1990'ların başlarında, Bosna boğazlanırken, adını şimdi hatırlayamadığım bir İspanyol yazarın Fransa'nın bir havaalanında onur kırıcı bir muameleye tabi tutulduğunu anlattığı bir makalesini -kitap da olabilir-okuduğumu hatırlıyorum. İspanyol yazarın suçu bir parça '
' olmasıydı. Sırf bu nedenle '
' ve 'Müslüman' olduğu hissi uyandırmış, diğer yolcular arasından çıkarılmış, bavulu aranmış ve İspanyol olduğu anlaşılınca bırakılmıştı.
İspanyol yazarın anlattıklarından aklımda kaldığına göre bu muamelenin 'terör' kuşkusuyla ilgisi yoktu. Bu muamele, Fransa'da esmer tenlilere iyi gözle bakılmadığını ima eden ırkçı yaklaşımın tezahürüydü. O sıralar sahnede ne “
” ne de “
vardı. Ama şu vardı: Batı'nın sessiz onayının verdiği cüretle harekete geçen Sırp faşistler Boşnak Müslümanları seri şekilde boğazlıyorlardı. Paris'in yoksul banliyöleri ise 2005'in Ekim'inde patlayacaktı. Dönemin İçişleri Bakanı
'nin olayların ilk gününde banliyö gençlerini “
”, “
” gibi küçümseyici sıfatlarla nitelendirmesi olayları tırmandırdı. 2005 Olayları” banliyö insanlarına reva görülen onur kırıcı muamelelerin birikmiş geri tepkisiydi.
Fransız hükümetleri 2005 isyanlarını doğru algılayıp gereğini yapabildiler mi peki? Bu soruya aklı başında ve vicdan sahibi hiçbir Fransız aydını “evet” diyemiyor. Olayları tırmandıran söylemleri ve başvurduğu sert önlemleriyle göçmenlerle Fransız toplumu arasında derin çatlaklar oluşturan Sarkozy ise cumhurbaşkanı yapılarak ödüllendirildi. Banliyö insanları Fransız sömürgecilerin talan ettiği ve sonrasındaysa Fransız hükümetlerinin kolladığı despot rejimlerin yaşanmaz hale getirdiği Kuzey Afrika'dan göçmek zorunda bırakılan insanların çocuklarıydılar. Kuzey Afrikalılar ülkelerine dönmüyorlar, çünkü orada yaşayacakları bir hayatları yok. Bulundukları ülkelerde de mutsuzlar ve umutsuzlar, çünkü bir gelecekleri yok.
1990'ların başlarında Tunus'ta ve Cezayir'de demokratik yollarla iktidara gelmeye çalışan siyasi hareketler şiddetle bastırıldılar. Fransız hükümetleri ise Tunus ve Cezayir'in dikta rejimlerine kol kanat gerdiler. Bu partilerin bıraktığı boşluğu şiddet yanlısı örgütler doldurdu. 2000'lerin başlarında Afganistan ve Irak işgal edildi. Afganistan'da “
” rejimi yıkıldı ama Pakistan'da bir Taliban daha zuhur etti. Şimdi 2
var. Irak'ta Saddam gitti, ülke fiilen üçe bölündü ve bu ortam “
”i üretti. “
” Kuzey Afrika'da umudu yeşerttiyse de uzun sürmedi. “
”in yerini “
” aldı. Böylece despot rejimleri seçim yoluyla değiştirme umudu söndürüldü. Binlerce muhalifin katline ferman veren General Sisi Mahatma Gandi'ymiş gibi karşılanıp ağırlanıyor Batı'da. Suriye paramparça ve Filistin'deyse değişen hiçbir şey yok. Göçmen mezarlığı olan Akdeniz'de insanlar yaşamak için ölüyorlar.
Tarih bir yerde başlayıp bir yerde bitmiyor. Ne kadar derine kazarsak, o kadar geçmişe gidiyoruz. Çoğun, babaların günahlarını çocukları ödüyor. Amerikalı yazar
'un
: Amerikan İmparatorluğu'nun bedeli ve sonuçları” başlıklı kitabında ABD'nin “Soğuk Savaş”tan bugüne yapıp ettiklerinin 'terör” biçiminde bir “Geritepki” olarak döndüğünü anlatır.
Chalmers'e göre “Geritepki”, bir ülkenin, tam olarak ne ektiğini bilmese bile, ne ekerse onu biçmesidir. Bu niteleme Fransa dahil, eski ve yeni tip sömürgeci Batı devletleri için de geçerli. Üzücü olansa, Ortadoğu'da, Asya'da, Afrika'da veya Avrupa'da kurbanların büyük kısmının masum olarak yaşamlarını kaybetmeleri.