IŞİD'in Türkiye sınırları içinde yaptığı eylem, devleti hedef alan saldırısı, bunu takip eden çatışma sıradan hadiseler değildir.
Bu saldırıları nasıl açıklamalı?
IŞİD-PYD çatışmasının Türkiye'ye taşınması, intikam vuruşları gibi hususlar yanında, akla en yakın açıklama, Türkiye'nin “uluslararası koalisyon-PYD ve ÖSO” ittifakına aktif destek politikasına IŞİD'in verdiği tepkidir.
Bu tepkinin bir savaş ilanı olup olmadığını, İncirlik üssünün açılmasından sonra gerginliğin nasıl seyredeceğini bilmiyoruz.
Tek bildiğimiz Türkiye ve IŞİD arasındaki dengenin eski nötr haline geri dönmeyeceğidir.
IŞİD Türkiye için her geçen gün daha yakın bir tehlike haline geliyor.
Türkiye'de hiç hafife alınmayacak bir tabana sahip olduğu anlaşılıyor. Türkiye'nin Müslüman bir ülke olması ve bu örgüte göre “tağut” (Allah'a isyan eden) ilan edilen rejimler arasında yer alması, dergileri ve yayınlarında İstanbul'un fethinin hedef gösterilmesi, örgütün geçiciliği ve sınırlı gücü konusunda yapılan tüm değerlendirmelerin yanlış çıkması ne tür bakış ve sorunla karşı karşı bulunduğumuzu gösteriyor.
Peki bu sorun nasıl ortaya çıktı?
O noktada bir tashihe ihtiyaç var.
Bu sorunun ortaya çıkmasında Türkiye'nin payı iddia edildiği gibi belirleyici değildir. Tersine Türkiye bu konuda bağımlı değişkendir, bölgedeki gelişmelerin sonuçlarına maruz kalan bir ülke durumundadır.
Siyasi iktidarın “hata payı”, en fazla, (1) IŞİD'e karşı verilen mücadeleye koşul koyarak geç lojistik destek vermesi, (2) bir dönem Esat'ın hızlı devrileceğini varsayarak muhalif gruplara verdiği desteğin yarattığı bu grupların da istifadesine açık başı boş ortam, (3) Kürt politikasında etkin, hızlı ve kuşatıcı biçimde yol almaması, IŞİD-PYD çatışmasında ilk dönem Kürtlerin gücünün kırılmasını isteyen bir tavır alması ve bu yolla Rojava meselesinin bir sorun haline gelmesine katkıda bulunmasına indirgenebilir.
Milyonlarca göçmen Türkiye'ye mevcut dış politikadan bağımsız akın etmiştir. Esat rejiminin yarattığı kaos ve IŞİD tipi örgütler Türkiye'den bağımsız bir şekilde gelişmiştir. Kürt politikasının seyrinde de siyasi iktidarın tüm eksikliklerine rağmen oyunun tek kurucusu olmadığını, Kürt Hareketinin ciddi ve zorlayıcı stratejilerinin devrede olduğunu unutmamak gerekir.
Özetle, karşı karşıya bulunduğumuz durum, esas olarak Arap Baharındaki (yine Türkiye'den bağımsız) kaotik ilerleyişin ve Suriye iç savaşının kronik hale gelmesinin bize çıkardığı faturadır.
Ülkenin yeni duruma uyum sağlaması ve bu yeni sorunla baş etmesi, doğru okumalarla, siyasi dayanışmalarla mümkün.
Hem Ortadoğu'yu iç siyasette araçsallaştırarak IŞİD faturasını AK Parti'ye çıkarmak, hem siyasi iktidardan sistematik bir mücadele politikası beklemek, en çok ihtiyaç duyulduğu şu günlerde en azından şiddete karşı ortak tavır almaktan kaçınmak, şiddet tipleri ile şiddet kurbanları arasında ayrım yapmak kabul edilebilir durum değildir.
Soruna çözümün ön koşulu olarak AK Parti'den en azından dil ve ima olarak çözüm sürecine geri dönmesi, Ortadoğu'ya çözüm süreciyle doğru orantılı bakması isteniyor. Bence talep haklı ve yerindedir. AK Parti'nin sınır güvenlik politikası, Kürt meselesi, kullandığı dil başta olmak üzere, güvenlikçi ortama mesafe koyma gibi atması gereken pek çok adım bulunuyor.
Ancak Kürt Hareketi, Adıyaman'daki, Ceylanpınar'daki, Adana'daki, Diyabakır'daki gibi infazlar yaptıkça, “IŞİD eşittir AK Parti” denklemini sürdürdükçe bu adımları zora soktuğu, çatışma ortamını beslediğini söylemek gerekir.
Kürt hareketinin bu tavrı hiç bir şekilde çözüm sürecinin tıkanmasıyla açıklanabilecek bir tavır değildir.
HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken'in Türkiye'nin IŞİD'e göstediği tepkiyi, “hem yurt içinde hem yurt dışında IŞİD ile ilgili oluşan algının yarattığı baskıdan kurtulmak, Kürtlerin Rojava'da kazanımlarını engellemek ve tampon bölge tartışmalarını gündeme getirip bunu oluşturmanın zeminini hazırlamaya yönelik bir operasyon olarak değerlendiriyorum” diyerek “Kürt faydası” etrafında ele almasının izah edilir hiç bir yanı yoktur.