Soğuk Savaş sonrası dönemin uluslararası yapılanması yeni unsurlarla birlikte belirginleşmeye başlıyor. Bir taraftan Soğuk Savaş döneminin uluslararası yapılanma araçları yeni nitelikler kazanırken; diğer taraftan yeni uluslararası örgütler ve araçlar devreye sokuluyor. Bu çerçevede mesela BM Güvenlik Konseyi göreceli bir güç kaybına uğrarken, ekonomi-politik bir misyonla kurulan G-8, uluslararası sistemde ortaya çıkması muhtemel boşluğu dolduracak şekilde yeni görev alanları belirliyor ve büyük
Soğuk Savaş sonrası dönemin uluslararası yapılanması yeni unsurlarla birlikte belirginleşmeye başlıyor. Bir taraftan Soğuk Savaş döneminin uluslararası yapılanma araçları yeni nitelikler kazanırken; diğer taraftan yeni uluslararası örgütler ve araçlar devreye sokuluyor. Bu çerçevede mesela BM Güvenlik Konseyi göreceli bir güç kaybına uğrarken, ekonomi-politik bir misyonla kurulan G-8, uluslararası sistemde ortaya çıkması muhtemel boşluğu dolduracak şekilde yeni görev alanları belirliyor ve büyük güçler arasındaki en üst forum niteliğine bürünüyor.
Bu çerçevede önemi gittikçe artan ve uluslararası ilişkiler ağının merkezine yerleşmeye başlayan G-8''in önce G-7 şeklinde doğuşu aslında II. Dünya Savaş''ından sonra kurulan ve Soğuk Savaş''ın sona ermesine kadar etkisini sürdüren uluslararası meşruiyyet yapılanması ile reel güç yapılanması arasındaki farkın giderilmesi çabasının bir sonucudur. II. Dünya Savaşı''nın suçlu mağlupları olan Almanya ve Japonya''nın ulaştıkları ekonomi-politik, başta ABD olmak üzere sistemin meşru merkez güçlerini bu ülkeleri de içine alacak ekonomi-politik nitelikli yeni forumlar ve örgütler kurmaya itmiştir. Bu süreçte gittikçe maliyetleri artan uluslararası operasyonların finanse edilmesi ihtiyacı da etkili olmuştur.
Uluslararası ekonomi-politik sistemin işleyişine katkıda bulunan güçlerin zamanla kendi meşruiyyet alanlarını da oluşturmaya başlamaları G-8''in ekonomi-politik ağırlığını diplomatik ağırlığa da dönüştürmesine yol açmıştır. Ekonomi-politik kapasitesi açısından bu yapıya katılma imkanı olmayan Rusya''nın diplomatik ve nükleer gücü dolayısıyla örgüte alınmasıyla bu dönüşüm hem meşruiyyet hem de ivme kazanmıştır. Böylece gittikçe daha sık aralıklarla toplanmaya başlanan G-8, faaliyet alanını ve misyonunu da kademeli bir şekilde geliştirmiştir. Son zirvede Kosova''dan Keşmir ve Kıbrıs''a kadar uzanan müzakereler bu örgütün, BM''i bir tür meşrulaştırma aracı olarak kullanma kapasitesine sahip reel bir güç yapılanması niteliğine dönüşmekte olduğunu ortaya koymaktadır.
Her büyük gücün, örgütün bu niteliğinden kendine özgü beklentileri vardır. ABD, G-8 üzerinden bir taraftan uluslararası ekonomi-politik sistemin işleyişindeki patronaj rolünü sürdürmeye, diğer taraftan da uluslararası siyasi işleyişin reel yükünü diğer güçlere de yansıtmaya çalışmaktadır. Böylece ABD reel operasyonların ve diplomatik manevraların uygulamasında G-8''i devreye sokarken bu örgüt içinde çıkacak muhtemel problem alanlarında da BM Güvenlik Konseyi''nin meşrulaştırıcı etkisini devrede tutabilecek araçlara sahip olmaktadır.
Bugün her iki yapıyı da en etkin bir şekilde kullanabilecek yegane güç ABD''dir. G-8''in artan etkisi ile açılan yeni alan Almanya ve Japonya''nın BM Güvenlik Konseyi''ne girme yönündeki dolaylı baskılarını da gereksiz kılmıştır. ABD mali destek de ihtiva eden acil operasyonlar için G-8''i, süreç gerektiren diplomatik bunalım alanları için ise BM Güvenlik Konseyi''ni devrede tutmakta ve bütün bu yapıların dengeleyici gücü olma esnekliğinin getirdiği avantajları kullanabilecek bir konumda bulunmaya özen göstermektedir.
Soğuk Savaş süresince II. Dünya Savaşı''nın psikolojik yükünü taşımak zorunda kalan Almanya ve Japonya için G-8 mali faturalar karşılığında meşruiyyet kazanılan bir örgüt konumundadır. Doksanlı yılların başlarında tartışılan ve her iki gücü de BM Güvenlik Konseyi''ne almaya yönelik senaryoların devre dışında tutulması bu iki ülke için de G-8''i uluslararası ilişkilerde etkinliğin en doğrudan aracı kılmıştır.
Özellikle NATO ve AB içindeki konumunu da etkin bir şekilde devreye sokan Almanya bu üç yapı arasında kurduğu koordineli diplomatik ilişki ile kendisine son derece önemli bir diplomatik alan açmış bulunmaktadır. Almanya''nın son Kosova operasyonu süresince ve sonrasında yürüttüğü etkin politika temelde böylesi bir diplomatik manevra alanının ürünüdür. G-8''in batılı ya da Avrupalı olmayan yegane üyesi olan Japonya da uluslararası ekonomi-politikte temerküz eden gücünü G-8 üzerinden küresel ölçekli bir foruma yansıtmaktadır.
G-8''e sonradan dahil olan ve bir ölçüde de yaptığı sürpriz ataklarla kendini örgüte empoze eden Rusya ise G-8''i hem uluslararası alandaki etkinliğini korumak, hem de iç ekonomik rehabilitasyonuna dış kaynak aktarabilmek için son derece pragmatik bir tarzda kullanmaktadır. Rusya''nın son Kosova taktiği bu pragmatik politikanın en çarpıcı misallerinden birini oluşturmuştur.
Örgütün diğer önemli güçleri olan İngiltere ve Fransa ise G-8''deki güçlerini BM Güvenlik Konseyi''ne BM Güvenlik Konseyi''ndeki güçlerini de G-8''e transfer ederek sistemin dengeleyici ve meşrulaştırıcı güçleri konumun sürdürmeye çalışmaktadırlar.
Son G-8 zirvesinde Kıbrıs ile ilgili alınan karar Türkiye''nin bu örgütün kazanmakta olduğu merkezi konumu yeniden değerlendirmesini zorunlu kılmaktadır. G-7 döneminde örgütün ekonomi-politikle sınırlı görünen yapısı dolayısıyla kısmen kayıtsız kalan Türkiye özellikle Rusya''nın örgüt-içi ilişkilerde devreye girmesinden ve AB-Türkiye ilişkilerinin gerilmesinden sonra bu yeni konumdan belki de en olumsuz yönde etkilenebilecek ülkeler arasında yer almaktadır. Kıbrıs meselesi dolayısıyla BM Güvenlik Konseyi ve BM Genel Sekreterliği ile hep hassas veya gerilimle dönemler yaşayan Türkiye şimdi de G-8 baskısının oluşturacağı yeni bir diplomatik kıskaç ile karşı karşıya kalma riskinin yükünü taşımaktadır.
Aslında bu tür bunalım alanlarına müdahele yetkisin nereden aldığı uluslararası hukuk açısından her zaman tartışmalı olan G-8''in Kıbrıs konusunda aldığı kararın özellikle zamanlama ile ilgili iki önemli boyutu vardır. Birincisi, Kosova''ya yönelik NATO operasyonunu gerek askeri gerekse mültecilerle ilgili insani yükünü paylaşan Türkiye''nin askeri gücünün elan Kosova''ya ulaştırılmamış olmasına rağmen Kıbrıs ile ilgili olarak Türkiye''yi tedirgin edecek böylesi bir kararın alınması müttefiklerden gelen ciddi bir sinyal olarak algılanmalıdır. Bu nokta özellikle Almanya açısından önem taşımaktadır. Balkanlarda tarihi etki alanlarına dayanan ve fiilen süren Alman-Rus-Türk nüfuz alanları rekabeti yeni boyutlarla tekrar gündeme gelmektedir.
Bu durum Türkiye''nin devre dışına itilmesi konusunda G-8 içinde muhtemel koalisyonlar oluşmasına yol açabilecek bir olgudur. Bunalım esnasında muhtemelen karşı bir tavrın oluşmasını engellemek için düşük profilli bir politika takip eden Türkiye''nin operasyon sonrasında da bu tavrı sürdürmesi bir zaaf oluşturmuştur. Özellikle Rusya''nın yaptığı emrivaki ve Rusya''yı tatmine yönelik çabalar Türkiye''nin bölge üzerindeki etkisini zayıflatan bir görüntü ortaya çıkarmıştır. G-8''in Kıbrıs''la ilgili son kararı bu görüntüyü daha da pekiştirmiştir. Türkiye göndereceği birliğin en kısa zamanda Kosova''ya ulaşması için gereken kararlı tutumu sergilemezse bu görüntü kalıcı bir zaafa dönüşecektir.
Bu kararın ikinci önemli boyutu muhtemelen Kuzey Irak ile ilgili gelişmelerde kendini gösterecektir. Geçtiğimiz günlerde Kürt liderleri Washington''da tekrar biraraya getiren ABD Kosova''dan sonra Kuzey Irak''ta da yeni bir yapılanma çabası içine girecektir. Türkiye''nin bu teşebbüslere yönelik bilinen muhalif tutumu Kıbrıs kozu öne sürülerek yumuşatılmak istenmektedir.
Türkiye''yi tedirgin edecek böyle bir kararın Kıbrıs ile ilgili ciddi hiç bir bunalım yokken G-8 zirvesinden çıkması ABD''nin dolaylı onayı olmaksızın mümkün değildir. Bu onayın da en makul izah tarzı Kuzey Irak ile ilgili girişilecek yeni bir teşebbüs öncesinde Türkiye''nin yumuşak karnı olan Kıbrıs''ın tekrar gündeme getirilmiş olmasıdır. Kıbrıs''ın Türkiye''yi doğrudan ilgilendiren başka adımlar için bir karşı koz olarak tekrar tekrar gündeme getirilmesi artık alışılmış bir tutumdur.
Dolayısıyla G-8''in Kıbrıs ile ilgili kararında Almanya ve Rusya''nın Balkanlar, ABD''nin Kuzey Irak politikaları ile ilgili hesaplarının etkisi olmuştur. Bu durum küresel ve bölgesel konjunktürü gittikçe girift bir ilişki içinde biribirine bağlayan diplomatik dengelerin son derece hassas bir seyir takip ettiğinin göstergesidir.
Türkiye bu hassas seyrin nabzını tutmaktansa, halk-devlet ilişkisinin gittikçe yıpratıldığı kampanyalarla içerde enerji tüketen tartışmalar içine sürüklenmektedir. Halkın temel değerlerine yönelik kampanyaların bu uluslararası konjunktürle ilgili bağlantıları da gözardı edilmemelidir.