Bölgesel bir bunalım niteliği taşıyan Kosova, NATO müdahalesi ve bu müdahale sonucunda ortaya çıkan konjunktür dolayısıyla uluslararası ilişkilerdeki reel değişmeleri yansıtan bir turnosol kağıdı işlevi görmektedir. İlerde Kosova bunalımını günlük sıcak gelişmelerin etkisi dışında değerlendirecek tarihçiler birçok ilkin bu müdahele ile yaşandığını vurgulayacaklardır.NATO-BM ve Atlantik-AB DengeleriBirincisi, bir savunma ittifakı niteliğinde olan NATO ilk defa, hem de kendi üye ülkelerini doğrudan
Bölgesel bir bunalım niteliği taşıyan Kosova, NATO müdahalesi ve bu müdahale sonucunda ortaya çıkan konjunktür dolayısıyla uluslararası ilişkilerdeki reel değişmeleri yansıtan bir turnosol kağıdı işlevi görmektedir. İlerde Kosova bunalımını günlük sıcak gelişmelerin etkisi dışında değerlendirecek tarihçiler birçok ilkin bu müdahele ile yaşandığını vurgulayacaklardır.
Birincisi, bir savunma ittifakı niteliğinde olan NATO ilk defa, hem de kendi üye ülkelerini doğrudan ilgilendirmeyen bir alanda, fiili bir müdahalede bulunmuştur. Bu durum uluslararası müdahaleler için meşruiyyet kaynağı olan BM''nin II. Dünya Savaşı''ndan sonra üstlendiği misyonlarda ciddi bir kayma anlamına gelmektedir.
BM Genel Kurulu''nun hukuki ve fiili yetkisizliği ve BM Güvenlik Konseyi''nin hızlı ve aktif karar alma gücünün üyelerin veto hakkı ile dizginlenmiş olması ABD''yi NATO''yu ve G-8''i öne çıkarmaya sevketmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası oluşan düzenin temel organı olan BM ile Soğuk Savaş sonrası oluşturulmaya çalışılan düzenin kurucu ve koruyucu kalkanı olma misyonuna yönelen NATO arasındaki ilişkiler ve denge önümüzdeki dönemin uluslararası operasyonlarındaki ana tartışma konularından birini oluşturacaktır.
İkincisi, uluslararası ilişkilerde, ortak operasyonlarda bulunan Batı ülkelerinin barış ve güvenlik söylemi ile güçler dengesine dayalı dinamik çıkar çatışmalarının kesiştiği bir alan ortaya çıkmaktadır. NATO''nun ortak yürütülen operasyonları her büyük gücün kendi namı hesabına diplomatik girişimlerde bulunmasını engellememiştir.
Kosova operasyonunun başlatılmasında şahin rolünü üstlenen ABD''nin barış görüşmeleri esnasında AB ve Rusya tarafından neredeyse devre dışında tutulması Atlantik-Avrupa ilişkilerinde yeni dengelerin devreye girmekte olduğunu göstermektedir. AB''nin Köln zirvesi ile eşzamanlı olarak yürütülen Kosova operasyonunu durdurmaya yönelik arabuluculuk girişimleri AB''nin, dolayısıyla da özellikle Fransa ve Almanya gibi kontinental Avrupa ülkelerinin, bölge üzerinde etki kurma çabası olarak görülmelidir. Rusya''nın da devrede olduğu ilk ateşkes taslağında BM''nin öne çıkarılması ve NATO etkinliğinin bir anlamda dengelenmesi aslında Kosova bunalımı ile birlikte NATO-BM ve AB-Atlantik ilişkilerinde yeni denge arayışlarının sözkonusu olduğunu ortaya koymaktadır.
Üçüncüsü, bu denge arayışları uluslararası ilişkileri yönlendirmekte öne çıkan üç kurumun (BM Güvenlik Konseyi, G-8 ve NATO) üyeleri arasında ilginç bir hiyerarşik ilişkinin doğmasına yol açmaktadır. Bu üç kurumun da üyesi olan ülkeler (ABD, İngiltere ve Fransa) sistemin belirleme ve meşrulaştırma gücü yüksek aktörleri konumunu kazanırken, sadece ikisinde etkin olanlar müdahil olma yetkisi olmakla birlikte nihai belirleyici olma gücü olmayan aktörler olmaktadır.
Bunlardan fiili gücü yansıtan G-8 ve NATO üyesi olanlar (Almanya ve İtalya) daha operasyonel roller üstlenirken, meşrulaştırıcı bir konuma sahip olan BM Güvenlik Konseyi üyesi olan ve G-8''deki konumu ekonomik gücünden çok diplomatik ağırlığından gelen Rusya tam bir prestij politikası takip etmektedir. Bugün Kosova''da doğrudan etkinlik bölgesi olacak olan ülkelerin bu aktörlerden oluşması ve Rusya''nın bu aktörler arasında olabilmek için kendini de facto empoze etmesi bu yeni hiyerarşik çerçevenin sembolik bir işareti olarak görülmelidir. Kanada''nın (G-8 ve NATO üyesi) bu kategoriye girmekle birlikte Kosova''da aktif rol üstlenmemesi ise bir yandan Bosna''da Kanadalı yetkililerin pek iyi bir sicil bırakmamalarının, diğer yandan da NAFTA ve Atlantik ile ilgili politikalarda sürekli izini takip ettiği ABD ile birlikte değerlendirilmesinin bir sonucu olarak görülmelidir.
Bu üç kurumun sadece birinde söz hakkı olan ülkeler ise söz hakkı oldukları kurumun niteliğine göre bir rol kazanmaktadırlar. Bu çerçevede sadece BM Güvenlik Konseyi olan Çin fiili güç operasyonlarında sembolik bir muhalefeti temsil etmektedir. Kosova ile ilgili son BM Güvenlik Konseyi kararında Çin''in çekimser kalması bu politikayı yansıtmaktadır. BM Güvenlik Konseyi''nin gücünün göreceli bir şekilde azaltılması Çin''in uluslararası sistemik güçlere yönelik muhalefetini daha da keskinleştirmesi sonucunu doğurabilir. Bunun önüne geçmek için Çin''in ekonomik gücünü artırmasına paralel olarak G-8''e alınması ihtimali gözardı edilmemelidir.
Bu üç kurumda sadece G-8 içinde rol alan Japonya''nın rolü ise uluslararası operasyonların mali portresi ile sınırlı kalmaktadır. Japonya ne NATO üyesi ülkeler gibi bizzat operasyonlara katılarak fiili bir güç merkezi olmakta, ne de bu operasyonları meşrulaştırıcı bir konumda bulunmaktadır. Ancak, operasyonların seyrine göre gereken mali portrede ve ekonomik sonuçlarda gözönünde bulundurulan önemli bir aktör rolünü sürdürmektedir. Rusya''nın son manevrası ile örtülü bir şantaj sonucu G-8''den yeni bir ekonomik yardım paketi beklemesi sadece G-8 üyesi olan Japonya için karşılıksız bir maliyet oluşturmaktadır. Zamanla Japonya''nın bu konumunu tartışmaya açması şaşırtıcı olmayacaktır.
Bu üç kurum içinde sadece NATO üyesi olan ülkeler için ise kara sürecindeki etkinlikten çok operasyonel etki ön plana çıkmaktadır. Türkiye''nin de içinde bulunduğu bu ülkeler grubu hiyerarşinin üst basamağında olan ülkeler tarafından şekillendirilmiş bir çözümün operasyonel destek gücü konumunda bulunmaktadır. Göreceli olarak zayıf görünen bu konum bu ülkelere, bahsi geçen üç kurumda da yer almayan diğer bölgesel güçler nezdinde ve onlarla mukayeseli olarak önemli bir etkinlik ve manevra alanı kazandırmaktadır.
Dördüncüsü, bu hiyerarşi içinde Almanya''nın gittikçe artan önemidir. Kosova barış görüşmeleri esnasında etkisini gösteren Almanya II. Dünya Savaşı''ndan sonra ilk defa fiili bir askeri güç içinde yer almıştır. Son gelişmelerde gözden kaçan en önemli olaylardan birisi budur. II. Dünya Savaşı''nın sorumlusu olarak görüldüğü için BM Güvenlik Konseyi''nde yer almayan Almanya G-8 ve NATO üyesi olmaktan gelen meşruiyyeti ile AB''nin lider ülkesi konumundan gelen gücünü birleştirerek uluslararası ilişkilerde ağırlığını hissettiren bir konum kazanmıştır.
Kosova''ya giren kara birliklerinin belki de en çarpıcı yönü budur. Rusya''nın gerçekleştirdiği oldu-bitti Almanya''nın gerçekleştirdiği bu ilki örtmüş bulunmaktadır. Barış görüşmeleri esnasında Rusya''yı devreye sokarak diplomatik bir esneklik gösteren Almanya Kosova bunalımından sonra uluslararası fiili güç alanında meşruiyyet kazanmış bulunmaktadır. Körfez müdahalesinde özellikle geri planda kalan, Bosna bunalımında Dayton''a giden süreçte ABD''nin önünü açmakla birlikte teeni içinde davranan Almanya on yıl içinde oluşmakta olan yeni hiyerarşik düzen içinde kendi meşruiyyet alanını açmıştır. Bu gelişme önümüzdeki döneme Rus operasyonu kadar etkide bulunacak özellikler taşımaktadır.
Beşincisi, Soğuk Savaş sonrası dönemde süper güç kapasitesini yitirerek edilgen bir tavır içine giren Rusya ilk defa statükodan kaynaklanan kendi gücünü yarı diplomatik yarı askeri bir kazanca dönüştürmüştür. Rus birliğinin gücü bu konuda çok da önemli değildir.
Son gelişme, Rusya''nın ordusunun dağınıklığına, ekonomisinin bunalımına ve siyasi iradede yaşanan gelgitlere rağmen hâlâ bir süper güç refleksi gösterebildiğini ortaya koymaktadır. Avrupa''da yeni bir düzen oluşması için NATO''nun etkinlik alanını kaçınılmaz gören ABD de, sürece Rusya''nın dahil olmasını bir denge faktörü olarak gören AB ve Almanya da bundan sonra bu refleks konusunda daha dikkatli bir politika geliştirme zorunluluğu hissedeceklerdir. Benzer oldubittilerin diğer bölgelerde de yaşanması tüm Avrasya sathına yayılan bir istikrarsızlık doğurabilir.
Özetle, Kosova operasyonunda yaşananlar bölge ölçeğinin ötesinde anlamlar ifade etmektedir. Fukuyama''nın meşhur Tarih''in Sonu tezine karşı ''1991 Mart''ında Kanada''da sunduğumuz ve daha sonra Civilizational Transformation (Medeniyet Dönüşümü; Quill, 1994, s.8) başlığıyla kitaplaşan tebliğimizde vurguladığımız gibi Soğuk Savaş sonrasında "Tarih sona ermemiştir; aksine ivme kazanmıştır." Bu ivmenin yöneleceği seyri vaktinde algılayabilenler bu süreçten en kârlı çıkanlar olacaktır. Tarihin ivme kazandığı bölgelere komşu olan Türkiye bu seyri ve güç kaymalarını yakınen takip etmek zorundadır.