Türkiye'de sık sık gündeme gelen sorulardan birisi, Türkiye'nin niçin kendine özgü ve sürekliliği olan bir stratejisinin olmadığı meselesidir. Gerçekten de, Türkiye'nin değişen uluslararası ve ulusal konjonktürde bile sabit unsurlar ihtiva eden bir stratejisi olmamıştır ve belki de dış politika yapımının en önemli problem alanlarından biri budur.
Değişen hükümetlerin kısa dönemli zigzagları ile dış politika bürokrasisinin risksiz dış politika anlayışı arasında gidip gelen taktik adımlar biraraya getirildiğinde stratejik bir tutarlılıktan çok koordinasyon unsuru bile olmayan bir dağınıklık tablosu ortaya çıkmaktadır. "Uzun ince bir yol" ile başlayan AB serüveni, "ya gireceğiz, ya gireceğiz" tavrıyla "girmesek de olur, bizim tek alternatifimiz AB değildir; onlar düşünsün" efeliği arasında gidip gelmiş; hasret ve iddia yüklü bir söylemin yükselttiği "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne Türk dünyası" sloganı, Orta Asya ülkelerini bile tedirgin eden bir belirsizliğe ve özür dilemeye dönüşmüş; İslam dünyasına yönelik kardeşlik ve kültürel bağlar nutku doğudan ve güneyden gelebilecek tehdit algılamalarına karışmış; sloganik batıcılık ile hissi üçüncü dünyacılık arasına sıkışan dış politika söylemi dışişleri bakanlarının şahsına göre değişen bir takip etmiştir.
Bu strateji eksikliğinin en önemli sebebi, dış politika yapımının ana unsurları olan sabit ve potansiyel verilere bakış açılarındaki tutarsız farklılaşma ile bu verileri çarpan etkisiyle dış politika etkinliğine dönüştüren siyasi irade ve stratejik planlama konusundaki eksikliklerimizdir. Kısa dönemde radikal bir değişiklik göstermesi mümkün olmadığı için dış politika yapımındaki sabit verileri oluşturan tarih, coğrafya ve nüfus unsurlarına bakış gerek siyasi elit, gerek bürokratik yapılanma gerekse sıradan halk arasında ciddi bir farklılaşma göstermektedir. Bir grup tarafından dış politikadaki en önemli dayanak noktaları arasında gösterilen tarihi unsurlar başka bir grup tarafından en büyük ayakbağları olarak telakki edilmektedir.
Aynı şekilde ortak bir bakış açısı ile yorumlanması gereken Türkiye'nin coğrafyası da ciddi bir farklılaşmanın odak noktası olmaktadır. Türkiye'nin kendi yakın havzası ile daha derin bir bütünleşmeye gitmesi gerektiğini düşünenler ile, bu havzanın etki alanından mümkün olduğunca uzaklaşarak bölge-ötesi unsurlarla bütünleşmek gerektiğini söyleyenler arasındaki gerilim de bir başka ayırıcı unsur haline gelmektedir. Daha objektif nitelikler taşıyan nüfus konusunda bile tutarlı bir tavır sergilenmemektedir. Yeri geldiğinde Türkiye'nin en önemli kozu olarak gösterilen genç nüfus, kim zamanlar da en büyük handikapı olarak değerlendirilmektedir.
Potansiyel veriler açısından da durum pek farklı değildir. Siyasi irade ve performansa bağlı olarak kısa dönemde bile değişim gösterebildiği için potansiyel veriler olarak adlandırılan ekonomik, teknolojik ve askeri kapasite konusunda da ciddi farklılaşmalar gözlenmektedir. Ekonomik kapasitenin en stratejik unsurları arasında yer alan enerji konusunda sergilenen farklı tavırlar bunun en güzel delilidir. Askeri kapasitemiz konusunda da farklı görüntüler sergilenmektedir. Bir taraftan bölgenin en güçlü ordusuna sahip olduğumuz sık sık vurgulanırken, diğer taraftan ordunun modernizasyon ihtiyacı sürekli gündemde tutulmakta ve askeri kapasitemiz konusunda çelişkili bir tablo uyandırılmaktadır.
Bütün bu verileri çarpan etkisiyle etkileyen siyasi irade konusunda ise çok ciddi zaaflar söz konusudur. Hükümetlere bağlı olarak gidip gelen siyasi irade oluşumu hükümet-dışı faktörlerin de devreye girmesi ile tam bir keşmekeşe dönüşmüştür. Nasıl fizikte ayrı yönlerde uygulanan güçler hareket ettirilmek istenen objeyi ya hareketsiz bırakmakta ya da kararsız bir istikamete doğru yönlendirmekteyse, Türk Dışişleri yapımı da noksanlı yıllarda ritmik ve harmonik özellikten tümüyle uzak bir görüntü sergilemiştir. Dış politika tercihlerindeki seri değişimler sürekliliği tümüyle yok etmektedir. Doksanlı yıllarda Türkiye'nin dış ilişkilerindeki tek süreklilik arzeden unsur, Dışişleri bakanlarının sürekli değişimidir. Bu da diğer unsur olan stratejik planlamayı derinden etkilemektedir. Etkin bir planlamadan çok edilgen bir dalgalanmanın tesir altına giren dış politika yapımı iç tutarlılığını ve dış itibarını yitirmektedir.
Doksanlı yıllara girerek kullandığımız iddialı dış politika söyleminin doksanlı yılların sonunda gizli bir Sükut-u hayale dönüşmesinin temel sebebi bu stratejik tutarlılık eksikliğidir, ikibinli yıllarda benzer sükut-u hayallerin yaşanmaması da dış politika yapımındaki temel unsurlar konusunda aynı değilse bile ortak zemini olana bir anlayış geliştirilebilmesine bağlıdır.