millî Gençlik gibi ‘soft issues’ (yumuşak konular) ve ‘soft power’ (yumuşak güç) alanlarında gitmesi gereken hayli uzun bir yol bulunmaktadır…

Adında ‘Adalet’ sözcüğünün yer aldığı bir siyasi partinin iktidarında, yapılan tüm araştırmalarda adalete güvensizlik yüzde 70’lerin üzerinde çıkıyorsa, o ülkenin yüzük taşları gibi nadide okullarından mezun olan gençleri geleceklerini yurt dışında aramak üzere ülkeyi terk ediyorsa; tıpkı bir zamanlar olduğu gibi iktidarın, o noktaya kadar yapılmış işleri, atılmış adımları tekrar gözden geçirme, aynı  şeyleri tekrarlayarak farklı sonuçlar elde etmeyi beklememe, liderinin önderliğinde iktidara gelişinde yaptığı gibi ezberleri bozma (disruption) için yola çıkmasının zamanı çoktan gelmiş demektir.

Ülkede frene basan, ağaçlardan ormanı göremeyen, ülkenin millî bağımsızlık ve bölünmez bütünlük meselesi umurlarında olmayan, her türden gelişime takoz koymaya çalışan muhalefet ve bürokratik oligarşi kesimlerinin önünü almanın yolu, esasen ‘yumuşak güce’ yapılacak vizyoner yatırımlarla mümkün olabilecektir…

Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız unsurlara gereken önem verilmemesi, üst yapı için geçerli manevî boyutu giderek zayıflatabilir; adalete, devletin kurumlarına güveni hırpalamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürebilir, kararsızların oylarının hızla artmasından görüleceği gibi umutsuzluğa yol açabilir, toplumun algılamasını ve ayarlarını altüst edebilir…

Bir milletin krizlere ve tüm olumsuzluklara karşı ‘bağışıklık sistemini’ ayakta tutan ve dayanma gücünü oluşturarak her türlü melanetin üstünden gelme hassasiyetini geliştiren “ortak ruhî şekillenmesi’ni”, ‘irfanını’ sağlamlaştırarak ülkeyi geleceğe taşıyacak ‘manevî varoluş nedeni’ (Reason of Existence), daha politik deyişle “Raison d’être”, “La raison d’Etat” ya da savaş hâlindeki ülkemizde söz konusu olabilecek Hikmet-i Hükûmet konusunu halkın bilincine ve kalbine taşıyacak atar damarların tıkanmaması gerekir…

Yukarıda sözünü ettiğimiz ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın liderliğinde hem bir dönem ülke içinde hem de genellikle uluslararası ilişkilerde devrimci yaklaşımla hayata geçirilmiş olan ‘Ezber Bozma’ (Disruption) refleksi sözlüklerde şöyle tanımlanmaktadır:

“Bir şeyin, özellikle de bir sistem, süreç ya da etkinliğin alışılagelmiş ve beklenen şekilde süregelmesini önlemek için ortaya konan, kullanılan geleneksel yolları, yeni yöntemler ve teknolojiyi kullanarak tamamen değiştirmek üzere ortaya konan eylem…”

Örneğin; gerek Millî Enerji ve Maden Politikası gerekse Millî Savunma Sanayii konusunda yapılmış olan budur…

Bütün olumsuz koşullar bizce bir tehditten çok, fırsata işaret etmektedir… Bu fırsatı değerlendirebilmenin yöntemi ise kendini ‘disruption’ kavramının içinde bulmaktadır…

Ezber bozmak… Lafta değil, fiiliyatta… Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına önce insanın kendisini, sonra da halkalar hâlinde genişleterek sosyal paydaşlardan başlayıp kitleleri içeride ve dışarıda ikna etmesi… Sıradan davranış kalıplarının yok edilmesi… Yeni bir inanç birliği anlayışının ve nihai hedefin oluşturulması…

Yazımızın girişinde dile getirdiğimiz “Söz ve eylem bütünlüğü” ilkesinden hareketle ilk adımı atmadan genel yaklaşım üzerinde mutabık kalmak ve Neyin, Nasıl, Ne Zaman yapılması gerektiğinden önce Niçini konusunda tam bir mutabakat sağlamak…

Türkiye bunu zaman zaman yapmıştır… Bakınız Cumhuriyet’in kuruluşu, Adnan Menderes, Turgut Özal dönemleri ve nihayet Recep Tayyip Erdoğan hükûmetleri…

Bizce yine yapılabilir… Yapılacaktır da…

#Türkiye Vizyonu
#Vizyon 2025
#Ali Saydam