İnsanın günlük hayatta en çok iç içe olduğu kavramlardan birisidir dua. Dindar olsun ya da olmasın, tahsilli-tahsilsiz, zengin-fakir, amir-memur vs. istisnasız herkesin dilinden mutlaka az çok dökülen bir özellik taşımaktadır. Bazen bilinçli olarak, bazen de ağız alışkanlığı farkında olmadan herkes dua eder esasında. Dinle alakasının olmadığını söyleyen birisine bile “nasılsın?” denildiğinde “iyiyim çok şükür” diye cevap verir. Yani “iyiyim, bu iyiliği bana nasib edene şükrolsun” demiş olur. Niçin namaz kılmadığı kendisine sorulan bazı kimseler yanlış bir din anlayışıyla namazdan maksadın “dua” olduğunu, kendilerinin yine kendilerince dua ederek bu vazifeyi yerine getirmiş olduklarını ifade ederler. Hasılı, doğumundan ölümüne kadar bir Müslümanın her anını çepeçevre saran en önemli hakikattir dua.
Ramazan ayı bu açıdan da öne çıkmaktadır. En fazla dua edilen ay hangisidir sorusunun tereddütsüz cevabı ramazandır. Hatta Kur'an'da dua ile ilgili en çarpıcı olarak değerlendirebileceğimiz ayet de hemen ramazan ayının söz konusu edildiği Bakara 185. ayetin ardından gelir ve şöyle buyurulur: “Kullarım beni senden sorarlarsa bilsinler ki, gerçekten ben onlara çok yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına cevap veririm. O halde doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler” (Bakara, 186). Seyyid Kutub bu ayetin tefsirinde oldukça kuşatıcı bir açıklamada bulunmaktadır: “Ne büyük bir incelik, ne güçlü bir şefkat, ne büyük bir muhabbet ve ne şaşırtıcı bir cana yakınlık, değil mi? Gerek orucun ve gerekse diğer herhangi bir dini yükümlülüğün meşakkati bu sevginin, bu yakınlığın ve sevecenliğin gölgesi altında nerede kalır, ne anlam taşır! Ayetin her kelimesinin anlatımına bu sevecen özveri egemendir: Yüce Allah “Kullarım” diyerek onları kendine izafe ediyor. Ayrıca sorularına aracısız biçimde doğrudan doğruya kendisi cevap veriyor. Yani “onlara deki; Ben kendilerine yakınım” demiyor. Bunun yerine soru gelir gelmez, ona cevap vermeyi bizzat üstleniyor ve “yakınım” buyuruyor. Bunların yanı sıra “Onların duasını işitirim” demiyor, bunun yerine “Bana dua edenin duasını dua edince, kabul ederim” diyerek duanın kabul edilmesi işlemini ön plâna geçiriyor. Müminin kalbini tatlı bir özveri, cana yakın bir sevgi, huzur verici bir hoşnutluk ve kesin bir güvenle dolduran şaşırtıcı bir ayettir bu. Mümin de, bu duyguların etkisiyle hoşnutluğun yüceliğinde, özverili bir yakınlığın kucağında, güvenli bir sığınakta ve sarsılmaz bir huzur içinde yaşar (Fizılali'l-Kur'an, Bakara 186'nın tefsiri).
“Bana dua edin kabul edeyim” (Mü'min, 60); “De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin…(Furkan 77) gibi ayetler de duanın önemini gözler önüne sermektedir.
Hz. Peygamber (sav) de pek çok hadis-i şerifinde duanın gücünden ve öneminden bahsetmiş, duanın ibadetten ibaret olduğunu ve Allah katında duadan daha faziletli bir şeyin olmadığını (Tirmizî, Dua 1), bir kimsenin ellerini Allah'a doğru kaldırıp dua ettiğinde onu boş döndürmekten Allah'ın haya ettiğini (Ebu Davud, Salat, 358) belirtmiş, misafirin duasını, babanın çocuğuna yaptığı duayı ve mazlumun duasını müstecâb dualar arasında saymışır.
Duayı en çok etkileyen şey kişinin kazancıdır. Duanın kabulü için bedenin helal lokma ile beslenmiş olması gereklidir. Duadan önce yoksullara, yetim ve kimsesiz çocuklara sadaka vermesi, yardım etmesi, hak sahipleriyle helalleşmesi, küs ve dargın olduğu kişiler varsa onlarla barışması, böylece hazırlıklı bir halet-i rûhiyye ile kendisini Allah'ın huzurunda hissetmesi gerekir. Genel olarak seher, Cuma, arefe, mübarek gün ve geceler gibi vakitler tercih edilmelidir. Abdest alıp kıbleye dönerek geçmiş günahlarına tevbe ederek ve Allah'a hamd, Rasulüne salât ve selam getirerek başlamak duanın adabındandır. Allah'tan meşrû olmayan bir dilekte bulunulmamalıdır. Duada acele edilmemelidir. Zira her şeyin belli bir zamanı vardır, o zamanı beklemek gerekir. Dua eden kimse kabul edileceğine inanarak içten dua etmelidir, duam kabul edilir mi edilmez mi diye tereddüt içerisinde olmamalıdır. Korku ve derin bir saygı içerisinde bulunmalıdır. İnsanın günahsız bir ağızla dua etmesi tavsiye edilir. Bundan maksat din kardeşi için yapılan duadır, zira o ağız bir başkası için günahsız sayılır.
O zaman özellikle içinde bulunduğumuz bu ramazan günlerinde ve gecelerinde zihnimiz, kalbimiz ve dilimiz hep dua ile meşgul olmalı. Üstad Necip Fazıl'ın: “Dua dua eller karıncalanmış; Yıldızlar avuçta gök parçalanmış; Gözyaşı bir tarla hep yoncalanmış; Bir soluk, bir tütsü bir uçan buğu; İplik ki, incecik, örer boşluğu” mısralarında dile getirdiği gibi ellerimizi açıp yakarışımızla ve gözyaşlarımızla yıldızları avuçlarımıza taşıyacak bir duygu yoğunluğu ile duaya devam etmeliyiz.