İtikafa giren ulusalcının dış politika duası

00:0025/07/2014, Cuma
G: 12/09/2019, Perşembe
Abdurrahim Boynukalın

Türkiye''de mütedeyyin kitle ile demokratların uzlaşması uzun bir süreçte, normal seyrinde ve demlene demlene gerçekleşti. Siyasal duruşta, ekonomiye bakışta ve entelektüel çabada gözle görülür, keskin farklılıklar mevcuttu. Ancak eskiye dair eleştiri ve farkındalık; bu iki birbirinden farklı duruşu, pratikte birbirine benzer yanları ortaya çıkarmaya ve yaşamaya sevk etti. Bu birliktelik; kimi zaman dindarların kendilerini var ettiği zemini "liberal ya da sol diskurla kirlettiği" yönünde eleştirilere

Türkiye''de mütedeyyin kitle ile demokratların uzlaşması uzun bir süreçte, normal seyrinde ve demlene demlene gerçekleşti. Siyasal duruşta, ekonomiye bakışta ve entelektüel çabada gözle görülür, keskin farklılıklar mevcuttu. Ancak eskiye dair eleştiri ve farkındalık; bu iki birbirinden farklı duruşu, pratikte birbirine benzer yanları ortaya çıkarmaya ve yaşamaya sevk etti. Bu birliktelik; kimi zaman dindarların kendilerini var ettiği zemini "liberal ya da sol diskurla kirlettiği" yönünde eleştirilere sebep oldu.

Evet, açıkçası post-modern darbenin ezip geçtiği islami camianın birikimi, yeniden yolunu tayin etmekte zorlanıyordu. Ancak demokratların durumu da pek güllük gülistanlık değildi. Zira, kendi mahallerinden gelen "atalarının dinine dön" çağrıları her geçen gün şiddetini arttırıyordu. E-muhtıra, askeri vesayet, bürokratik oligarşi, çözüm süreci derken; sınanmanın çeşidi ve ağırlığı sürekli ensede hissedildi. Felsefi derinliğin detaylarında boğulup, onlarca parçaya bölünen solcu refleksi; beklenenin aksine bu tarafta kendisini göstermedi. Dindarlar da demokratlar da, demokrat dindarlar da rasyonel bir tercih yaptılar ve eski Türkiye ile kavga etmeye devam ettiler.

Sürecin sonunda; bilginin akışı ve enformasyonun üretildiği merkezler değişti/güncellendi. Böylece arkaik aydına ait şımarıkça yaşama alanı; bir anda kendisini ilkelerle hareket etmeye zorlayan mekanizmalara dönüşüverdi. Memnuniyetsiz aydın bu mekanizmanın derdiyle uğraşmak yerine yeniden konformist, steril demokrat günlerine dönme hazırlığı yaparken; yukarıda bahsedilen mezkur siyasal alanın derya deniz meşruiyet alanında paralel bir arizi yapı türedi. 17-25 Aralık süreçlerinden hemen sonra; işte bu ayyuka çıkan gayrimeşru yapı ile atalarının dinine dönmeyi tercih edenler ve zaten hep mahallesinin tozlu evlerinde oturanlar alelacele bir ittifak oluşturdular. Ortaya çıkan neo-ulusalcı mesiyanik tarikatın bu ahval ve şeraitte motive edici tek unsuru da; "Başbakan Erdoğan''a karşı bitmez tükenmez düşmanlık" olarak belirlendi.

Hiçbir yüzleşmeden ve sosyolojik imtihandan geçmeden, sadece menfaat üzere kurgulanan bu cepheden derinlikli bir muhalefet beklenemezdi. Ancak nefret bir zaman sonra öyle bir optik bozulmaya yol açtı ki; hükümetin icraatlarına alternatif olarak gösterdikleri yolların ne kadar çıkmaz ve sakil olduğunu fark edemediler bile..

Dış politikada da durum aynı. İtikafa giren ulusalcının, istihareye yattığında gördüğü Türkiye dış siyaseti rüyası da, iç siyasetteki vizyon kadar içler acısı. Gözaltı ihtimalinde deprem bekleyeninden tutun, Irak''ta ABD müdahalesine "kokteyl ne zaman başlıyor?" desteği atanına kadar; bu cephede müsamere düzeyindeki uluslararası ilişkiler dinamiklerini artık ezbere biliyoruz.

Suriye ile uğraşılmamalı. Tarafların vekalet savaşına çevirdiği coğrafyada; hem Suud rejiminden hem de İran mollalarından zinhar uzak durulmalı. Arada öldürülen yüzbinlerce sivile, "mezhep savaşına girmeme" saikiyle ses çıkarılmamalı, masum çocukların ölü bedenleri ufak bir maliyet olarak görülmeli. Mısır''da da durum aynı. İhvan''ın hezeyanlarıyla uğraşmaya ne gerek var? Rabia meydanında "4" işareti yapan romantiklerden olmak yerine, reel politiğin esasları çerçevesinde hareket edilmeli; her modern ülkenin kabul ettiği gibi Sisi''nin büyük seçim başarısı kutlanmalı ve meşru kabul edilmeli.

Gazze''de, Katar gibi garip bir İslamcı ajendaya sahip olmanın getirisi ağır. Suud ile Mısır siyasal anlamda Hamas''ı bypass ederken, dünyadan demokrasi mi eksiliyor? Hayır. Bırakalım askeri anlamda yok olmalarının bedelini de, ateşkesi kabul etmeyen liderleri ödesin. Suriye''de mezhep savaşından, Mısır''da İhvan''dan, Gazze''de Hamas''tan uzak kaldığımıza göre; İran ile de normal bir zeminde (mesela ABD gibi) ilişkileri devam ettirmemizde bir sorun olmasa gerek. Irak''ta da Sünniler-Şiiler birbirini "kessin", izleyelim. Biz petrolümüze bakalım, yeter. Bir de bu tavrımız bütün AB ve BM ülkeleri tarafından resmi olarak onaylanıyorsa; üst üste yapılan açıklamalarla sistem içi kalışımız kutlanıyorsa, tadından yenmez.

Neo-ulusalcı ve Gülenci koronun beraber terennüm ettikleri bu dış politika vizyonunu, Ortadoğu coğrafyasında baştan sona uygulayan tek bir ülke var. O da İsrail. Evet, her gün köşelerinden Türkiye''nin İsrail''e benzer bir dış politika izlemesini salık veriyor aydınlarımız.

Türkiye Malezyalılaşmadı, İranlaşmadı. Ancak İsrailleşebilir. Yeter ki Merkel yanımızda olduğunu belirtsin, Fransa aleyhimize yapılan gösterilere yasak getirsin. Bir de uçağımız vurulduğunda kendimizi koruma hakkımız teslim edilsin, o kadar. Yeryüzünde bozgunculuk yapan bilinçli kötüler olalım, yeter ki yalnız kalmayalım.

Evet, kabul etmek gerek. İyiyi tercih etmek çok daha zorlu, birbirine geçmiş katmanlı sorunları beraberinde getiriyor. Tam da bu yüzden; Merkel''den selam getirilerek açılan Ford fabrikalarında paramparça edilen Gezi ruhu ittifakları, o dış politika rüyalarından daha ince bir akıl gerektiriyor. "Gazze''de siviller ölüyor!" derken; bagajında Esad''ın her gün attığı kimyasal bombaları "ama çok teknolojik!?" diye savunma garipliklerini taşımamak ise büyük bir vicdani rahatlık.

O rahatlık da olmayacaksa; mücadele etmenin anlamı yok zaten.