Türkiye ile Suriye arasında vizeler kalkmıştı.
Mayınları temizleyip, sınırları da kaldıracaktık.
Mayınları temizleyemediğimiz gibi, sınıra yüksek duvarlar örülüyor.
Çözüm süreciyle Kürt sorunu çözülecekti.
Dağlarına bahar gelecekti memleketimin.
Bırakın dağlarını, şehirleri savaş meydanına döndü.
Diyarbakır'a her gittiğimde sığındığım, sırtımı dayadığım Suriçi'nde sokağa çıkma yasağı var.
Barış olacak, hem de Diyarbakır surları kadar sağlam olacaktı.
Surların dibinde hendekler kazılıyor.
Diyarbakır'da Kurşunlu Cami yakılıyor.
Benim yüreğim yanıyor.
Diyarbakır'da Nusret Paşa, Kurşunlu, Şefik Efendi, İbrahim Bey ve Safa camilerinde ezanlar sustu.
Harp zamanında susmadı Diyarbakır camilerinde ezanlar.
Ama PKK, Diyarbakır'da bazı camilerde ezanları susturdu.
Figen Yüksekdağ, caminin helikopterden açılan ateş sonucu yandığını savunmadı mı?
İdris Baluken, Meclis kürsüsünden, “Hendekleri halk kazıyor” demedi mi?
İdris Baluken, o hendekleri Kürt halkı açmıyor.
O hendekler, Kürt halkına karşı açılıyor.
Sur'dan, Cizre'den, Nusaybin'den bulduğu üç beş eşyayı alıp evini terk edenler Kürt değil mi?
Tahir Elçi, Kürt değil miydi?
Dikkat et bak. Orası Suriye değil. Onlar da Suriyeli mülteciler değil.
Kürt onlar. Hem de yedi göbekten Kürt.
Bunlar vicdanlarını PKK'ya rehin vermişler.
Oysa çıkıp demeliydiler: Bu halk bizi yüzde 90 oy oranı ile destekledi.
Bizim siyaset alanımıza niye giriyorsunuz?
Camileri niye yakıyorsunuz?
Hendekleri niye kazıyorsunuz?
Zaten bu şehirleri biz yönetiyoruz demeliydiler.
Açılan o hendeklere sadece bombalar gömülmüyor.
Açılan o hendeklere barış umutları da gömülüyor.
Siyaset gömülüyor.
Açılan o hendeklere Abdullah Öcalan gömülüyor.
Çözüm süreci başlayınca Öcalan, PKK yönetiminde bir değişiklik yapmıştı.
Cemil Bayık ve Bese Hozat, PKK yönetimine gelirken, güvendiği adamı olan Murat Karayılan'ı silahlı unsurların başına getirmişti.
Öcalan bu tedbiri aldı, ama Cemil Bayık boş durmadı.
Önce Öcalan'ın geri çekilme ve silah bırakma çağrısını boşa çıkardı.
Geri çekilmeyi önce başlattı, sonra geri durdurdu.
Meclis'te çerçeve yasanının çıkarılması ve Dolmabahçe açıklamasından sonra, PKK'nın kongre toplayıp silahsızlanma kararı alması bekleniyordu. Tam aksine yeni silahlı unsurları sevk etti.
HDP'nin yüzde 13 oy oranı ile Meclis'e 80 milletvekili soktuğu 7 Haziran seçimlerinden sonra ilk işi, şehir savaşları talimatı oldu.
Şehirlerde hendekler kazılıp, evlerin altında birbirine geçmek için tüneller yapılmasını istedi.
Silvan'da, Cizre'de, Sur'da yaptılar.
“HDP, 80 milletvekili ile Meclis'te. Çözüm süreci büyük bir siyasi destek kazandı” derken Bayık, şehir savaşlarının düğmesine bastı.
Şimdi , “
Silahlı güçlerin çekilmesine Abdullah Öcalan ya da HDP değil, örgütün kendisi karar verecek
” diyor.
Bu Öcalan'a karşı bir meydan okuma.
Bu Öcalan'ın, Cemil Bayık tarafından diri diri Sur'daki hendeğe gömülmesi demekten başka bir şey değil.
Peki, Cemil Bayık bu cesareti nereden alıyor?
Cemil Bayık, Öcalan'ın PKK'sına karşı doğrudan kendisine bağlı olan YDG-H'yı oluşturdu.
Bir anlamda “Paralel PKK”sını kurdu.
PKK, ne kadar Öcalan'ınsa
YDG-H da o kadar Cemil Bayık demekti.
Yeni bir terör yapılanması ile karşı karşıyayız.
Yeni konsept,
şehir savaşları.
Şehir savaşlarını onlarla yapıyor.
Ama gerektiğinde PKK'yı da devreye sokuyor.
Yıllarca PKK ile mücadelede özel birlikler yetiştirmekte geç kalan, ilk başlarda birkaç aylık askerlerle PKK karşısında istenen başarıyı elde edemeyen devletin, şehir savaşlarına ve şehir savaşçılarına karşı yeni bir yapılanmaya gitmesi gerekiyor.
PKK ile dağda mücadele edilirken, YDG-H ile şehir savaşları için özel birlikler yetiştirilmeli.
Çünkü kır savaşı ile şehir savaşlarının konsepti farklı oluyor.
Hep savaş, hep savaş mı?
Bu durum ne kadar devam edecek?
Çözüm süreci, ”Buzdolabından” çıkarılacak mı?
İlgililerle konuşuyorum.
Suriye konjonktürü nedeniyle işimiz zor.
En azından bu kışı geçireceğimiz anlaşılıyor.
Peki, bir daha sivil çözüm gündeme gelmeyecek mi?
Çözüm süreçleri konusunda ülkemizdeki sayısı birkaç isimden biri olan yazarımız Ali Bayramoğlu'nun, İRA sorununun çözümü sürecinde İrlanda Başbakanı olan Bertie Ahern'den aktardığı notlardan bir alıntı yapmak istiyorum:
“Taraflar masaya iyi niyetlerinden, ani pozisyon değişikliklerinden hareketle oturmazlar.
Onları masaya oturtan çatışmanın devam ettirilemez olduğunu düşünmeleridir.”
Söz konusu PKK olunca, yapılacak değerlendirmeye, dış dinamikleri de eklemek gerekiyor.
Öcalan, “PKK'yı kurduğumda bana
Türkiye'yi meşgul etmelisin
denilmişti” dedi.
O gün Öcalan'a bunu diyen kimdi?
Yıllarca PKK'ya hamilik eden Hafız Esad'dı.
Çözüm süreci devam ederken, HDP yüzde 13 oy ve 80 milletvekili ile Meclis'e girmişken, PKK bu savaşı neden başlattı?
Çünkü Suriye ve Irak dizayn edilirken, PKK'ya,
yeniden Türkiye'yi meşgul etme görevi
verildi.
Tablo bu.
Çare ise yine çözümde.
Hendekler kazılıp, şehit cenazeleri gelirken çözümden söz etmenin ne denli zor olduğunun farkındayım.
Çözüm süreci buzdolabına kaldırılsa da Ankara'nın gündeminden hiç çıkmadı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Silahlar bırakılıp, gömülünceye kadar, üzerine beton dökülünceye kadar, sınırlarımız içinde tek bir terörist kalmayıncaya kadar mücadelemize devam edeceğiz” dedi.
Başbakan Davutoğlu, “Silahlar toprağa, mağmaya gömülmedikçe terörle mücadeleden terörle mücadeleden hiç taviz vermeyeceğiz” diye konuştu.
Çözüm süreci başarıya ulaşamadı ama çok büyük deneyimler kazandık.
Türkiye çözüme hazırlanırken, PKK'nın şehir savaşlarına hazırlandığını gördük.
O nedenle çözüm başlasa dahi, bırakıldığı yerden başlamaz.
Mesut Barzani'nin ziyareti sırasında çözüm süreci de konuşuldu.
Ankara'nın yol haritası net.
Bunu 4 madde halinde özetlemek mümkün:
1-Hendekler kapatılacak. Şehir savaşları konseptine son verilecek.
2-Kamu otoritesi sağlanacak.
3-Geri çekilme başlayacak. Belli oranda geri çekilme izlenecek.
çözüm süreci başlayacak.
Burada püf noktası, “geri çekilme”nin başlaması.
Dikkat edin, çözüm süreci için yeni konseptiyle deme gereği duydum.
Şehir savaşları, hendekler, özerk yönetim ilan etmeler Ankara'nın çözüm sürecine, “güvenlik” ayarı yapmasına yol açtı.