İnançların tarihleriyle ilgili yapılan araştırmalarda pek çoğunda bayram kutlamalarının mevcut olduğu görülmektedir. Gerek yaşayan gerekse mensubu kalmamış ve tarih sahnesinden silinmiş olan inançlarda birbirine benzer özellikler taşıyan bayramlar hep olagelmiştir. Bazılarında ibadet deyince neredeyse akla bayramlar gelmektedir. Kendi inanç tarihlerinde iz bırakmış bazı dini olaylar, önemli şahsiyetlerin doğumları, ölümleri, gerçekleştirdikleri önemli işler, yaşadıkları olağanüstü haller vb hususlar bayram kutlamalarına gerekçe teşkil etmektedir. Hatta Hıristiyanlık'ta bu anlayış o kadar ileriye götürülmüş ki, yılın her gününü bir Aziz'e tahsis etmişler ve o gün o azizin ismiyle anılır olmuş. Avrupa'da bir miktar yaşayanlar farketmiş olabilirler, bazı günler öğrenciler okula gitmezler, sebebini sorduğunuzda örneğin, “bugün 23 Şubat Saint Policarpus Bayramı ya da 14 Şubat Saint Valentin Bayramı” gibi cevaplar verirler. Yani o azizin adını taşıyan o gün bayram olduğu için tatil yapılır. Bizde son yıllarda bazı kesimlerce “Sevgililer Günü” diye kutlanan 14 Şubat esasında bir azizi anma günüdür. Hıristiyan kültürünün Müslüman bir toplumu nasıl esir aldığının en bâriz göstergelerinden biridir. Noel Bayramı'nın şimdi bir de kardeşi oldu: Aziz (Saint) Valentin Bayramı.
İslam'dan önce Arabistan'da da çok çeşitli bayram kutlamaları yapılırdı. Nitekim Peygamberimiz (sav) Medine'ye hicret ettiğinde Medinelilerin iki bayram kutladıklarını görünce bunların ne olduğunu sordu. Medineliler: “bunların adı Nevruz ve Mihricân'dır. Biz İslam'dan önce cahiliye devrinden beri bu günlerde bayram yaparız” dediler. Bunun üzerine Allah Rasulü (sav): “Şüphesiz Allah size o iki bayramın yerine daha hayırlı olan iki bayramı yani Ramazan Bayramı'nı ve Kurban Bayramı'nı vermiştir” dedi (Ebu Davud, 1134).
İşte o tarihten itibaren İslam medeniyetinin iki büyük bayramı Ramazan ve Kurban bayramları olarak ifa edilmektedir. Bu yıl da bir ay boyunca Ramazan ayında oruçlarımızı tuttuk, artık bugün bayram yapıyoruz. İlk günlerdeki yazılarımızda “ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı, umulur ki korunursunuz” (Bakara, 183) ayetini izah ederek hikmetlerinden ve geçmiş toplumlardaki orucun uygulanış şekillerinden bahsetmiştik. Bu ayetten hemen sonra gelen ayet şöyledir: “(Size farz kılınan oruç) sayılı günlerdir. Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” (Bakara, 184). Bu ayette orucun sayılı günler olduğu ve tutamayanların yapması gerekli olan hususlar ifade edilmektedir.
Evet sayılı günler bitti, bugün bayram yapıyoruz. Şöyle geriye dönüp bir muhasebe yapalım: Acaba orucun hikmetine uygun bir Ramazan geçirebildik mi? “leaalleküm tettekûn” (umulur ki takvâ sahibi olursunuz, korunursunuz, sakınırsınız) temennisine uygun bir kazanç elde edebildik mi? Takvâ, Cenab-ı Hakk'ın emirlerini en güzel bir şekilde yerine getirmek, yasaklarından da titizlikle kaçınmak anlamına gelmektedir. Müttakî, bu özelliklere sahip Müslüman demektir. Ramazan boyunca sadece midemize değil, bütün bedenimize de oruç tutturarak, yalandan, gıybetten, hasetten, fesattan, insanların arkasından konuşmaktan, gizli yanlarını araştırmaktan vs uzak durabildik mi? Allah Rasulü'nün “oruç kalkandır” sözünü Ramazan boyunca zihnimizde hep canlı tutarak şeytanın oklarına karşı kendimize kalkan yapabildik mi? “Vakit iyilik vaktidir, bu Ramazan ve her zaman” temasıyla girdiğimiz Ramazan ayında yeterince iyilik yapabildik mi? Kendimizi iyi bir sabır eğitimine tabi tutabildik mi? Okuduğumuz Kur'anlar, dinlediğimiz mukabeleler, anlamaya çalıştığımız ayetler, kıldığımız namazlar, teravihler, yaptığımız iftarlar, sahurlar, imsaklar, verdiğimiz zekatlar, fitreler; mazlumlar, mağdurlar, kimsesizler, muhtaçlar için yaptığımız yardım ve dualar vs “lealleküm tettekûn” dairesi içinde yer almamızı sağlayabildi mi? Geriye dönüp bunların bir muhasebesini yapalım ve geçirdiğimiz bir ayı tüm hayat çizgimizi aydınlatacak vasıtalardan birisi olarak kazanç hanemize yazalım. Kur'an ve sünnet merkezli bir hayat tarzını kazanmamıza katkı sağladığına inanıyorsak artık gönül rahatlığı içerisinde bayram yapabiliriz.
Sayılı günler bitti. Hastalık, yolculuk, kadınlara özel haller gibi meşru sebeplerle oruçlarını tutamayanlar Ramazan sonrası fazla geciktirmeden uygun oldukları en erken zamanda oruçlarını kazâ niyetiyle tutmalılar. Mazeretsiz olarak oruç tutmayan Müslümanlar İslam'ın en önemli şartlarından birisi olan bu büyük ibadeti yapmadıkları için büyük günah işlemişlerdir, tevbe edip en kısa zamanda kazasını yapmalıdırlar. Aşırı yaşlılar ya da iyileşmeyecek durumda olan hastalar oruçsuz geçirilen her gün için bir fidye vermiş olmaları gerekir, vermedilerse bunu da geciktirmemeliler. Fidye tıpkı fıtır sadakası yani fitre gibi, tutamadığı gün sayısınca bir fakiri doyurmak ya da bunun bedelini vermektir. Ancak bunu tutamadığı gün sayısıyla çarpmak gerekiyor. Ramazan boyu tutamadıysa bir fidyeyi 29 ya da 30'la çarpacak demektir. Oruçlarımız makbul, bayramımız hayırlara vesile olsun.