Günışığında Türkiye

00:0030/08/2009, Pazar
G: 3/09/2019, Salı
Abdullah Muradoğlu

Çok fazla detaya girmek istemiyorum.Hakikaten insanın kanını donduracak nitelikte bir iddia çünkü bu.Nöbette uyudu diye bir erin eline pimi çekilmiş bomba vererek cezalandırmak isteyen psikopat bir subayın varlığına inanmak istemiyorum.Ama bu ülkede ne kadar inanmak istemediğimiz şey varsa, bir bir gerçek çıkıyor..Umarım bu da iddia edildiği ölçülerde gerçek çıkmaz.Bir eri cezalandırmak adına dört delikanlının canına mal olan bir disiplin anlayışının iler tutar yeri var mı diye soruyorum kendi kendime.Acaba

Çok fazla detaya girmek istemiyorum.

Hakikaten insanın kanını donduracak nitelikte bir iddia çünkü bu.

Nöbette uyudu diye bir erin eline pimi çekilmiş bomba vererek cezalandırmak isteyen psikopat bir subayın varlığına inanmak istemiyorum.

Ama bu ülkede ne kadar inanmak istemediğimiz şey varsa, bir bir gerçek çıkıyor..

Umarım bu da iddia edildiği ölçülerde gerçek çıkmaz.

Bir eri cezalandırmak adına dört delikanlının canına mal olan bir disiplin anlayışının iler tutar yeri var mı diye soruyorum kendi kendime.

Acaba dört delikanlının canını ''eğitim zayiatı'' diye geçiştirebilir miyiz?

Kazara patlayan bir bombada, tüfekten söz etmiyoruz.

Takat kalmadığında patlayacak olan pimi çekilmiş bir bombadan söz ediyoruz.

Bu nasıl bir cezalandırma mantığıdır, anlamak mümkün değil.

Hiç kimse “efendim her orduda olur böyle şeyler” demesin.

Modern ordularda ''ölümüne ceza'' diye bir şey olmaz.

* * *

Dört erimizi kaybettik(Allah yakınlarına sabır ve metanet versin) ama çok şükür Türkiye artık eski Türkiye değil.

Olaya sebebiyet verdiği söylenen teğmen hemen ertesi gün tutuklanmış, bu iyi bir gelişme..

Belki kendi yaşındaki dört askerin hayatını kaybetmesine neden olan genç teğmen de sakat ve köhnemiş bir disiplin bir anlayışın kurbanıdır..

Lakin hiçbir suç cezasız kalmaz ve hiçbir suçun üstü artık örtülemez.

Türkiye artık böyle bir ülke değil, karanlıkta kalan olaylar da aydınlanıyor birer birer.

Şairin dediği gibi, “Kalmasın Allahım, âlemde hiçbir hakikat nihân”

Tek tesellimiz, ''günışığında yönetim'' anlayışının artık geriye döndürülemez biçimde kökleşmesi..

Elbette daha yapacak çok iş var, belki daha yolun başındayız.

Asker asker olarak, sivil sivil olarak demokratik bilincin toplumsal/siyasal bir bilinç haline dönüşmesine herkesin katkı vermesi gerekiyor.

Askerlik mesleğinin kendine özgü kuralları var ama hiçbir kural kanunun dışında olamaz.

Çağdışı kalmış teamüller, kurallar, uygulamalar hem askeri hem sivil hayatımızdan söküp atılmalıdır.

Yurttaşlar, devletin kulları değildir, devletin hem nesnesi, hem öznesidirler..

Devletin her kararında ve eyleminde, gerek iç, gerekse dış politikalarında sivil toplumun rızası ve kendiliğinden bilinci içkin olmalıdır.

Hükümetlerin hükümet etme hakları kadar, sivil toplumun da denetleme ve itiraz hakkı vardır.

Her şey gözler önünde, şeffaf şekilde cereyan etmelidir.

Komplolar, entrikalar, üçkağıtlar, gizli anlaşmalar, şunlar bunlar olmadığı takdirde dünyayı daha katlanılabilir durumda bulacağız demektir.

* * *

Şeytanın biçimlendirdiği tanrı devletler dönemi çoktan bitti..

Suç işleyen her kim olursa olsun cezasını çekmelidir.

Çocuklarımıza miras bırakacağımız aydınlık bir Türkiye özlemi içindeyiz hepimiz.

Bu yüzden yazımın başlığını “Günışığında Türkiye” koydum.

Sadece Türkiye''de değil, bölgede de günışığı istiyoruz.

Asya''da, Afrika''da, Amerika''da da günışığı istiyoruz..

“Günışığında bir dünya” istiyoruz..

Daha iyi bir dünya için..

Umre cemaati artıyor mu?

Bir kısım medyanın ileri sürdüğü ölçülerde ve niteledikleri biçimde, Türkiye''de dini muhafazakarlığın artmadığını söylediğimi hatırlıyorum, birkaç kez hem de.

Hatta iddiacıların tersine, dini muhafazakarlığın içinin boşaldığı ve şey''leşmeye başladığına dikkat çekmiştim.

Yani tehdit altında olan muhafazakarlığın, derin dindarlığın ta kendisiydi bana göre..

Bugün de aynı görüşteyim ama şimdilik konu bu değil.

Zaten bu tür tartışmalar Türkiye''nin sosyolojik gerçekliğini resmetmekten ziyade AK Parti Hükümeti''ni yıpratmaya dönük olduğu için boşluğa savrulup gitmişlerdi birer birer.

“Türkiye Malezya mı oluyor” türünden absürt mevzular epeydir tartışılmıyor dikkat ettiyseniz.

“Nerde o eski ramazanlar, ne irticalar attırıyorduk birader” diyenler sus pus şimdilerde.

Altlarındaki halı çekilince işin hakikatine vardılar sanki..

Ramazandayız, belki bir mola sözkonusudur..

Ne bileyim, mübarek ramazan ayında belki birilerinin kafası daha iyi çalışmaya başlamıştır.

Kimbilir, oruç ile akletmek arasındaki muhteşem bağlantının farkına varmışlardır..

“Camiye giden insan sayısı artıyor mu” başlıklı yazısında Ertuğrul Özkök, o eski günlerden eser kalmadığını bizzat ve şahsen kendisi gözler önüne sermiş bile.

Muhabirlerine yaptırttığı araştırmaya göre kimi illerde artıyor, kimi illerde azalıyor, kimi illerde de ne artıyor ne azalıyormuş cami cemaati..

Meramını iyi anlatmış olmalı ki, “Hürriyet” muhabirleri daha sağlıklı bilgiler vermişler gibi görünüyor durum.

O küçük araştırmadan isteselerdi çok ters bir sonuç çıkartabilirlerdi pekala..

Yani bu tür araştırmalarda neyi bulmak istiyorsan, bir şekilde onu buluyorsun..

“Mahalle baskısı” araştırmasında olduğu gibi..

Ama Özkök bu kez pek bir temkinli davranmış, niyeyse(gözlerim yaşardı)?

Diyanet''e de sormuş, “cami cemaati artıyor mu?” diye..

Başkan Ali Bardakoğlu''nun “Ramazanda camilere gidip baksanız, tıklım tıklım. Sanırsınız ki dışarda insan kalmamış. Ama dışarı çıkıp baksanız, sanırsınız ki, camiye giden insan yok” dediğini aktarmışlar.

Hakikaten sosyolojik araştırmaların mahiyetini iki cümlede pek güzel anlatmış Başkan..

Sevimli milli umre yolcumuz Ertuğrul Özkök yazısını şu sözlerle tamamlamış:

“Yaptığım şu küçük araştırma, cami cemaatiyle ilgili sağlam sosyolojik araştırmalara ihtiyacımız olduğunu gösteriyor.

Eğer toplumun muhafazakârlaştığından falan söz ediyorsak, bu konuyu basit ve yanıltıcı olabilecek gözlemler değil, sağlıklı bilimsel araştırmalar üzerinde tartışmalıyız.”

Yaaa, gördünüz mü, neymiş efendim!