Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye-Almanya ilişkileri

00:0010/06/1999, الخميس
G: 9/09/2019, الإثنين
Ahmet Davutoğlu

Soğuk Savaş''ın sona ermesi ile birlikte ortaya çıkan uluslararası konjunktür Türk-Alman ilişkilerinin bu temel parametrelerini ciddî şekilde etkilemiştir. Herşeyden önce küresel dengelerde ikili yapının dağılması ve klasik güçler dengesinin ağırlığını hissettirmesi Almanya''nın dış politika önceliklerini değiştirmiştir. Sovyet tehdidinin ortadan kalkması ile birlikte Türkiye''nin Almanya nezdindeki stratejik önemi de büyük bir değişime uğramıştır.Jeopolitik boşluk ve Alman stratejisindeki değişimSoğuk

Soğuk Savaş''ın sona ermesi ile birlikte ortaya çıkan uluslararası konjunktür Türk-Alman ilişkilerinin bu temel parametrelerini ciddî şekilde etkilemiştir. Herşeyden önce küresel dengelerde ikili yapının dağılması ve klasik güçler dengesinin ağırlığını hissettirmesi Almanya''nın dış politika önceliklerini değiştirmiştir. Sovyet tehdidinin ortadan kalkması ile birlikte Türkiye''nin Almanya nezdindeki stratejik önemi de büyük bir değişime uğramıştır.

Jeopolitik boşluk ve Alman stratejisindeki değişim

Soğuk Savaş süresince Türkiye''deki NATO varlığının Orta ve Doğu Avrupa''ya yönelik Sovyet tehdidini dengeleyici bir rol oynaması ve iki kutuplu gerilimin Almanya''yı doğrudan ilgilendiren Orta ve Doğu Avrupa''dan çok Kafkaslar ve Ortadoğu''da cereyan etmesine yol açması Türkiye''nin Almanya açısından vazgeçilmez önemde bir stratejik ortak olmasını sağlamıştı. Sovyet tehdidinin yok olması ve Varşova paktının dağılması Türkiye''nin bu rolüne olan ihtiyacı azalttığı gibi Almanya''nın tabii hinterlandı olarak gördüğü Orta ve Doğu Avrupa üzerindeki baskıları azaltmış ve bu bölgede ciddî bir boşluğun doğmasına yol açmıştır.

Bu boşluğun doldurulması zarureti Almanya''nın geleneksel Doğu Politikası''nın (Ostpolitik) Orta ve Doğu Avrupa''daki jeopolitik boşluğu dolduracak şekilde yeniden yorumlanmasına yol açmıştır. Bu tercihin öngördüğü AB''nin Orta ve Doğu Avrupa''ya yayılması ile Almanya''nın Soğuk Savaş süresince sürdürdüğü Şarlman tercihinin öngördüğü AB''nin derinleşmesi hedefi arasındaki çelişki Almanya''nın AB''ne bakışını da, Türkiye''nin AB''ne müracaatını değerlendiriş biçimini de etkilemiştir. Türkiye''nin stratejik önemindeki değişim ve Orta ve Doğu Avrupa''da Almanya lehine doğan boşluk bu bölgedeki ülkelerin AB''ne üyelik müracaatlarına öncelik verilmesine yol açmıştır.

Nüfus faktörü ve Avrupa-Türkiye ilişkileri

Stratejik önceliklerdeki bu değişim Soğuk Savaş süresince Türk-Alman dostluğunun köprüsü olarak görülen göçmen işçilere bakışı da etkilemiştir. İki Almanya''nın birleşmesinin doğurduğu ekonomik ve sosyal sıkıntılar Almanya''nın ülkedeki Türkler''in konumunu bir tür nüfus baskısı olarak görmesine sebep olmuştur. Bu yeni konjunktürde, Türkiye''nin AB''ne üye olmasının getireceği serbest dolaşım hakkı Almanlar''ı ciddî şekilde tedirgin eden bir unsur haline dönüşmüştür.

Böylece, Soğuk Savaş süresince Sovyet tehdidinin önündeki en önemli engeller arasında görülen Anadolu''daki genç ve dinamik Türk nüfusu bu tehdidin kalkışı ve AB içindeki dengeler dolayısıyla Avrupa''ya yönelik bir nüfus tehdidi olarak algılanmaya başlanmıştır. İdeolojik nitelikli Soğuk Savaş''ın bitmesinden sonra medeniyet nitelikli yeni bir Soğuk Savaş deklarasyonu olarak algılanan Medeniyetler Çatışması tezi bu yaklaşımı maalesef bir tür dışlamaya dönüştürmüş bulunmaktadır.

Türkiye''de uyanan Avrupa''dan dışlanma ve yalnızlaşma psikolojisi kamuoyunda ve siyasi elitte Avrupa''ya yönelik kuşkulu bakışı yoğunlaştırmıştır. PKK''nın Avrupa''daki faaliyetleri ve Kürt ve Kıbrıs meselelerinin Türkiye-AB müzakerelerinde Avrupa''nın önşartları şeklinde algılanış biçimi bu kuşkuyu milli bütünlüğe yönelik bir tür tehdit algılamasına dönüştürmüştür.

Farklılaşan bölgesel politikalar

Öte yandan Soğuk Savaş''ın sona ermesi ile birlikte ortaya çıkan yeni bölgesel etkinlik alanlarına bakışta da ciddi farklılaşmalar gözlenmiştir. Orta Asya''nın doğal kaynaklarının Avrupa''ya aktarılması ile ilgili seçeneklerde Karadeniz''in güneyinden ve Anadolu üzerinden geçen yolu temel stratejik çıkar olarak gören Türkiye ile ana hatlarıyla Karadeniz''in kuzeyinden veya Tuna üzerinden geçen yola sıcak bakarak Rus tezine yakınlaşan Almanya arasındaki bakış tarzı farklılığı buna bir misal olarak zikredilebilir.

Bu noktada öne çıkan diğer önemli bir boyut ta Avrasya-içi entegrasyon faaliyetlerinin Alman ve Türk stratejik tercihleri ile olan uyum-çelişki ilişkisidir. Baltık ülkeleri arasındaki Baltık denizi işbirliği çabası, Türkiye''nin öncülüğü ile başlatılan Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Rusya-merkezli Slav ülkelerini biraraya getirmeye çalışan projeler ve Balkan ülkelerini kapsayan değişik eksenli teşebbüsler, son yıllarda devreye girmeye başlayan Güneydoğu Avrupa Forumu benzeri çalışmalar ve bütün bu diplomatik adımların AB ile olan ilişkileri AB''nin merkez gücü olan Almanya ile bu birliğin dışına itilerek yalnızlaştırılmak istendiğini düşünen Türkiye arasındaki çelişkileri artırmaktadır.

Her iki ülkenin gerek NATO bünyesinde gerekse bölgesel bağlantılar dolayısıyla müdahil olduğu Balkanlar ile ilgili meselelerde de ortak bir tavır arayışından çok, kuşkulu bir yaklaşım sezilmektedir. Balkanlar''daki meselelere NATO müdahelesini millî çıkarları için daha uygun gören Türkiye ile bu bölge ile ilgili nihaî çözümün AB mekanizmalarından geçtiğini düşünen Almanya arasındaki görüş farklılıkları Türk-Alman ilişkilerini etkilemeye devam edecektir. Son olarak Almanya''nın bölgede Türkiye''nin tabii müttefikleri arasında yer alan Bosna-Hersek, Arnavutluk, Hırvatistan ve Makedonya''yı AB''ne davet etmesi kısa ve orta vadede birliğe katılması güç görünen Türkiye''de ciddi kaygılar uyandırmaktadır. Bu ülkelerin AB içinde Yunanistan ile birlikte bulunması ve zamanla Türkiye dışındaki bütün Balkan ülkelerinin birlik bünyesine alınması ihkimali Türkiye''nin Balkanlar''a yönelik politikalarını Türkiye-Avrupa ilişkilerinin bir parametresi haline getirebilir ki, bu durum Türkiye için önemli sakıncalar ihtiva etmektedir. Bu tür projeksiyonların oluşturduğu kuşkular Türk-Alman ilişkilerinin Türkiye-AB ilişkilerindeki problem alanlarının tümünden birden etkilenmesini beraberinde getirmektedir.

AB-Türkiye ilişkilerinde ortaya çıkan tıkanmaların fiilî problem alanlarına taşınması Türkiye''nin AB ve Almanya''dan çok NATO ve ABD eksenlerine dayalı dış politika seçeneklerine ağırlık vermesine yol açmaktadır. Bu yöneliş NATO-AB ve ABD-Almanya ilişkilerindeki problem alanlarının Türkiye-Almanya arasındaki ikili ilişkilere de yansımasına sebep olmaktadır. Son NATO zirvesinde NATO''nun Avrupa içindeki müdahelelerde karar verme sürecinin Türkiye''nin üye olmadığı AB mekanizmalarına bağlanmasının doğurduğu bunalım bunun son çarpıcı misalini teşkil etmektedir. Türkiye bu konuda haklı olarak kendisinin karar verme sürecinde bulunmadığı bir organın alacağı kararların yükümlülüklerini taşımasının mümkün olmadığını beyan ederek bu düzenlemeye karşı çıkmış ve kararın tashihini sağlamıştır.

Türkiye-Almanya ilişkilerinin geleceği

Özetle, Türkiye-Almanya ilişkileri, Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan bu konjunktürde, dinamik güçler dengesinin olduğu tarihî örneklerin aksine bir bunalım sürecine girmiş görünmektedir. İkili ilişkilerde karşılıklı güven ve işbirliği ortamının istenilen düzeyde oluşturulamaması, Balkanlar ve Ortadoğu başta olmak üzere bölgesel bunalım alanlarına bakıştaki farklılıklar, Türkiye-AB ilişkilerindeki tıkanmalar, ABD, Almanya ve Rusya arasındaki ilişkilerin yeni unsurlarla Soğuk Savaş döneminin statik dengelerinin dışına çıkmış olması gibi olgular ikili ilişkileri doğrudan etkilemektedir.

Ancak, gerek siyasi tarih içindeki tecrübeler gerekse reel jeopolitik ve ekonomi-politik dengeler Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilere bu tür konjunktürel etkilerin ötesinde boyutlar katmaktadır. Bu çerçevede kalıcı ortak çıkar alanları Türkiye ve Almanya''nın ilişkilerdeki konjunktürel sıkıntıları rasyonel bir bakış açısı ile aşmasını zorunlu kılmaktadır. Ne Almanya stratejik tercihlerinde Türkiye''yi ihmal edebilir; ne de Türkiye küresel ve bölgesel dengelerde Almanya ile olan ilişkilerini gözardı eden bir dış politika yapımına yönelebilir. İkili ilişkilerde rasyonel, iki ülkenin müdahil olduğu bunalım alanlarında esnek bir politika takip edilmesi bu geçiş sürecinin sağlıklı bir şekilde aşılmasına yardımcı olacaktır.