Türkiye-Almanya ilişkileri I

23:008/06/1999, Salı
G: 13/09/2019, Cuma
Ahmet Davutoğlu

Dikkatlerin
Öcalan davasına ve iç siyasete yoğunlaştığı geçen hafta içinde AB'nin Köln zirvesi gerek basında gerekse kamuoyunda yeterince tartışılmadı. Öcalan'ın itirafları ile daha da gerilmesi beklenen genelde Türkiye-Avrupa özelde Türkiye-Almanya ilişkilerinin, tarihî perspektifi de gözönünde bulunduracak şekilde, yeniden ele alınması kaçınılmaz bir zarurettir. Bu yazıda Türk-Alman ilişkilerinin tarihî dönüm noktaları ve bugün içinde bulunduğu bunalım süreci incelenmeye çalışılacaktır.


Türkiye-Almanya ilişkileri Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte tarihinin en kritik geçiş dönemlerinden birini yaşamaya başlamıştır. Modern dönemde Prusya'nın Avrupa içinde yeni bir güç merkezi olarak doğuşundan bu yana genellikle doğal müttefik konumunu sürdüren bu iki ülke arasında belki de ilk defa karşılıklı bir güvensizlik ve ihtiyat payı taşıyan bir diplomatik atmosfer oluşmuş bulunmaktadır. Kimi zaman diplomatik söylemlere de yansıyan bu durumun arkaplanı açık bir şekilde ortaya konmadıkça ilişkilerin uzun dönemde sağlıklı bir şekilde seyretmesi güç olacaktır.


Çapraz dengeler ve Türk-Alman yakınlaşması


Prusya/Almanya ve Osmanlı/Türkiye devletlerinin modern siyasî tarih içindeki yakınlaşmalarıl8. yüzyıl Avrupa dengelerine kadar götürülebilir. 18. yüzyılda temelde Avrupa'nın kuzeyindeki üç ülke ile güneyindeki üç ülke arasında bir rekabet sürmekteydi. Batı Avrupa'da İngiliz-Fransız, Orta Avrupa'da Prusya-Avusturya, Doğu Avrupa'da da Rusya-Osmanlı arasında süren kıyasıya rekabet bu ülkeleri çapraz denge politikalarına yöneltmişti. Kuzey ülkeleri lehine gelişen bu rekabet zamanla İngiltere-Avusturya (Napolyon karşıtı koalisyonda olduğu gibi), Prusya-Osmanlı (II. Frederik ve II. VVilhelm/Sultan Abdülhamid'in politikalarında olduğu gibi) ve Rusya-Fransa (I. ve II. Dünya Savaşı politikalarında olduğu gibi) yakınlaşmalannı beraberinde getirmiştir.


Bu denge arayıştan içinde kimi zaman Napolyon un Rusya seferinde olduğu gibi istisnaî iniş-çıkışlar yaşanmışsa da, bu dengelerin ana çizgileri ile bugüne kadar sürdüğü söylenebilir. 18. yüzyıldan bu yana İngiltere Avrupa-içi dengeleri kontrol edebilmek için Prusya/Almanya ile Rusya arasında Avusturya benzeri tampon ülkeleri koruma politikasını sürdürürken, Avrupa-içi her denge değişiminde bir tür Fransız-Rus yakınlaşması kendini göstermiştir.


Step Devi Rusya ve Ortak Tehdit Algılaması


Bu çerçevede tarihî süreklilik çizgisi içinde bakıldığında Prusya/Almanya ve Osmanlı/Türkiye'nin son iki yüzyıllık dış politika tercihlerinde biribirine yaklaşmasında iki temel stratejik unsur özel bir ağırlığa sahip olmuştur. Bunlardan birincisi, gerek Orta ve Doğu Avrupa'da yükselen güç olan Prusya/Almanya'nın gerekse Balkanlar-Ortadoğu ve Kafkaslarda hakimiyetini sürdürmeye çalışan Osmanlı/Türkiye'nin son iki yüzyıllık siyasî tarih içinde Rusya/SSCB 'nin batı ve güney istikametindeki ilerleyişi karşısında ortak bir tehdit algılamasına sahip oluşlarıdır.


Prusya Orta ve Doğu Avrupa'da tabii bir hinterland etkisi ile modern bir devlet olarak doğarken ister istemez Asya steplerini arkasına alarak Avrupa'ya sarkmaya çalışan Rusya gibi bir step devi ile hesaplaşmak zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti de aynı step devinin baskısını hem Balkanlar hem de Kafkaslar üzerinden hissedegelmiştir. Daha önce İsveç-Osmanlı ilişkilerinde görülen Rusya'nın batı ve güney istikametindeki yayılmacı politikalarını dengeleme çabası İsveç'in göreceli olarak zayıflaması ve Prusya'nın yükselmesi ile yeni bir nitelik kazanmıştır. II. Frederik'in Osmanlı'ya ittifak teklifi ile başlayan Prusya-Osmanlı ilişkileri böylesi bir ortak jeopolitik zorunluluğun sonucu idi.


Bu durum Soğuk Savaş dengelerine kadar da bir süreklilik içinde devam etmiştir. SSCB'nin bir taraftan Doğu Avrupa diğer taraftan Kafkaslar, Balkanlar ve Boğazlar üzerinde II. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra başlayan Soğuk Savaş süresince yoğunlaşarak artan baskısı bu tarihî denge mekanizması çerçevesinde Türkiye ve Almanya'yı stratejik bir hat üzerinde tekrar buluşturmuştu.


Sömürgecilik ve Türk-Alman ilişkileri


Bu ilişkilerin tarihî süreklilik içindeki ikinci önemli unsuru Almanya'nın Osmanlı Devleti'ni doğrudan etkileyebilecek bir sömürge geçmişine sahip olmamasıdır. Bu nedenledir ki, İngiltere'nin sömürge politikalarının bir taraftan Osmanlı üzerinde paylaşım hesaplarına yöneldiği, diğer taraftan da Almanya ile küresel bir ekonomi-politik rekabete girdiği dönemlerde Osmanlı-Almanya ilişkileri hızlı bir ivme ile gelişme temayülü göstermiştir. Hele hele İngiliz-Rus yakınlaşmasının olduğu dönemler tabii bir şekilde ortaya çıkan Osmanlı-Alman birlikteliğini kaçınılmaz kılmıştır.


I. Dünya Savaşı'nda ortaya çıkan ittifak böylesi bir sürecin sonucudur. Kırım Savaşı'nda Rusya karşısında İngiltere'yi yanında bulan Osmanlı Devleti Almanya'nın ittifak arayışlarına teenni ile yaklaşırken, sömürgeci İngiltere ile yayılmacı Rusya'nın yakınlaştığı dönemlerde Almanya'ya yakınlaşan politikalara ağırlık vermiştir.


Alman stratejik zihniyeti de iki ülke arasındaki bu yakınlaşmayı özellikle Avrasya stratejik safhasına geçişin olmazsa olmaz şartı olarak görmüştür. Berlin-Bağdat demiryolu projesinin devreye girişi bu stratejik bakış açısının tipik bir göstergesidir.


Coğrafi faktör: Merkezi konum


Almanya-Osmanlı ilişkilerinin kısa bir özetini vermek gerekirse, bu ilişki Almanya'nın Avrupa içindeki Mittellage (merkezi konum) konumu ile Osmanlı Devleti'nin Avrasya geçiş yollarındaki Mittelage konumunun jeopolitik kesişim alanının bir ürünüdür. Her iki ülke de bu jeopolitik kesişim alanını Rusya ve İngiltere karşısında stratejik bir optimazisyona yöneltmek istemiştir. İngiliz-Rus yakınlaşmasının olduğu dönemlerde bu optimizasyon çabası azamî ölçüye ulaşırken, Ingiliz-Türk ya da Alman-Rus yakınlaşmasının olduğu dönemlerde ittifak arayışlarına olan ilgi ve ihtiyaç azalmıştır.


II. Dünya Savaşı süresince Türkiye'nin gerek Almanya'dan gerekse ingiltere'den gelen baskılara direnmesi, dönemin idarecilerinin tarihî bir refleks ile İngiliz-Rus ittifak denkleminin karşısında yer almamaya, ama denklemi güçlendirici bir konumda da bulunmamaya özen göstermelerindendir. Savaşın ilk yıllarında Almanya'nın başarılarına rağmen onun safında savaşa girmeyen Türkiye, savaşın sonunda da İngiliz-Rus ittifakına en son katılanlar arasında yer almıştır.


Soğuk savaş ve Türk-Alman ilişkileri


Bu çapraz dengeler ve tarihî reflekslerin II. Dünya Savaşından sonra da yeni söylem ve tavırlarla sürdüğü söylenebilir. Değişen en önemli olgu İngiltere'nin rolünü ABD'nin üstlenmiş olmasıdır. 19. yüzyılın step devi Rusya'nın evrensel sosyalist ideolojinin kazandırdığı motivasyon ile bir dünya devi haline dönüşmesi gerek Orta ve Doğu Avrupa, gerek Balkanlar ve Boğazlar, gerekse Kafkaslar ve Ortadoğu üzerindeki baskıların artışı sonucunu doğurmuştur. Bu da Alman-Türk stratejik ortaklığına sadece askerî açıdan değil ekonomik açıdan da önemli bir boyut kazandırmıştır. Bölünmüş Almanya'nın batı kanadı kendi ekonomik sisteminin işleyişinin adale gücünü II. Dünya Savaşı'nda budanmamış taze ve genç Türk nüfusundan alırken, Türkiye de Sovyet tehditleri karşısında tercih ettiği batı bloku içindeki ekonomik potansiyelinin kaynağını yükselen Alman ekonomisinin döviz ve ihracat kapasitesinden temin etmeye çalışmıştır.


Türkiye bu dönemde ABD ile artan güvenlik işbirliğini Almanya ile yoğunlaşan ekonomik işbirliği ile biribirini tamamlayan dış politika unsurları olarak görmüştür. Bu da Soğuk Savaş süresince gelişen Türkiye, Almanya ve ABD arasındaki çapraz ikili ilişkilerin çelişik değil biribirlerini destekleyen nitelikte seyretmesini sağlamıştır.

#Türkiye
#Almanya
#İlişkileri
#Soğuk Savaş