CHP nereye gidiyor

00:0026/05/1999, Çarşamba
G: 13/09/2019, Cuma
Ahmet Davutoğlu

Olaylı
CHP kurultayının en doğru sözünü genel başkan adaylarından Ertuğrul Günay söyledi. 1995 seçimlerinde %10.7 oy oranı alındığında tepkilerin çıkmamasını eleştiren Sayın Günay, aslında ilginç bir ikilemi de dile getirmiş oldu. 1995 seçimleri ile 1999 seçimleri mukayese edildiğinde sadece yaklaşık yüzde ikilik bir oy kaybına uğrayan CHP yetkilileri. CHP'nin toplumsal tabanını kaybetmesini bir süreç içinde anlamlandırmaktansa barajın altında kalmaya yönelik hissî tepkilerini dile getirmektedirler. CHP barajı aşmış olsaydı, siyasî tarihimizin bu en eski partisinin uzun bir süreç içinde yaşamakta olduğu bunalım muhtemelen yine gözardı edilecekti.


Yakın siyasî tarihimizin seyrinde merkezî bir role sahip olan CHP'nin yaşamakta olduğu bunalımın anlaşılması sadece bu partinin özel konumu açısından değil, siyasî hayatımızın genel seyri açısından da büyük bir önem taşımaktadır. Bunalımın son seçim ile ilgili boyutlarını ve gelecekle ilgili muhtemel yönelişini gelecek haftaki yazımızda ele almak üzere, bugün 24 Aralık 1995 seçimlerinden bir hafta sonra kaleme aldığımız ve Yeni Şafak'ta yayınlanan "Siyasi Kültür Dönüşümü Açısından 24 Aralık 1995 Seçimleri ve Partilerin Yeni Konumlan" başlıklı yazının CHP ile ilgili bölümünün tekrar ele alınmasında fayda mülahaza ediyorum. Geçmiş yazılardan alıntı yapmayı prensip olarak doğru bulmamakla birlikte, dört sene önce kaleme alınan bu yazının önemli kısımlarını gelecek hafta kaleme alacağımız CHP'nin bugünkü konumunun değerlendirmesine teorik bir zemin olacağı düşüncesiyle dikkatlerinize arzetmek istiyorum:


"CHP'nin 24 Aralık 1995 seçimlerinde barajı zor aşarak büyük parti konumundan marjinal parti konumuna doğru gerilemesi Türkiye'de siyasi sistemin temelleri konusunda tek parti döneminin resmî ideolojisi çerçevesinde çözüm arama yolunun ciddî şekilde açmaza girdiğini ortaya koymaktadır. Sol partilerin Avrupa'nın hem doğusunda hem de batısında kendilerini toparlama ve yükselme temayülü göstermeye başladığı bir dönemde Türkiye'de marjinalleşme sürecine girmiş bulunmaları artık klasik sol ideolojilerin evrensel bunalımı ile izah edilemez.


Tek parti döneminin yeni bir siyasî kültür ve kimlik oluşturma ve bu oluşuma uygun kurumsallaşma çabasının siyasi yükünü taşıyan CHP, değişen şartlara rağmen tarihî sosyo-kültürel süreklilik unsurlarıyla ve jeokültürel çevreyle zıtlaşan ideolojik söylemde ısrar etmenin faturasını ödemektedir. En iyi ifadesini halka rağmen halk için sloganında bulan bu tavır tarihî süreklilik unsurlarının sistem üzerindeki etkisi arttıkça marjinalleşmek zorunda kalmıştır. Bu açıdan CHP hem dış hem de iç şartların getirdiği yeni konjunktüre intibak edememiştir. Üçüncü Fransız Cumhuriyetinden kaynaklanan bir şekilde laikliği alternatif bir din olarak algılayan CHP, toplumun yaygın kesimleri ile yabancılaşma sürecine girmiştir.


Bu yabancılaşma CHP'nin demokratik dönemde gittikçe yoğunlaşan bir kimlik bunalımı yaşamasına yol açmıştır. Çok partili döneme geçişle birlikte tek parti dönemindeki sistemin tek sahibi misyonunu terk etmek zorunda kalan CHP bu yeni dönemde demokratik sistemde ortaya çıkabilecek istenmeyen sonuçlara karşı sistemin merkezî garantörü rolünü üstlenmiştir. Bu yeni misyon CHP ye çok partili dönemin ilk yirmibeş yılında demokratik mekanizmaya tâbi olmayan sistemik unsurlarla koalisyon halinde tek parti elitizmini sürdürme imkanı vermiştir. O yıllarda meşhur olan "CHP+Ordu=İktidar" formülü CHP'nin sistem içindeki özel ve ayrıcalıklı statüsünü tanımlar hale gelmiştir. 27 Mayıs ihtilali ve 12 Mart öncesi askerî kesimle yürütülen temaslar bu ayrıcalıklı misyon anlayışının ürünüdür.


Gerçekten de ordu, üniversite ve bürokrasi gibi sistemin önemli unsurları demokrasinin ilk döneminde CHP şahsında siyasî etki alanı kurma imkanı bulmuşlardır. Bu durum, aslında yapısal olarak Osmanlının son dönemindeki siyasi müdahaleleri meşrulaştırmak üzere Osmanlı idari yapısının üç önemli unsurundan (ilmiyye, kalemiyye/bürokrasi, seyfiyye-ordu) oluşan merkezî koalisyon anlayışının devrimci bir söylemde tekrarından ibarettir. CHP'nin tarihî kültürel sürekliliğin ve jeokültürel çevrenin doğal tepkilerine duyarı olan demokratik mekinazmaları denetim altında tutma çabasının ürünü olan ilk askerî müdahaleler Türkiye'de gerçek' anlamda bir siyasî meşruiyyet anlayışının yerleşmesini de engellemiştir.


Yetmişli yılların başından itibaren yükselen evrensel ideoloji olan sosyalizmi kullanarak kendisine yeni bir ideolojik çerçeve ve toplumsal taban bulmaya çalışan CHP, uluslararası konjunktür ile iç yapı arasındaki etkileşimin tabii bir uzantısı olarak sistemik unsurlarla da -özellikle 12 Mart müdahalesinden sonra ordu ile- yabancılaşmaya başlamıştır. Ecevit'in sosyal demokrat söylemin o günlerde yükselişe geçen cazip sloganları ile oluşturduğu sosyal dalga CHP'ye geçici bir ivme kazandırmıştır.


Bu ivmenin faturası ise CHP'nin sistemin merkezindeki ayrıcalıklı statüsünü kaybetmesi olmuştur. İnönü isminin sistem üzerindeki ipoteğinin kalkması ve Türkiye'ye yönelik Marksist tehlikenin sistemin temel koruma unsuru olan orduda tedirginlik yaratması ile birlikte CHP, sistemin merkezî garantörü rolünden demokratik dönemin aydın elitizmine dayalı kronik muhalefeti konumuna geçmiştir.


Kısa dönemli Ecevit hükümetlerinin yaşadığı başarısızlıklar bu kronik muhalefet konumunu daha da pekiştirmiştir. Tarihî kültürel süreklilik unsurları ile düştüğü çelişki dolayısıyla toplumsal tabanını, kronik muhalefet konumu ile sistemin siyasî garantörü misyonunu kaybeden CHP 12 Eylül'den sonra ilk defa bir askeri müdahaleden doğrudan etkilenen partiler arasında olmuştur. Bu durum CHP'nin sistemin siyasî garantörlüğüne dayalı ayrıcalıklı statüsünün tümüyle ortadan kalkması sonucunu beraberinde getirmiştir. 12 Eylül yönetiminin iki-partili bir yapı kurma iradesinden kaynaklanan suni Halkçı Parti oluşumundan sonra ortaya çıkan CHP-DSP ayrışması da Ecevit'in şahsi karizmasının ötesinde yeni bir statü tanımlaması konusunda ortaya çıkan farklılaşmadan kaynaklanmıştır.


CHP-SHP çizgisi seksenli yıllarda tarihî süreklilik unsurları ile olan çatışmayı daha da pekiştiren bir tavır seçerek aydın elitizmini tek parti döneminin ideolojik söylemi ile sürdürmeye çalışmıştır. Artık geçerliliğini Batı ülkelerinde dahi kaybetmiş olan 19. yüzyılın dogmatik sekularizmine dayalı radikal tarihî kırılma çizgisinde ısrar eden SHP-CHP çizgisi zamanla toplumun çoğunluğunu teşkil eden kültürel unsurlarla olan bağını tamamen koparmıştır. Bu durum CHP'nin demokratik dönemdeki kronik muhalefet sendromu ile birleşince SHP-CHP yöneticilerini bir yandan sistemin tutucu kesimi ile diğer yandan azınlık psikolojisinin tahrik ettiği unsurlar ile toplumsal taban bulma arayışına yönlendirmiştir. SHP'nin HEP ile yaptığı 1991 seçim ortaklığı ve parti örgütlenmesinin gittikçe artan bir yoğunluk ile sadece Alevilerden oluşan bir görünüm sergilemesi SHP'nin etnik ve mezhep temelli bir yapı içine girmesine yol açmış; bu da diğer yaygın toplum kesitlerinin partiden kopuşlarını beraberinde getirmiştir.


SHP'nin 1991 seçimlerinden sonra DYP ile yaptığı koalisyon bu partinin kimliğinin ve sistem içindeki statüsünün daha da belirsizleşmesine yol açmış ve kronik muhalefet dönemlerinin tepki oylarının da SHP-CHP'den uzaklaşmasına sebep olmuştur. Koalisyon uygulamaları partinin tek parti döneminden beri süregelen temel ilkelerini sarsmış ve altı oku o dönemlerden beri tutucu bir sembolizmle bu partiye bağlı kalan yaşlanmış neslin nostaljik oylarını çeken bir mıknatıs konumuna düşürmüştür. HEP ile yaptığı seçim ittifakı ile altı okun tek parti döneminde tanımlanmış milliyetçilik ilkesinden, özelleştirme programına sağladığı destek ile devletçilik ilkesinden, statükonun merkezinde bu statükodan olağanüstü rantlar sağlayan idare yapısı ile devrimcilikten, aydın elitizmine ve marjinalizme dayalı kültür ve aile politikaları ile halkçılıktan kopan SHP-CHP çizgisi artık kendi kendisini tanımlayamaz duruma düşmüştür. SHP-CHP yönetimi koalisyon dönemi boyunca tarihi kırılma çizgisi ile süreklilik unsurları arasındaki gerilimin en uç noktasında bu pergelin uçlarını sosyolojik gelişmelerin doğrultusunun aksine daha da açmaya çalışan bir görüntü sergilemiştir. CHP'nin son seçim bozgunu temelde bu görüntünün eseridir.


Aslında CHP liderleri de söylemlerinin tutucu nitelik taşıdığının ve eskidiğinin farkındadırlar. "Dünyada Yeni Sol, Türkiye'de Yeni CHP'' sloganı ile seçimlere giren CHP tek parti döneminden kalan elitist yüklerden arınmadıkça ve her şeyden önce devlet desteği olmadan da ayakta kalabilecek bir toplumsal taban elde etmesini temin edecek gerçek bir yeniden tanımlanma ve yapılanma sürecine cesaretle girmedikçe Türk siyasi hayatı içinde gittikçe bulanıklaşan anlamını tümüyle kaybedecek ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.


Evet, 1995 seçimlerinden sonra kaleme aldığımız bu yazıda vurguladığımız gibi CHP geçen dört sene içinde yeniden tanımlama ve yapılanma sürecini sağlıklı geçiremediği için oylarındaki düşme devam etmiş ve son seçimlerde barajın altına düşmüştür. Bu trendin devam etmesi ile birlikte düşüşün daha hızlı bir tempo ile sürmesi kaçınılmaz olacaktır. Gelecek yazımızda CHP ile ilgili değerlendirmeler devam edeceğiz.

#CHP
#SHP
#kurultay
#Ertuğrul Günay
#Siyaset
#Politika