Türkiye hiç de kolay olmayan bir durumla karşı karşıya. Meclis, Birleşmiş Milletler(BM)’in Barış Gücü’ne katkı için yaptığı çağrıya nasıl cevap verecek? Evet mi, Hayır mı? İşte bu zor bir karar ve güç ayar.
Türkiye, bütün dünya ile birlikte Lübnan'ın nasıl amansızca bombalandığını, tahribata uğradığını ve insanlarının nasıl katledilidiğini televizyonlardan seyredip, medyadan takip etti. BM verilerine göre sadece Lübnanda, 1182 kişi ölürken, tam 3.8 milyar dolardan fazla da ayni tahribat olmuş. Ölenlerin üçte biri yeni doğmuş bebekler dahil 12 yaş altında çocuklarmış. Diğer taraftan Filistin'in Gaza bölgesinde ve Batı Şeria'da adeta Lübnan'ın hırsı alınıyor ama oraların hali medyada, Lübnan yıkımı karşısında arka raflara itildi.
Bütün bu olayların toplam etki ve yansıması ile Türkiyede infial büyük. Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, dernekler, barolar, odalar, herkes sokaklarda, mitinlerde ve protesto faaliyetleri içinde. Bu kınama ve tepki sırf Türkiye'ye mahsus bir olay da değil, Avrupa ülkelerinde, Asya ülkelerinde ve hatta Washington'da bile bu konuda gösteri ve protestolar yapılmakta.
Ateşkes konusunun BM'ye gelmesi bile haftalar aldı. Israil, "hedeflerimize ulaşana kadar durmayacağız" diye ilan etti. ABD de, o zamana kadar BM de ateşkesin konuşulmasına izin vermedi. Nihayet ateskes, BM 1701 sayılı kararı ile ilan edildi ama o günden bu yana İsrail ateşkesi defalarca defa ihlal etti.
Ateskesin devamı için 30 bin askere ihtiyaç var. Bunun 15 bini Lübnan ordusundan oluşacak ve diğer 15 bini uluslararası toplum tarafından temin edilecek. Avrupa ülkelerinden bir haber yok. Fransa en başta kabul etti. Zira şu andaki BM gücünü de o yönetmektedir. Fransa'da epey tartışma yaşandı, anketler yapıldı ve halkın desteği yüzde 48'in altında çıktı. Bunun üzerine, Fransa sadece 200 askerî mühendis yollayacağını ilan etti. Almanya, asla savaşan güç olarak asker yollamayacağını ancak başka alanlarda yardımcı olacağını açıkladı. İtalya'ya başkanlık teklif edildi, İsrail bu konuda istekli oldu. İtalya olaya olumlu baktı ama bu gelişme üzerine, Fransa tekrar fikrini değiştirdiğini ve asker sayısını çeşitli gruplardan meydana gelmek üzere 2 bine çıkartacağını ilan etti. (anlaşılan eski Avrupa rekabeti ve Fransız-İtalyan çekişmesi hâlâ iş başında). Diğer Avrupa ülkelerinden ses yok.
Taaruza uğrayan taraf Lübnan olmasına rağmen, Israil'in talebi üzerine gelecek olan Barış Gücü İsrail topraklarında değil, Lübnan topraklarında konuşlandırılacak. Böylece Mavi Hat diye bilinen BM hattından Lübnan'ın kuzeyinde bulunan Litani nehrine kadaar 30 km'lik bir tampon alan boş tutulacak. Bu alanda ve Lübnan'da, Lübnan ordusu dışındaki grupları silahsızlandırma görevi BM Barış Gücü'ne verilmiş durumda. İşte bu sebepledir ki Fransa, hem ateşkesin ihlal edilmeyeceği ve hem de BM askerlerinin ne zaman ateş açmaya hakkı olduğu konularında garanti ve yetki istedi ve aldı. O halde bu gücün "savaşmayacağı" diye birşeyin söz konusu olmadığı açıkca ortaya çıkmıştır. (BM web sitesine girilirse görevler kısmında bu açıkça görülmektedir. Aynı şey 1701 no.'lu karar için de geçerlidir.) Yine 1701 no.'lu BM kararının, 10, 11, 15 ve 17'nci maddeleri henüz netlik kazanmamıştır. Durum kritiktir.
Bölgede her an ateşkes ihlali yaşanabilir ve BM askerleri çapraz ateş arasında kalabilirler.
Diğer taraftan dost gruplar arasından, Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Müdürü, Prof.Dr. Muhammed Nureddin Sayın Başbakan'a açık mektup yazarak, "Dostumuz Türkiye, asker yollama" diye çok dostane ve samimi bir şekilde olumsuz şartları sıralamıştır. Aynı kişinin bir başka yazısı Yeni Şafak gazetesinde yayınlanmıştır. Bu durum, yardım için gidileceği düşünülen ve ev sahipliği yapacak olan ülkeden gelen tepki ve tutumların ne olduğunu net olarak gözler önüne sermektedir.
Başka alternatifler:
Türkiye Orta Doğu'da tarihi ve kültürel bağlarına uygun olarak gerekenleri yapmak istemektedir. Haklıdır. Ama bu şartlar içinde bu hem çok zor hem de son derece hasas dengeleri içeren bir olaydır. Bir örnek: Esir alınan 2 İsrail askerinin aileleri, Sayın Dışişleri Bakanı ile görüşerek "insani bir yardım" rica etmiş ve çocuklarından haber almakta yardımcı olmasını istemişlerdir. Bu konuşmaların da gizli kalmasını rica etmişlerdir. Türk tarafı sözünü tutmuştur. Buna karşın, İsrail yetkilileri bu olayı basına sızdırmıştır. Maksat, Türkiye'nin pekçok konuda onlara daha yakın olduğunu ihsas ettirmek ve bir bakıma Türkiye'yi bölgede yalnızlığa itmek. Sonuç: Olay bu boyuta ulaşınca Türk Dışişleri Bakanlığı olayı bütünü ile açıklayarak, durumu ve hatta gelen İsrailli ailelerin ne kadar savaşa karşı olduklarını dile getirdiklerini ve bu sızdırmayı yapanların da kimler olduğunu açıklamıştır. Bu belki son derece küçük bir örnektir ama aynı zamanda son derece önemli ipuçları vermektedir.
Türk milleti ve devleti geniş gönüllü ve cömerttir. Türk hükümeti her türlü yollarla bölgeye gıda, giyecek, su, ilaç, doktor, hemşire, inşaat ve ihkam kollarından destek birimleri yollayarak büyük ölçüde yardım yapabilir.
Diplomatik çabalarda öncülük edebilir. Bunu yapanların, daima Kuzey Avrupa ülkelerinden olmaları gibi bir şart yoktur ve bu görevin artık bize geçmesinin zamanı da gelmiştir. Lübnan'a asker göndermek, çok taraflı ve tehlikeli şartlar içermektedir. KARARLAR BÜYÜK BİR DİKKATLE VE HASSAS DENGELER GÖZETİLEREK ALINMALIDIR.