Kara Pazartesi…

04:0011/08/2015, Salı
G: 13/09/2019, Cuma
Ali Bayramoğlu

Pazartesi günü, dün, en önemli mesele, bu yazı kaleme alındığı sırada henüz başlamamış olan Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu görüşmesiydi. Ne var ki, arka arkaya gelen terör saldırıları, ölüm ve şehit haberleri bu önemli gelişmeyi geride bıraktı.Bir Kara Pazartesi yaşadık.İstanbul Sultanbeyli'deki Fatih Polis Merkezi'ne bomba yüklü araçla saldırı yapıldı. Bomba imha ekibine açılan ateş sonucunda bir şube müdürü hayatını kaybetti. Üç eylemci öldürüldü. İddia ve bilgiler eylemin PKK tarafından yapıldığı

Pazartesi günü, dün, en önemli mesele, bu yazı kaleme alındığı sırada henüz başlamamış olan Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu görüşmesiydi. Ne var ki, arka arkaya gelen terör saldırıları, ölüm ve şehit haberleri bu önemli gelişmeyi geride bıraktı.

Bir Kara Pazartesi yaşadık.

İstanbul Sultanbeyli'deki Fatih Polis Merkezi'ne bomba yüklü araçla saldırı yapıldı. Bomba imha ekibine açılan ateş sonucunda bir şube müdürü hayatını kaybetti. Üç eylemci öldürüldü. İddia ve bilgiler eylemin PKK tarafından yapıldığı yönünde.

İstanbul'da ABD Konsolosluğu'nun önündeki polis nöbet kulübesine DHKP-C militanları tarafından ateş açıldı.

Şırnak Silopi'de PKK'nın mayınlı saldırısında 4 polis memuru şehit oldu. 3 PKK'lı öldürüldü. Beytüşşebap'da askeri helikoptere açılan ateş sonucu bir asker şehit oldu.

Güneydoğu'da örgüt, İstanbul'da DHKP-C ve belki bir başka örgüt daha…

Güvenlik güçlerine yönelik saldırılar, bunların her geçen gün artması pek çok soru ve endişeyi doğal olarak beraberinde getiriyor. Kaybedilen hayatlarla, yaratılan ortamla ateş sadece düştüğü yeri yakmıyor, Türkiye'nin demokrasisi, istikrarı tehdit ediliyor ve hedef alınıyor.

DHKP-C'nin bugünlerde neden aktif saldırılara soyunduğu önemli bir sorudur.

Sultanbeyli Polis Merkezi'ne yapılan saldırının arkasından başka bir örgüt çıksa bile, Şırnak ve Beytüşşebap olayları, iki gün önce Silopi'deki 4 kişinin hayatını kaybettiği saldırı örgütün, git gide, mantığını kaybetmeye başladığını, denetimsiz bir şekilde silaha teslim olduğunu, savaşçı grupların galebe çaldığını gösteriyor.

Günlerdir gerek Kürt Siyasi Hareketi temsilcilerinin yaptığı açıklamalar, gerek HDP'den gerekse Kandil ve Brüksel'den mesajlar, çözüm sürecine geri dönüşle ilgili bir arzu ve beklentinin altını çiziyordu. Hatta Karayılan kısa bir süre önce verdiği bir söyleşide, 2 polisin başlarından vurularak öldürülmesinin örgüt emri olmadığını, bunun Apocu Fedailer adlı bir grup tarafından gerçekleştirildiğini ifade ediyordu. Zübeyr Aydar İMC televizyonunda katıldığı bir programda Karayılan'ın bu açıklamalarının veri alınmasını istiyordu.

Kürt hareketinin bu tür açıklamaları yapma ihtiyacının nedenleri ortadadır. Bunlar arasında en önemlisi siyasete geri dönüş arayışıdır.

Ne var ki, buna karşılık, güvenlik güçlerine yapılan saldırılardaki artış oranı, hızla geri dönüş imkanlarını azaltmakta, yolları tıkamaktadır.

Unutmamak gerekir ki her dönemin, geçmiş birimleri içeren kendisine has özellikleri, dinamikleri vardır. 2011 sonrası keskin savaş döneminin, 14 ayda 700 insanın hayatını kaybettiği günlerin çözüm süreciyle sona ermesi örgüt açısından bir veri olamaz. Diğer ifadeyle örgüt, silah, baskın, şiddet yoluyla devleti ve devletle ilişkileri istediği kıvama getiremez.

Unutmamak gerekir ki, örgütün nasıl 30 yıllık savaş tecrübesi varsa, devletin de PKK'ya karşı mücadele birikimi ve buradan elde ettiği deneyimler bulunuyor. Bugün gelinen noktada, siyasi iktidar ve devlet için belirleyici olan husus, çözüm sürecinin kimi unsurlarını kendi açısından yerli yerine oturtmak, 2013 şartlarına, yani örgütün Türkiye'deki silahlı birimleri çekmesi vaadine geri dönmeleri. Ancak en az bunun kadar önemli bir husus çözüm süreci sırasında iyice bir sorun haline dönüşen Güneydoğu'daki kamu düzeni meselesidir. Başka bir ifadeyle örgütün bu coğrafyaya devletimsi işlevlerle yayılma politikasıdır. Davutoğlu'nun devlet için varoluşsal dediği, örgütün geri adım atmamak için direndiği bu husus, tarafların çözüm sürecine dönme arzularına rağmen, aradaki makasın biraz daha açıldığını gösteriyor. Olabilecek en kötü senaryo, PKK şiddetinin ve devletin bastırma çabalarının karşılıklı denge içinde çatışmaları görece uzatmasıdır.

Kürt krizinde neredeyiz başlıklı son yazımda, silah ve şiddetin, limitleri belirleme gücünü kaybettiğini söylemiştim.

Evet, zaman tekrar konuşma zamanıdır ve bunu herkes arzu etmektedir.

Ancak temel koşulu PKK'nın eylemleri durdurması, bunu açık olarak ilan etmesi ve bağımsız girişimleri engellemesidir.

Aksi halde canlar yanmaya devam edecek…
#koalisyon
#erken seçim
#Zübeyr Aydar
#pkk
#çözüm süreci