Teyakkuz, ama nasıl?

04:003/01/2017, Salı
G: 17/09/2019, Salı
Abdullah Muradoğlu

Ülkemiz bir süredir çok kritik süreçlerden geçiyor. Bu süreçten ülkemizin kazançlı çıkmasını istiyor isek çok dikkatli ve sorumlu davranmak mecburiyetindeyiz. Farklı yaşam tarzlarını ve kültürel tercihleri toplumun fay hatları haline getirmek isteyenlere fırsat vermemeliyiz. Bütün farklılıklarımıza rağmen bir kısmımızın daha fazla, bir kısmımızın ondan daha az da olsa muhafaza etmeye önem verdiğimiz ortak değerlerimiz var. Kritik süreçlerde bu değerler öne çıkıyor, varlığımızı sürdürmekte tutamak sağlıyor bize. 1200'lerin sonlarında, 1400'lerin başlarında, 1900'lerin ilk çeyreğinde karşı karşıya kaldığımız en tehlikeli süreçleri, bu değerler etrafında birleşerek aştık, “
Yok olma
” tehdidi karşısında bir-olmaya azmederek çıkış yolu bulduk kendimize.


O dönemlerde de insanlarımız aynı tarzda yaşıyor değillerdi. Siyaset, farklı hayat tarzlarına sahip kesimleri üst ortak değerler etrafında aynı istikamete sevketme yeteneği gösterebildiği için bu ülkedeki varlığımız hâlâ sürüyor. Önemli olan farklı kültürel katmanlar arasında geçişkenliği açık tutmak. Bu ülkenin kanaat önderleri, münevverleri, kalem erbabı farklı kültürlere savaş açmak yerine, bu kültürel katmanlar arasındaki iletişim alanlarını geniş tutmaya odaklanmalılar. Kendi kültürlerine güvenenler diğer kültürlere savaş açmaya ihtiyaç duyarlar mı hiç! Tarihî serüvenimizi gereği kadar bilmeyen yahut idrak etmeyen ama orada burada sivri sivri laflar ederek saldırıya açık zaafiyet alanları oluşturanlar hakikatte neye parmak bastıklarının farkındalar mı? Ülkemiz dört bir koldan terör şebekelerinin açık hedefi haline gelmiş iken neler konuşup yazıyoruz böyle!



2017'ye girmeden önce son okuduğum kitap

Tüccârzade İbrahim Hilmi'

nin 1913'te yayınladığı “

Balkan Harbi'ni niçin kaybettik?”

kitabıydı. Sıcağı sıcağına yazılmış olduğu için çok önemli tespitlere yer veren İbrahim Hilmi, “

Balkan bozgunu

”nun sorumluluğunu sadece fırkalara bölünmüş subaylara yahut cephane yetersizliğine yüklemiyor. Dört Balkan devletini “

Osmanlı Devleti

”ne savaş açmaya yüreklendiren bir diğer önemli faktör ülkemizdeki kısır siyasi çekişmelerdi. Osmanlı 1911'de İtalyanlarla Trablusgarp'ta savaşırken, diğer yandan Yemen'de İtalyan ve İngiliz silahlarıyla desteklenen isyanla baş etmeye çalışırken, ülkenin siyaset ve kalem erbabı biribiriyle boğuşuyordu. Tam da bu sırada 4 devlet dört bir koldan saldırıya geçti.



İbrahim Hilmi, Balkan savaşları göz göre geliyor iken İstanbul'a hakim olan siyasi atmosferi şöyle özetler:



“Bütün bu işler bizim aleyhimize dönerken, bütün tuzaklar bize karşı kurulurken biz ne yapıyorduk? Dıştaki bir düşmanla harp etmemize rağmen birbirimizle boğuşuyorduk. Hiçbir taraf, vatanın selameti için fedakârlık etmiyor, dışarıdan gelebilecek tehlikeleri asla dikkate almıyordu. Hükümetin bütün mesaisi, Meclis'i fesh ederek yeni seçimlerden sonra kendi vekil sayısını artırmak içindi. Muhalifler de her ne suretle olursa olsun hükümete zorluk çıkarmaktan çekinmiyorlardı.”


Bu kitabı genç kuşakların “Balkan bozgunu”ndan ders çıkarmaları için yayınlayan Tüccârzâde İbrahim Hilmi şu sözleriyle de bizlere sesleniyor:



“Her memlekette, değil bir harp, herhangi bir dış tehlike bile söz konusu olduğu zaman, bütün ihtilaf ve iç çekişmeler geçici olarak terk edilir. Herkes hırsını yener, susar ve rekabetler gömülür. Herkesin bakışı dış tehlikeye, düşmana çevrilir. Bütün millet fertleri her türlü çabasını dış tehlikeyi güzel bir şekilde bertaraf etmeye veya başlanan harbi şan ve şerefle neticelendirmeye sarf eder. Yurtseverlik de bunu gerektirir.”



#Tüccârzade İbrahim Hilmi
#Balkan Harbi
#Osmanlı