Susmak İçin Geç Değil

00:0017/05/2014, Cumartesi
G: 12/09/2019, Perşembe
Abdurrahim Boynukalın

"İnsanoğlunun her sözü aleyhinedir; ancak iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak yahut Allah"ı zikretmek müstesnadır." (Hadis/Tirmizî, Zühd 63)Öyle bir zaman aralığındayız ki; dilimizden dökülenin vebali ve ehemmiyeti her zamankinden çok daha ağır.Çok büyük bir imtihanda maalesef oldukça kötü bir tavır ortaya koyuyoruz. Ülkece hâl-i pürmelâlimiz bu. Ve ortaya çıkandan; hepimiz baştan sona kadar sorumluyuz.Enerji Bakanı Taner Yıldız"dan, AFAD ekibinden ve arama-kurtarma çalışmalarına katılan bütün

"İnsanoğlunun her sözü aleyhinedir; ancak iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak yahut Allah"ı zikretmek müstesnadır." (Hadis/Tirmizî, Zühd 63)

Öyle bir zaman aralığındayız ki; dilimizden dökülenin vebali ve ehemmiyeti her zamankinden çok daha ağır.

Çok büyük bir imtihanda maalesef oldukça kötü bir tavır ortaya koyuyoruz. Ülkece hâl-i pürmelâlimiz bu. Ve ortaya çıkandan; hepimiz baştan sona kadar sorumluyuz.

Enerji Bakanı Taner Yıldız"dan, AFAD ekibinden ve arama-kurtarma çalışmalarına katılan bütün sivil toplum kuruluşlarından Allah razı olsun. Taner beyin iki gün önce yaptığı açıklamada önemli bir vurgu vardı, "bu veballi bir iş, hem dünyamızı hem ahiretimizi ilgilendiren bir iş". Aynen öyle. Bizlere düşen; artık bundan sonra ortaya koyduğumuz tavırla öbür taraftaki hesabımızı hafifletecek işler yapmaktır.

Konuşacağımız iki şey var: Sorumluların hesap vermesi ve milletçe artık patolojik vakıa kıvamına gelen durumumuz.

Sorumlularla ilgili kısım kısa ve öz. Çok konuşulacak bir noktada değiliz. Soma Holding"in 2 saatlik basın açıklamasından sonra vaziyet belli. Şirketin yöneticileri, çalışanları, mühendisleri düşündüğümüzden çok daha vahim bir durumdalar. Kazanın nasıl meydana geldiğine dair hiçbir fikirleri yok. Yaşam alanı ile ilgili onca soruya karşı; başı sonu belli, tutarlı bir cevap alınabilmiş değil. Kurnaz bir mühendisin daha oracıkta keşfettiği "kaçış alanı" diye bir hikâye anlatılıyor, "Bu kaza eğer 3-4 ay sonra olsaydı, yaşam alanları tamamlanmış olacağından kimse ölmeyecekti" denilerek aslında bu süreçte o madende işçi çalıştırmanın katliam olduğu itiraf ediliyor. Açıklamalar bundan ibaret. Bir de mevzuuyla ilgili hiçbir ayrıntıya vakıf olmadan, bol bol "asla ihmâl yok" ezberi döndürülüyor. Anladığımız bu.

Pişkinlikleri, soğukkanlılıkları, utanmaz hâlleri ortada.

Olayı karmaşıklaştırmaya gerek yok. Suçlular ve sorumlular bellidir.

Başta şirketin sahibi Alp Gürkan"dan ve maden işletmesinin yöneticilerinden ivedilikle hesap sorulmalıdır. Sonrasında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, velev ki hatasız olsun, bu büyük acıyı engelleyemediğinden dolayı istifa etmelidir.

İstifa, anayasal suç değildir. Bilakis acının yoğun olduğu zamanlarda, o kederi paylaşma ve samimiyetle üstlenmenin ifadesidir. Acı paylaşma hâli esasında; Taner Yıldız beyin yaptığı gibi fiilen orada bulunma, yaraları sarma, teselli etme ve akl-ı selim mesajlar verme üzerinden olur. Bunu yapamayan insanların ise istifa etmeleri gerekir. Çizmelerini çıkarıp, sedyenin pislenmemesini isteyen işçinin "devlet malına zarar veremeyiz. Onlar bizim için burada sabah-akşam çalışıyorlar" diyerek çok güzel ifade ettiği devlet-millet arasındaki hasbi ilişkiyi sürekli taze tutmanın yolu ancak budur.

***

Esas konuşulacak mesele ise gazetecilerin, twitter ahalisinin ve her şeyi herkesten daha fazla bilenlerin açıklanamaz ruh halleridir. Bu konuda hayatımda ilk defa bütün siyasal pozisyonları baştan sona kadar hatalı, eksik ve vicdansız buluyorum.

Daha meselenin birinci dakikasında Başbakan"ı "katil" ilân edenleri, "bir kız çocuğunu kolunun altına alıp yumrukladı" asparagasını piyasaya sürenleri, "istifa et diyordun" ile "İsrail dölü"nü yer değiştirecek kadar hayalgücü gelişmiş olanları, "Ak Parti"ye oy verenlere bu müstehak" rezilliğini, kredi borçlarını silip bunu reklam yapanları, Alp Gürkan"ı temize çıkarmak ve gündemden düşürmek için kırk takla atan merkez medyanın şarlatan vicdancılarını geçiyorum.

Allah hepsini ıslah etsin. Etmezse de kahreylesin. Azabın en şiddetli olanıyla cezalandırsın. Mülaane falan yapmıyorum, baya baya bu konuda dua ediyorum. Bu insan tipolojisine karşı hissettiğim tek duygu; samimi bir nefret ve keskin bir öfkedir. Başka hiçbir şey değil.

Bir de "bizim" tarafa karşı hissettiklerim var ki; bunların tamamını yazıya dökmem imkânsız. Bu başka bir yazının konusu… Ancak yine de bir kısmını belirteyim.

Öncelikle "dik durmayı ve sağlam iradeyi" bazı insanlar çok yanlış anlamışlar. Ortada Gezi Parkı ve 17 Aralık süreci yok. Muhtemelen kahir ekseriyeti Ak Parti"ye oy vermiş, sizden bizden daha fazla Başbakan"ı seven gariban insanlar var.

Yüzlerce insanın canı söz konusu olduğunda ilk konuşulacak şey; zaten bu zamana kadar yaptıklarıyla kendilerini ezberletmiş mahlûkların garip hezeyanlarına karşı "ölümü siyasete alet etmeyin" argümanına sarılmak değildir.

Sessiz olmak, hiç konuşmamak ve yas tutmanın hakkını vermek bazen gösterilecek en güzel duruştur. Canımız ciğerimiz yandı. İnsanlar Allah"ın izniyle şehit oldular. Haşmet Babaoğlu"nun harika bir şekilde betimlediği "çürüyen" insanlara bakıp, "bırakın çürüsünler" demek; garip garip komplo ihtimallerini dile getirmekten (doğru olsalar bile!) çok daha haysiyetli bir duruştur.

Belli ki bundan sonra gökten meteor yağsa, ölümler siyasete alet edilecek. Bu hamleleri boşa çıkarmak; daha fazla siyaset yapmakla değil, o insanları hiçbir şekilde muhatap kabul etmemekle mümkün.

Aksi takdirde her acıda ağzımızı açıp söyleyeceğimiz söz; fırsatçı bir siyasal blok tarafından belirlenecek. Sözümüzün etkisi ve o söze hâkim olan merhamet dili paranoyaya teslim olursa, bundan Türkiye"nin geleceği de, siyaset de, sivil toplum da zarar görür.

Bu konuda istisnasız hepimiz suçluyuz. Şehitlere gereken saygıyı göstermedik. Kelimeleri kirlettik. Ve duadan çok siyaset yaptık. Allah bizi affetsin.

***