Her siyasi parti aday listeleri üzerinde kendi dokusundan gelen yeni isimlerle kendisini bir miktar beslemiş görünüyor.
Örnekler ortada: CHP'de sosyal demokrat akademisyen tazelenmesi, Alevi adaylar… HDP'de Celal Doğan, Dengir Mir Mehmet Fırat gibi istisnalar dışında sol örgütlere verilen kotalar ve Kürt hareketinden gelen Dilek Öcalan gibi isimler… AK Parti'de Taha Özhan, Ertan Aydın, Mücahit Arslan, Aydın Ünal, Adnan Boynukara gibi 3. nesil seçkinlerin varlığı…
Ancak bu durumun, partiler açısından sınırlı bir ağırlığa sahip olduğuna şüphe yok.
Partiler arası asıl ortak özellik, 2015 Haziran seçimlerine doğru aday listeleri çerçevesinde bir tür “konsolidasyon” tercihi yapmış olmalarıdır.
Nitekim listeler, kamuoyuna yönelik, yenilenme, değişim ve geleceğe dair iddia vaadi üzerine oturmuyor. Tersine, her siyasi parti kendi alanını tahkim etmek, tabi olduğu iç ve ülke dinamikleri etrafında hareket etmek yolunu benimsemiş görünüyor.
Bu çok şaşırtıcı değil…
Türkiye gergin, iç siyaset açısından krizlerle iç içe bir dönem geçiriyor. Muhtemel yeni bir kurumsallaşmanın, muhtemel yeni bir siyasi yelpazenin, belki de yeni ekonomik politikaların arifesinde bulunuyor. Konjonktür, krizler ve geçiş hallerinin bir aradalığı, düne oranla daha fazla istikrarsızlık riski taşıyor. Değişim, demokratikleşme, kurucu geleceğin önü de daha önce olduğu gibi ya da daha önce olduğu kadar açık değil.
Bu tablo meclis grubu stratejilerini etkilemiş bulunuyor.
Bunu en açık şekliyle AK Parti'de görmekteyiz.
Erdoğan'ın yeni siyasi statü üzerinden yaşanan geçiş dönemi dikkate alırsa, şüphe yok, AK Parti'nin aday listeleri gerek tespit sistemi ve gerek son şekliyle parti içi bütünlüğü tescil etmiş, partinin kurumsal istişare, kurul kararları gibi iç mekanizmalarının önemini göstermiş bulunuyor.
Bununla birlikte AK Parti'nin aday profili “sadakat ve muhafazakar aidiyette denenmiş ve kendisini kanıtlanmış kişiler”le sınırlı tutulduğu ölçüde kendi koyduğu 2023 hedeflerine dair kendi başına kuvvetli bir ışık vermiyor.
Sağlam, açık ve kayıp vermeyecek bir parlamento grubu oluşumu AK Parti için muhtemel anayasa hazırlıkları açısından elzem görülmüş durumda. Bunun yanında geçiş dönemi dinamikleri de sadakat esaslı kuvvetli bir arayışı beslemiş bulunuyor.
Siyasi iktidarın Aralık 2013'te karşı karşıya kaldığı baskın, içeride ve dışarıda aldığı ağır eleştiriler, anayasa meselesinin Türkiye'nin temel meselesi ilan etmesi ve iki iktidar statüsü “defensive ve disiplinli” bir kadro kurmasına yol açmış görünüyor.
Ne var ki bu tablonun Türkiye'nin siyasetini başka açılardan etkileyeceği de ortadadır. Zira bu terkip, risk alma, siyaset önerme, ağırlık koyma açısından, istisnalar dışında “güçlü ve özerk aday grubunu değil, bağımlı, talimat izleyici ve uygulayıcı bir grubu” üretecektir.
CHP de benzer bir durum içinde…
Ancak buradaki asli dinamik ülkenin içinde bulunduğu durumdan çok CHP'nin içinde bulunduğu durumdur, kendi iç meseleleridir. Ülkenin genel durumu ya da ülke siyasetinin seyri CHP'nin dışa karşı politikalarını değil, kendi içindeki ayrışmaları ve tartışmaları etkiliyor.
Nitekim CHP'nin sorunu, kendi içindeki farklı parçaları bir araya getirebilecek, bunlardan bir sentez üretecek, siyaseti diğer partiler karşısında bir eylem haline çevirecek bir potansiyele sahip olmamasıdır.
Bu sorun aday listelerini doğrudan doğruya şekillendirmiş bulunuyor.
Elbette en önemlisi şu: Ana muhalefet partisi iç tartışmalarıyla ve listeleriyle bırakın iktidar olma ihtimalini, siyasi alanda herhangi bir ağırlık koyabilecek bir iddiayı bile dile getiremiyor. Diğer taraftan rasyonalitesini de kaybetmiş bulunuyor. Örneğin Rıza Türmen ve Umut Oran'ın liste dışı kalmasının rasyonel bir açıklaması olabilir mi? Üstelik anayasa tartışacak bir mecliste Türmen gibi meşruiyeti yüksek ve etkin bir kozun devre dışı bırakılması nasıl izah edilir?
HDP listelerini bu açıdan bir başka yazıda ele alacağım.