Tabii ki biliyoruz… Hata, insanlara mahsus… Öte yandan yine biliyoruz ki; hatayı tekrarlamak şeytanın işi… Şeytanın işe sık sık karıştığı bizim entelijansiyada, yanılmakla malul üç uzman türü vardır: Spor uzmanı, ekonomi uzmanı, uluslararası ilişkiler uzmanı. Bunların üçünü birleştirirseniz; ortaya çıkan uzmanlığa da affınıza sığınarak ifade edelim, “Herbokolog” diyorlar… En çok da siyasi analizlerde bu türden uzmanlara bolca rastlıyoruz… İsmiyle müsemma söz konusu uzmanların en büyük özellikleri,
Tabii ki biliyoruz… Hata, insanlara mahsus… Öte yandan yine biliyoruz ki; hatayı tekrarlamak şeytanın işi…
Bunların üçünü birleştirirseniz; ortaya çıkan uzmanlığa da affınıza sığınarak ifade edelim, “Herbokolog” diyorlar… En çok da siyasi analizlerde bu türden uzmanlara bolca rastlıyoruz…
Sanki onlar değildi; “Hollanda’yı kesin yeneriz” diye futbolcularımızı da milleti de gaza getirip, düş kırıklığını büyütenler… Ya da yaptıkları transfer analizlerinde genellikle yanılanlar…
Peki ne oldu?
Bizimkiler şaşkın, ama tık yok… “Yanıldık” demedikleri gibi, derhal dönüvermiş durumdalar… Müthiş uzmanlıklarıyla(!) bu sonucu kendileri öngörmüş gibi takılıyorlar…
Peki ne yapmalı?.. Bunun tek yanıtı var… Pergelin sabit ucunu Türkiye’ye koyacaksınız, başka yere değil!
Çok mu zor?
“Ne kadar bilirsen bil; bilmediğin haddinse, bence hiçsin”
Sadî-i Şîrâzî
İletişim Aklı, yenilenmeyi bilir… Yenilenmenin; son moda trendlere adapte olmak anlamına gelmediğini, gerekli olanın varoluş nedenini, değerlerini muhafaza ederek ‘zamanın ruhu’na uymak olduğunu ise çok iyi bilir.
Merih Demiral’ın Türkiye-Avusturya maçında yaptığı bozkurt işareti ve sonrasında yaşanan olaylarla ilgili herkes bir şey söyledi ama halk genelinin ne düşündüğüyle ilgili niceliksel bir bilgi ihtiyacını gidermeyi AREDA Survey başardı. Firmadan Feyza Nur Akdeniz hanımın Cuma günü ilettiği araştırma sonuçlarına göre; Türk halkının yüzde 77,2’si Demiral’ın yaptığı bozkurt işaretini ırkçı bir hareket olarak görmüyormuş. Yüzde 79, bu işaretin Avusturya’da yasak olmasını yanlış bulurken yüzde 67,3’ü Avrupa’da yaşayan Türklere karşı ırkçılık yapıldığını savunuyormuş. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya’ya maça gitmesini Türk halkının yüzde 72,8’i desteklemiş. Halkın gündemini, eğilimlerini öğrenmenin en doğru yolunun birkaç soruluk, kısa sürede tamamlanacak ve analiz edilebilecek ‘poll’ adı verilen anketler olduğunu söyler dururuz. Bu türden çalışmaların artması ve yaygınlaşması, yalnızca iletişim ve iç siyaset çalışmaları değil, kamu diplomasisi için de çok önemli…
Danışmanlık şirketi Bain&Company ve İtalyan lüks tüketim üreticilerinin sektörel birliği Altagamma, “Küresel Lüks Tüketim Araştırması”nı yayınlamış. Rekor bir yılın ardından durgunlaşan lüks tüketim pazarı, üst düzey müşterilere hitap etmek ile yeni kitlelere ulaşmak arasında ikilemdeymiş. Küresel düzeyde artan işsizlik ve zayıflayan gelecek beklentileriyle karşı karşıya kalan gençler, lüks ürünlere yönelik harcamalarını ertelerken daha eski kuşaklar harcamalarını artırıyorlarmış. Bu durum karşısında birçok marka, iki yönlü yaklaşım benimsemiş: Bir yandan büyük ölçekli birebir etkinliklere ağırlık vererek üst düzey müşterilere odaklanırken, diğer yandan spor da dâhil olmak üzere yeni bölgelerde etkileşime girerek erişim alanlarını genişletmek için yatırım yapıyorlarmış. Lüks ürünlerin markalaşma için bir fırsat olarak gördüğü spor yatırımları, daha önce pek de rağbet etmedikleri padel, yarış ve futbolu da kapsayacak biçimde çeşitleniyormuş. Bu markalaşma fırsatları markalara hem yeni kitlelere ulaşmak için bir platform hem de mevcut müşterilerle yeni yollardan etkileşim kurmalarını sağlıyormuş (Engin Özköslü, Mese). Markaların, sporcu ya da kulüplerle iş birlikleri itibar ve algılanma açısından çok önemli kapılar açabilir; tabii eğer bu ortaklıkların iletişimine stratejik yaklaşılırsa (bkz. 25 Haziran tarihli yazımız)…
Fransız markası Dior’un yargılandığı Milano Mahkemesi, firmanın üretim operasyonlarına kayyum atanmasına karar vermiş. Firma, tedarikçilere 57 dolara ürettirdiği çantaları, 2 bin 500 doların üstünde fazla fiyatla satmakla ve ‘işgücü sömürüsü’yle suçlanıyormuş. Birkaç ay önce benzer gerekçelerle Armani’ye de kayyum atanmış. Lüks moda markalarının içine düştükleri bu durum, kendi ayaklarıyla krize doğru tıpış tıpış yürüdükleri anlamına geliyor. Ancak, iki firmanın bugüne kadar inşa ettikleri itibar onları önemli ölçüde koruyacaktır. Tabii en kritik husus, şu süreçte iletişimlerini nasıl yönetecekleridir…