Aşırı siyasallaşma, kutuplaşma ve kavga, her zaman, her yerde, her tartışmayı ana ekseninden saptırır ve araçsal hale getirir.
Siyasi, toplumsal, kültürel, dış ilişkin her meselenin siyasi bir iktidara, siyasi bir partiye, siyasi bir tutuma getireceği zarar ya da fayda çerçevesinde ele alınması, her yeni girdi ya da durumun tek faktöre işaret edilerek açıklanması hali bunun tipik örneklerindendir…
Türkiye uzunca bir süredir bu iklimin en kesif katmanında bulunuyor.
15 Temmuz darbesi bile bu durumu değiştirmedi.
Nitekim darbeden çok, darbenin Erdoğan'a getireceği faydaya hayıflananlar, Gülen cemaatinin ölümcül ve en derin yerlere sızmış dokusunu görmezden gelerek alınan tedbirlere tepki gösterenler, olağanüstü halden istifade ederek iktidarın muhalefeti ekarte etmek için şahsileşmesinden söz edenler hala garip bir elitist muhalefetin ana damarını oluşturuyor.
Kılıçdaroğlu'na yapılan
bile, siyasi partiler arasındaki konsensüse işaret ederek, “AK Parti'yle, faşizmle(!) iş birliği yapan bedelini öder" diye karşılayanlar sadece düşük bir ahlak ve zeka seviyesine işaret etmiyorlar. Aynı zamanda derinde yatan bir öfkenin, siyasi sakilliğin, güvenli evlerden hep birlikte dışarı taş atarken üretilmiş sloganların izlerini taşıyorlar. Kendileri dışında kişisel, kurumsal benzerlerini tam temsil ediyorlar.
Sadede gelelim...
Bu hava ülkedeki muhalefet olma halini kaplıyorsa buna ne ad vermek gerekir?
Öneri, fark, umut, alternatif taşımayan itiraz hali, kaba ve karşılıksız muhaliflikten başka ne olabilir?
Ya da siyaseten oyun dışı kalmanın, muhalefeti siyasetten arındırmanın aracı olmaktan başka?
Güneydoğu'daki şiddet patlamasına, Cerablus'a, dış politikaya yönelik tutumlara, iç siyaset analizlerine yakından bakın…
Her biri siyasi fayda peşindedir.
Her biri siyasal tavırların, kimliksel tutumların, çıplak faydanın ilke, kural, değer gibi dillendirilmesine endekslidir.
Sorunların ne özü tartışılır, ne de farklı siyasi fikir ve öneriler dillendirilir.
Kürt sorunu öyledir, Alevi meselesi böyledir, dış politika böyledir.
Sonuç şudur:
Muhalif siyasi partiler, muhalif aydınlar, muhalif yayın organları değişime, sorunların çözümüne ilişkin inançsızlık üretir, böyle bir inançsızlıkla siyasallaşırlar.
Siyasi iradeye duyulan öfke ile Kürt sorunundaki olumsuz beklentileri iç içe sokma eğilimi, “zorunluluklar, durum ve karşılaşmalar, etkileşimlerle fiilen genişleyen hak alanı gerçeği"ni unutan bir köktenci bakış açısı, bir tür yeni pozitivizm kokusu Türkiye'yi bugün muhalif, akademik çevrelerde baştan aşağıya kuşatmışsa, bu inançsızlığın bunda ciddi bir payı vardır.
Aşırı ve hastalıklı siyasallaşmanın getirdiği bir tür depolitizasyondan söz etmek pek yanlış olmaz.
Bu tür araçsallaştırmalar sanılanın aksine muhalefete ve muhalif duruşa iktidara getirdiğinden çok daha fazla zarar getirmektedir.
“İktidar cemaat kavgası eski ortakların meselesi, bize ne" gibi tavırlar, “siyasi iktidarın karşı çıktığı cemaatin iyi ve sivil bir şey olması gerektiği" gibi bulanık bakışların, bir dönem zihinleri siyaset ve gerçek dışına itmesi bunun açık bir örneği değil miydi?
Akla ve siyasete ihtiyaç var.
Hem de çok…