Türkiye-AB zirvesinin sabahıydı.
Heyetimizin kaldığı Wiltcher's Otelinde kahvaltıya inince AB Bakanı Volkan Bozkır'la karşılaştım.
Eşiyle kahvaltı yapıyordu.
“Yüzünüz gülüyor” dedim.
“Böyle bir günde AB Bakanının yüzü gülmesin de ne zaman gülsün” dedi.
Ardından ekledi, “15 yıldır hiç bu kadar güzel olmamıştı”
AB zirvesinden sonra Brüksel'deki Türk heyetinden kime rastlasam ağzı kulaklarındaydı.
Başbakan Davutoğlu'nu son zamanlarda iki kez böylesine yüksek moralli gördüm.
Biri, tek başına iktidar olduğu seçim gecesiydi.
Balkon konuşmasını yaptıktan sonra konuşmuştuk.
“Ne hissediyorsunuz?” diye sorduğumda, ”Dört gün hiç uyumadan çalışabilirim” demişti.
Bir de dün Brüksel'de…
Başbakan, AB zirvesindeki havayı, “2002'den bu yana ilk kez bu kadar olumlu bir hava gördüm” diye anlattı.
1 Kasım'da halkımızın sandıkta verdiği mesaj, AB zirvesinde de yankılanmış.
Başbakan, “AB zirvesi Eylül'de olsa böyle olmazdı” dedi. Davutoğlu, Brüksel'de salona yüzde 49'la tek başına iktidar olan bir Başbakan olarak girdi.
AB liderlerinin tavrını sorduk. “Muhteşem bir seçim başarısı diye tebrik ettiler. Avrupa'da bir Başbakan bu oyu alsa herhalde olağanüstü bir hal olarak görülürdü diye hepsi tebrik ettiler. Yüzde 49'luk bir Başbakan olarak oturmak da bana ayrı bir güç verdi” diye anlattı.
Sandıksal demokrasi diye seçimleri hafife alanlar, mankenin oyuyla çobanın oyu bir mi diye milli iradeyi küçümseyenler, çobanın oyunun nelere kadir olduğunu gördüler mi acaba?
1 Kasım seçimleri yerli, yabancı herkese ayar verdi.
AB liderleri de görüyor ki tek başına iktidar olmuş ve Türkiye'yi 4 yıl yönetecek bir AK Parti var.
AB'deki iklim değişikliğinde elbette ki bunun da payı var.
AB'de ara zirvelere daha önce beş-altı devlet başkanı katılırken, Türkiye-AB zirvesinde 28 ülkenin devlet ve hükümet başkanları yer aldı.
Aile fotoğrafı bu açıdan anlamlıydı.
Zirveden önce İngiltere'nin öncülük ettiği üç ülke, Türkiye'nin tam üyeliği için üye ülkelere mektup yazdı.
Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, bir gün sonra iklim zirvesinde ev sahibi olmasına rağmen AB-Türkiye zirvesinde yer almak için Brüksel'deydi.
Şimdiye kadar Türkiye'nin AB üyeliğinin önündeki en büyük engel olan Merkel'den söz ediyorum.
Bu zirvede Vizesiz Avrupa'nın kapısı aralandı, asıl hedef tam üyelik.
Peki Türkiye'nin AB üyeliği konusunda hava nasıl?
Başbakan Davutoğlu'na göre, ”AB'de iklim değişti”
Toplantının basına kapalı bölümünde söz alan devlet ve hükümet başkanları Türkiye'nin tam üyelik perspektifi üzerine konuşmuş.
Bura da Merkel'in tavrı önemli.
Çünkü Sarkozy'nin gitmesinden sonra Türkiye'nin AB'ye üyeliğinin önündeki tek engel olarak kalan Almanya Başbakanı Merkel de tam üyeliği esas alan bir konuşma yapmış. Öyle ki Başbakan Davutoğlu, “Merkel'in konuşmasının altına imza atarım” demek durumunda kalmış.
Aynı Merkel, tam üyeliği engellemek için özel statü icat etmişti.
İtalya Başbakanı Renzi'nin, “Prodi ile Berlusconi'nin anlaştığı tek konu Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği” dediğini de yansıtmakla yetinmek istiyorum.
AB zirvesindeki havaya bakınca bir kez daha o meşhur sözü edip, “Tünelin ucunda ışık gözüktü” diyebiliriz.
Dileriz bu iklim kısa sürede değişmez.
AB'de iklim çabuk değişebilir. Bizim Türkiye lehine olan bu konjonktürü iyi değerlendirmemiz lazım.
Türkiye-AB zirvesinden sonra hem Brüksel'de hem de Türkiye'ye dönüş yolunda Ana Uçağında Başbakan Davutoğlu ile bir araya geldik. Sadece AB zirvesini değil, NATO Genel Sekreteri ile görüşmesini, Rusya ile içine girdiğimiz kritik süreci, Tahir Elçi'nin öldürülmesini konuştuk
Başbakan iki noktanın altını çizdi.
1-Bu zirve Türkiye ile AB arasında bir göç zirvesi değil. Mültecilerle ilgili geri kabul anlaşmasını AB müktesebatımız açısından yapmak durumundaydık. Ayrıca bu anlaşmayla birlikte, Türkiye her gelen mülteciyi alan bir ülke olmayacak. Tam aksine Merkel'in dediği gibi, “Düzensiz göç, düzenli göçe dönüşecek”.
2-Vizesiz Avrupa artık bir takvime kaldı. Başbakan, ”Vatandaşlarımız artık konsolosluk kapılarında beklemek zorunda kalmayacak” dedi.
İlk dönemlerde AB'de bir algı vardı. “Polonya'nın muslukçuları, Türkiye'nin işsizleri akın akın AB'ye gelecek” diye. Muslukçuların ne yaptığını bilmem ama Türklerin akın akın Avrupa'ya gitmediği anlaşıldı. Suriyeli mülteciler olayında da görüldüğü gibi, Türkiye AB'ye yük olmaya değil, yük almaya gelen bir ülke.
Türkiye öyle kolay kolay ihmal edilecek bir ülke değil.
Bakın Rusya, Türkiye'yle ilgili vize kararını aldıktan sonra AB'ye vizesiz giriş kapısı açılıyor. Başbakan, “Türkiye'nin alternatifi hiç tükenmez. Türkiye'nin yolu da hiç tükenmez. Kendimize yeni yollar buluruz” dedi.
Ünlü Johnson mektubundan sonra İsmet Paşa'nın, “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye o dünyada yerini alır” şeklindeki çıkışından farklı bir durum bu.
Ya yeni bir yol bulunur ya yeni yollar açılır.
AB Zirvesinde bir sahne yaşanıyor.
Müslümanlara yönelik olumsuz açıklamalar yapan Macaristan Başbakanı Victor Orban'ın da bulunduğu zeminde İrlanda Başbakanı Kenni, “İslam barış dinidir” deyince Davutoğlu söz alıp, liderlerin gözünün içine baka baka, “İrlanda Başbakanı çok güzel bir şey söyledi İslam bir barış dinidir. Ancak hangi İslam'ı seçeceğinize siz karar vereceksiniz. DEAŞ'ın temsil ettiği İslam mı, Türkiye'nin temsil ettiği İslam mı?” diye soruyor.
İşin özü bu. Batılı değerlerle barışık, İslam'la demokrasiyi bir arada yaşayabilen Türkiye'ye kapıyı kapatan Batı, DEAŞ'ın temsil ettiği terörle yüzleşmek zorunda kaldı.
11 Eylül'de ABD'de, daha sonra İngiltere ve son olarak Fransa.
Bu sözün devamı var. Başbakan, zirvenin girişinde, ”AB'nin içinden konuşuyorum” demişti. Avrupa'nın misafiri değil, bir Batılı olarak uyarmıştı onları. Başbakan, “DEAŞ nasıl bizi temsil etmiyorsa Pegida da, Miloşeviç de Hristiyanları temsil etmiyor” dedikten sonra liderlere tekrar soruyor, ”Hangi İslam'ı seçeceğiniz sizin elinde”.
AB'ye tam üyelik rüya olmaktan çıkıyor. Yeter ki biz AB perspektifimizi kaybedip, kendi topuğumuza sıkmayalım.