Kemankeş olmak isteyene üstâdı, ok ve yayı teslîm ederken kulağına da “Kemankeş Sırrı” nı fısıldardı. Okçular dışında kimseye fısıldanmayan bu sır, Osmanlı'yla birlikte yaşadı. Osmanlı ifnâ olunca sır da ifşâ oldu. O sır Enfal Suresi'nin17. ayetiydi: “Attığın zaman onu sen atmadın. Allah attı.”
Osmanlıcada keman=yay, keş=çeken demektir. Kemankeş de yay çeken, yâni okçulara verilen ad. Ashâb-ı Kirâm arasında Aşere-i Mübeşşere'den olan Sa'd b. Ebî Vakkas, Peygamber Efendimiz'in dahi iltifâtını kazanacak kadar okçuluğundaki mahâreti sebebiyle kemankeşlerin pîri addedilmiştir. “Anam babam sana feda olsun” iltifâtını ömrü boyunca tek bir kişi için yapmıştır Peygamberimiz. O da Sa'd b. Ebî Vakkas'tır.
Okçuluğun târihini yazan Abdurrahman et-Taberî'ye göre oku ilk kullanan Hz Adem (a.s.) dir. Târih boyunca ok atmada en büyük mahâreti de Araplar göstermişlerdir. Türklerde ise okçuluk, kahramanlığın şânından sayılmıştır. Oklar mânâsına gelen Oğuz'un “Bozok” ve “Üçok” olmak üzere iki büyük kola ayrıldığı bilinir. Husûsiyle Türkler savaşta, hızla koşan at üzerinde iken düşmanından kaçıyormuş gibi yapıp, kovalayanın oku yetişemesin diye aradaki mesafeyi 250 m kadar açarlar, sonra da bir kaplan çevikliğiyle âniden dönüp ok atarlarmış. Batılıları çok etkileyen bu sahne sebebiyle de zodyaktaki yay burcu, yay geren at adam şeklinde gösterilir. Sultan Gazneli Mevdud'un savaşlarda hep altun ok kullandığı, yaraladığı kişinin tedâvi masrafları, öldürdüğü kişinin de cenâze masrafları için böyle yaptığını yazar târih kitapları. Ordunun öncü birlikleridir okçular. İlk önce onların attıkları okların uğultuları duyulur savaş meydanlarında. Büyük kalabalıklara karşı savaşı kazanan ok ve yaydır. Spartalılarla savaşan Pers İmparatoru'nun, Sparta komutanına ordusundaki okçuların gücünü ifâde eden şu cümlesi târihin karanlık koridorlarında yankılanmış durmuştur: “Yarın, ordumdaki okçuların üzerinize yağdıracağı oklar güneşinize gölge olacak”
Çile, yaya bağlanan ipe denir. Kepâze ise, kemankeş olmak isteyenlerin, 1000 gün kadar kaslarını güçlendirmek amacıyla oksuz bir şekilde boş boş çekmek zorunda oldukları yayın ismi. Ok atmaya yaramadığı, boşu boşuna çekildiği için, kepaze olmak deyimine ilham vermiş. Çekilen kirişin ismi de çile... Kemankeş olmak isteyenler evvela ok kullanmadan boş yayı ellerine alırlar ve 1000 gün boyunca çile çeke çeke kepâze olurlardı. Daha sonra bir üstaddan ders alır, ucu olmayan oklarla başlayan tâlimlerde yay germeyi, ok atmayı, kiriş kırmayı, toz koparmayı öğrenince de uzman bir heyetin ve Şeyhülmeydanın huzûrunda bu mahâretlerini ispat ederlerdi. Kemankeşliğe liyâkatini ispatlayabilen okçuya üstâdı tarafından “Kemankeş Sırrı” (Enfal sûresi 17. âyet) fısıldanır, bundan sonra kemankeş unvânıyla sır halkasına dâhil olurdu. Yapılan bu kemankeşlik sırrı ve unvânının teslîmi merâsimine “Kabza Almak” denirdi. Kabza alanın en az attığı mesâfe 900 gez ( yâni 500 m) olmak zorundaydı.
Osmanlıda ok ve yayın yapımı başlıbaşına bir sanattı. Ok husûsiyle akkavak, çam, gürgen ve kayın ağacından yapılır, bu ağaçlar senelerce kurumaya bırakılırdı. Yay ve ok arasında da bir münâsebet vardı. Her ok her yayda kullanılamazdı. Yayın ağırlığı azaldıkça, okun da ağırlığı belirli bir oranda azalmalıydı. Boyutlarına göre oklar, Tarz-ı has, Kirişendam ve Şemendam olmak üzere 3 çeşitti. Okun ucuna takılan demirin ismi ise “Temren” idi ve ağırlığı iki dirhem bir çekirdek olurdu. Uçları testere gibi tırtıklı olan temrenler de vardı ki bunlar saplandıkları yerleri paramparça etmeden çıkmazlardı. Okların sap kısımlarına, okun yörüngesinde itmesi için takılan kuş kanatlarının ismi de "yele" idi. Kartal, kuğu, karabatak gibi kuşların husûsiyle sağ kanatlarından alınan tüylerin ağırlıkları, temrenin ağırlığı ile orantılı (en fazla 1/8 i) olurdu.
“Kavs” ve “Kabza” isimleriyle de anılan yay, sanıldığı gibi basit bir ağacı biraz büküp bir ip bağlamakla olmuyordu. Oldukça teferruatlı olan yay 4 ayrı kısımdan oluşurdu: Ağaç, boynuz, sinir ve tutkal. Yay için en ideal ağaç, akça ağaçtır. Akça ağaç hilâl şeklinde bükülüp 3 gün boyunca soğuk suyun içinde tutulur. Daha sonra suyun bulunduğu kazan ateşte ısıtılır, ağaç yumuşayınca yay tezgâhı denilen kertikli tahtaya takılıp gerilerek rutûbetsiz bir yerde 1 sene kadar bekletilir. Sonra da manda boynuzundan yayın üst kısmına kabuk ilâve edilir. Öküzlerin ayaklarından dizlerine kadar olan yerden alınan sinirler, yay tımarı sandığında dimdik hâle gelinceye kadar kurutulup, som mermer taşta tel tel oluncaya kadar ezilir, demir taraklarla taranarak, Mersin balığının damağından elde edilen tutkalla yaylara yapıştırılır. Yıllarca dayanabilmesi için, yayın sırt kısmına atın sağrı derisi ve kayın ağacı kabuğu yapıştırılıp sandaloz yağı sürülürdü.
Bu kadar külfetle elde edilen yay, öyle sağlam olurdu ki, bu yayı kurmak için pehlivan gücüne ve pazularına sâhip olmak gerekirdi. Yay, başta hilâl şeklinde iken, ipi tam ters istikâmette çekilerek kurulurdu. Böyle güçlü bir yay için tek olumsuz şey de yağmurdu. Yağmur, balık damağından yapılmış tutkalı erittiğinden, Türkler dâimâ savaş için yıldızlı geceleri ve dolunayı gözlerlerdi.
Yayın kirişi ise hayvan bağırsağından mâmuldü. Kirişin yaya bağlandığı kısımlara da “toz” denirdi. Kemankeşlerden yayı öyle güçlü çekenler vardı ki bazen yayın toz kısımları kopar, bu sebeple kemankeşe de tozkoparan lakâbı takılırdı. Tozkoparan lakâbını alan târihteki en meşhur kemankeş, İskender'dir. Tozkoparan İskender, öyle güçlü bir yeniçeriydi ki; formunu korumak için uyurken dahi başında bir nöbetçi durur, kollarının kuvvetten düşmemesi için, sağına soluna dönüp kolu üzerine yatmamasını sağlardı.
Okçular için üç çeşit atış vardı: 1) Hedef Atışı 2) Menzil (Mesâfe) Atışı 3) Darp Atışı. Bir bakıma güç ve gövde gösterisi mâhiyetinde yapılan Darp Atışları, zırhları demirleri delmek için yapılan atışlardı. Bu hususta ki en meşhur isim de Sultan 4. Murat'tır. Bir de Deli Hüseyin Paşa. Atlı okçuluk oyunlarında, kabağa ve içi saman dolu torbalara ok atılırdı. Müsâbakayı kazananların isimleri, şâirlerin okçulara methiyeleriyle birlikte Okmeydanı'ndaki dikilitaşlara yazılıyordu. Kalın meşinden yapılan “Tabla” yada “Puta” denilen yuvarlak hedeflere okun isâbet ettiğini duyurmak için de çıngıraklar takılırdı. Zîrâ hedef, dikkatli bakmayınca görülemeyecek kadar uzaktaydı. Bu mesâfeye rağmen her defâsında aynı noktayı vurmayı başarırlardı. Okların üzerine de kemankeşlerin ismi yazılırdı ki, hedefi kimlerin vurabildiği anlaşılsın. İsâbet etmeyen okları toplayıp, okun düştüğü yeri işâret etmek için bayrakları sallayanların adı da “Havacı” idi.