Çıktığım bir seyahat dolayısıyla, dün yayınlanan yazıyı daha erken bir günde kaleme almıştım. Daha doğrusu, Suriye lideri Hafız Esad vefat etmediği gibi, Cumhurbaşkanı Sezer de cenaze töreni dolayısıyla henüz Suriye''ye gitmemişti. O yazıda ne Esad''ın vefatına, ne de Sezer''in Türkiye kamuoyunca beklenmeyen Şam ziyaretine, bunun için herhangi bir atıfta bulunulmadı.Orta yerdeki binbir zarûrî sebebe rağmen, Cumhurbaşkanı''nın İran''a gitmedikten sonra; alelacele Şam''daki cenaze töreni için yola
Çıktığım bir seyahat dolayısıyla, dün yayınlanan yazıyı daha erken bir günde kaleme almıştım. Daha doğrusu, Suriye lideri Hafız Esad vefat etmediği gibi, Cumhurbaşkanı Sezer de cenaze töreni dolayısıyla henüz Suriye''ye gitmemişti. O yazıda ne Esad''ın vefatına, ne de Sezer''in Türkiye kamuoyunca beklenmeyen Şam ziyaretine, bunun için herhangi bir atıfta bulunulmadı.
Orta yerdeki binbir zarûrî sebebe rağmen, Cumhurbaşkanı''nın İran''a gitmedikten sonra; alelacele Şam''daki cenaze töreni için yola revân oluvermesi, kuşkusuz kamuoyu tarafından biraz garip karşılandı. Bu garâbeti ve kamuoyu şaşkınlığını iyi hesap ettikleri anlaşılan Ecevit ve Bahçeli''nin, Cumhurbaşkanı''nın Şam yolculuğunu makulleştirmek sadedinde üstüste açıklamalar yaptıklarına, daha doğrusu gerekçe üretmeye çalıştıklarına iyi dikkat edilmelidir.
Fakat Suriye konusunda, Türkiye''de derinden derine nelerin değiştiğinin gerekçeleri, bizim dünkü yazımızda yatıyor. Yani kamuoyunun ve dış politika takipçilerinin şimdiye kadar farkında olamadıkları önemli gelişmeler sözkonusu, Türkiye ile Suriye arasında. Bu arada Türkiye''nin, sırf Irak üzerinde değil, Suriye üzerinde de nasıl derin bir ilgi yoğunluğu taşıdığına ilişkin dünkü bir haber, benim ziyadesiyle dikkatimi çekti. Hatırlamakta güçlük çekenler, Mutlu Çölgeçen''in dünkü haberine yeni baştan göz atabilirler.
Suriye konusunda burada, birkaç husus üzerinde durmak istiyorum. Birincisi; Batılı haber ajanslarından geçen haber ve yorumlara bakılacak olursa, Batı âlemi Hafız''ın oğlu Beşir''in iktidara gelmesi hususunda, Ürdün Kralı Hüseyin''in oğlu kadar emin ve rahat değiller. Yani yüksek bir kabul ve itibar sergilemiyorlar. Esad''ın kardeşi Rifat''a ilişkin haberler durmaksızın doping yapılıyor. Hem Beşir, hem Rifat; ikisinden de çok emin olamıyorlar. Daha doğrusu Batı dünyası, önümüzdeki dönem için istikrarlı bir Suriye istemiyor demektir. Dahası Rifat şırıngası yaparak, Suriye''de Esad''ın oğlu Beşir karşısında, kardeşine ilişkin siyasal ve toplumsal bir zemin oluşturmak istiyorlar. İktidar çekişmeleri arasında, gücü ve kuvveti zaafa uğratılmak istenen bir Suriye istendiğinin işaretidir bu.
Peki, eskiden Esad diktatoryasının ayakta kalması için her yola başvuran, Hama katliamı karşısında sessiz kalmayı tercih eden Batı ve İsrail, şimdi neden böyle davranıyor dersiniz? Bunun tek bir izahı var: İsrail''le yapılacak müzakereler safhasında, bu ülkeyi zaaflı hale sokmak!.. İçeride iktidar sorunu olan her ülke, masa başında ister istemez taviz vermek mecburiyetinde kalır da onun için.
Suriye''nin geleceği
Beşir iktidarı karşısında İsrail-ABD-İngiliz bloğunun takındığı ihtiyatın daha başka sebepleri de var. Meselâ neler? Beşir, iktidar itibariyle, ya zayıf bir yönetim geliştirebilir; ya da Batılı değerleri hâiz birisi olduğu için, kısmî demokratikleşme politikalarına başvurabilir. Bunların hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin, sonuçta genel kamuoyu temayüllerinin harekete geçmesi, bu ülkeyi eninde sonunda sunnî bir atmosfere sokar ki, işte Batı''nın en büyük endişelerinden biri de burada yatıyor.
Bunlar kuşkusuz, "zaman"ın rahmine tevdi edilmiş ihtimaller. Daha doğrusu bize âit tesbit ve öngörülerden ibaret!..
Ne var ki bu söylediklerimiz, o derecede önemli şeyler. Özellikle Sünnilik meselesi: Soğuk savaş yıllarından itibaren, iki ülke arasına sokulan tarihî bir fitneden hem Türkiye''nin, hem Suriye''nin gördüğü zarar hatırlanacak olursa, bu konuya çok hassas yaklaşmak gerekecektir. Hama katliamı sırasında laik Türkiye yönetimi, Suriyeli Müslüman Kardeşler''in ileri gelenlerinin sınır geçişlerine göz yummuştu. O yıllarda iki ülke de farklı bloklarda yer aldığı için, Sünni ve Nusayrî/Alevî ayrımı daha bir ciddiyet kesbederdi. Özellikle Musevî, İngiliz politika odakları, Türkiye''nin Şam yönetimini devirmek istediği biçiminde tahriklere girişir; devamlı şekilde, bu ülkede "Türkiye kini" üretirlerdi. Türkiye kini, yani tam bir sömürge kompleksi!.. Hele bir de Menderes döneminde Türkiye ve İsrail''in, bu ülkeyi bölüşmek gibi saplantıları hatırlanacak olursa, Suriye''nin kompleksini anlamak daha da kolay hale gelir.
Bu bakımdan, eğer Suriye-Türkiye ilişkilerinin düzelmesini istiyorsak ve bu ülkeyi İsrail''in kucağına itmek çok sakıncalı ise; ne politikacıların ve basının, ne de kamuoyunun haddinden fazla Nusayrîlik alerjisi üretmemesi gerekir. Bu konularda alabildiğine geniş düşünmek, uzun vadeli düşünmek ve yara kaşımamak gerekir. Bu ülkeye önce ekonomi açılmalı, temaslar sıklaşmalı ve İsrail karşısında Suriye alabildiğince arkalanmalıdır.
Yani ne Ortadoğu, ne Orta Asya, ne de Balkanlar ve Kafkasya''da ideolojik dış politika uygulanabilir. İlişki geliştirmek, açılmak ve ara bozmak isteyen emperyal güçlerin iğvâlarına alet olmamak!.. Mevcut durum, Suriye-Türkiye ilişkileri bakımından tarihî bir dönemeç anını ifade ediyor. Çünkü tâ 1957''den beri, Türkiye''nin önüne ilk defa böyle bir fırsat çıkıyor.
Aksi yönde davranışlar, Suriye''nin yeni baştan "sömürge kompleksi"ne itilmesine yardımcı olurlar.
Buradan bir adım daha ileriye gidelim isterseniz: İleriki bir vadede hem Suriye''nin, hem Irak''ın ECO''ya dahil edilmesi behemehal sağlanmalıdır. Ve bir de, asla ama asla, Irak-Suriye zıtlaşmasına fırsat verilmemelidir. Bölgesini ve kendi etrafını büyük bir barış denizine dönüştürmeyi başarabilen bir Türkiye!.. İhracatının yarısını bölge ülkelerine tahsis eden bir Türkiye!.. Bölgesel istikrarın teminatı olan bir Türkiye''nin, emperyal yaptırımlara olan direnci daha da artacaktır böylece.