ABD Başkanı Bush'un "Crusade-Haçlı Seferi" ifadesinin mürekkebi henüz kurumamışken, İtalyan başbakanı Silvio Berlusconi'nin sözleri deyim yerindeyse yaraya tuz-biber ekti.
Bush'un sözleri için "Bu sözcük aslında bilinen haçlı seferi anlamına kullanılmadı, 'seferberlik' anlamına da gelen sözcük, terörizme karşı seferberliği ifade ediyordu." şeklinde bir telafi mekanizması işledi. Ardından da Amerikalı yetkililer, İslâm toplumlarının gönlünü almak için girişimlerde bulundular.
Acaba Bush'un sözleri, bilinçli bir "Haçlı seferi" değerlendirmesi olmasa bile bir "bilinçaltı yansıması" mıydı? Bu yolda değerlendirmeler de yapıldı.
Ardından Berlusconi'nin sözleri geldi. Şunları söylüyordu Berlusconi:
"ABD'de yapılan saldırı aynı zamanda uygarlığa yapılmıştır. Ancak biz kendi uygarlığımızın üstün olduğunu bilmeliyiz. Batı uygarlığını kucaklayan ülkelerde İslâm ülkelerinde olmayan refah, insan hakları, din vicdan özgürlükleri var... İslâm dünyası hoşgörülü Batı uygarlığının karşıtı. Tek boyutlu düşünce âleminde yaşıyor. İki uygarlık aynı düzlemde değerlendirilemez. Halkları fethederek Batılılaştırmak Batı için bir kader. Şimdiye dek komünizm ve İslâm dünyasının bir bölümünü fethettik. Ancak İslam dünyasında hâlâ 1400 yıl öncesinde kalan ülkeler var."
İtalyan Başbakanı'nın sözlerinin "iki anlama" gelir yanı yoktu. Basbayağı bir fanatizmi ve ondan doğan düşmanlığı yansıtıyordu. Birikmiş bir kin okunuyordu sözün satır aralarında... Ve Batı'nın "öteki" diye nitelenebilecek dün komünist, bugün İslâm dünyası ile ilişkisini "Batılılaştırmak için bir Fetih" ilişkisi olarak niteliyordu. Yani bir tür sömürgeciliğe meşruiyet...
Bereket ki Berlusconi, güçlü bir tepki gördü yine Batı dünyasından... Hem devlet adamları seviyesinde, hem de medya dünyasında İtalyan başbakanı'na "ırkçılık, köktencilik" gibi ağır suçlamalar yöneltildi. Bunları da Batı adına olumlu notlar olarak kaydetmek lâzım.
Ama, Berlusconi'nin sözlerinin, Batı'nın bir kesiminin bilinç altında böyle bir düşünce zemini bulunduğunu gayet net biçimde ortaya koyduğunu da görmek lâzım.
Böyle zamanlarda hemen, 1995'lerde NATO Genel Sekreteri olan Belçikalı diplomat Willy Claes'in "NATO'nun yeni misyonu köktendinci İslâm'la mücadeledir. Artık düşmanın kod rengi kırmızı değil, yeşildir" şeklindeki sözlerini ve ona yönelik "Aman ne yapıyorsun, İslâm dünyasında tepkiler uyandıracaksın" yollu tepkileri, zamanın AB Komisyonu Başkanı Jaques Delors'un "Avrupa medeniyeti bir Hıristiyan medeniyetidir. Avrupa topluluğu da bunun uzantısıdır." dan yola çıkıp, Türkiye''nin üyeliğine rezerv koyuşunu, eski Alman Başbakanı Helmuth Schmdit'in bu minvaldeki taze tepkilerini, Kohl'un sözlerini hatırlamamak mümkün olmaz.
Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" teorisinin altında da, bu bağnaz kendine güven var, Fukuyama'nın "Tarihin sonu" tezinde de...
Bu tepkilere paralel bir gelişme, bir kısım halkın Türk-Arap-İranlı-Uzakdoğulu ayırdetmeksizin Müslümanlara gösterdiği ucu ölümle sonuçlanan kuvvet kullanmaya varan tepkiler olur. 11 Eylül saldırısından bu yana 200'ü aşkın saldırı olmuş "Müslüman"lara ve Müslüman zannedilen başka dinden insanlara...
Şunu da söylemeliyim ki, Berlusconi'nin seslendirdiği Batı medeniyeti kutsaması, sadece Batı dünyasında değil, İslâm ülkelerindeki müstağriplerde bile hâkim bir eğilim halindedir. Çağın başında en aşırısını Ahmet Ağaoğlu'nun dile getirdiği bir Batı kutsaması vardır ülkemizde. Şöyle der Ağaoğlu:
"Medeniyeti, idare-i maslahat usulüne tabi tutmak isteyerek, kadir ve kahhar bir kuvveti pazar mantığı ile idare etmeye kalktık.... Yaşamak için sadece libasımız ile değil, kafamız, kalbimiz, tarz-ı telakkimiz, zihniyetimiz, millî şahsiyetimiz, hatta dinimizle Avrupa'ya uymamız gerekir. Çünkü Medeniyet sahasında mağlubiyetimiz kat'i ve galip medeniyeti temsil etmek lüzumu mübremdir."
Bu yaklaşımın, yürütülen kültür-eğitim politikaları ile Türkiye'de sanıldığından çok insanı-aydını etkilediği bir gerçek. İslâm dünyası denince, dudak bükmeler, küçümseme, uutanma, hatta iğrenme jestleri, kendini İslâm dünyasından ayırma çabaları o kadar yaygındır ki... Bizde başörtüsü hâlâ neden bir kavga alanıdır? Kamusal alandan başlayıp her yerin İslâm rengini azaltmak ve Batılı görünüme kavuşturmak hâlâ hakim bir politika değil midir?
Şunu gayet açık biçimde ifade etmek isterim: Nerelere kadar uzandığı bir çırpıda görünmeyen ve böyle gerilimli ortamlarda sökün eden "Batı'yı kutsayıp İslâm'ı artık ömrünü tamamlamış bir kültür-medeniyet alanı" olarak gören, Batı'ya "Batılı olmayan"ı medenileştirme adına her türlü müdahaleyi yapma hakkını veren bilinç altı birikimi arınmadan, ortaya çok da sağlıklı tavırlar konmasını beklemek mümkün değildir. Ben Batı'da nesil değişimine paralel bir yenilenme ile bu sendromun aşılabileceği noktasında ümitli olunabileceği kanaatindeyim. Berlusconi'ye verilen tepki bu umudu besliyor. Bizdeki müstağriplere gelince, yani son zamanların yapay Amerikalılarına, onlar ne zaman durdukları noktayı sorgularlar bilemiyorum.