Devlet, millet, ümmet ve medeniyet kavramlarına şiir, sanat ve fikir ile yüklü bir ömre sahip Üstad Sezai Karakoç adına belgesel bir film çekildi. Cumhuriyet devrinde 'Diriliş' ile özdeşleşen ve nesiller üzerinde derin izler bırakan Karakoç'a hayatta iken bir vefa özelliği taşıyor.
Edebiyat ve fikir dünyamızın yaşayan en önemli isimleri arasında yeralan şair ve mütefekkir Sezai Karakoç adına hazırlanan 'Gün Doğmadan - Sezai Karakoç' belgesel filminin yönetmeni Ensar Altay: ' Bizim kopuşumuz var. Medeniyetten, tarihin doğal, dolayısıyla görkemli seyrinden kopuşumuz var. Eğer bir dil bir üslup arayışı varsa yeniden düşünme ve yeniden duymak ve duyurmak için hayatı boyunca mücadala eden ve eserler ortaya yoyan şairliği yanında fikir adamlığı özelliği taşıyan Sezai Karakoç'u bir belgesel film ile daha geniş çevrelere ve yarın da unutulmaz kılmak istediklerini söylüyor.
Sezai Karakoç bizlerin, fikirlerine fazlasıyla ihtiyaç duyduğumuz bir isim. Sadece sarsıcı şiirlerin şairi değil, bir kimlik bir şahsiyet önerisi sunan ve bizi görkemli bir medeniyet birikimine çağıran bir düşünce adamı. Bugün dünyaya baktığımızda bir uyumsuzluk olduğunu, bir sorun olduğunu görebiliyorsunuz. İnsanın bir uyum sorunu yaşadığını da görebiliyorsunuz. Tarihe, doğaya hatta insana karşı bir uyumsuzluk var. Karakoç sadece Türkiye özelinde değil, dünya ölçeğinde bizlere bu uyum sorununu anlatmış bir düşünür. Bunu arı, duru ve ilahi özden beslenerek gerçekleştiren bir mimar olduğunu görebiliyorsunuz. Ülkemizin ve dünyanın Sezai Karakoç'a ihtiyacı olduğuna inandığımız için, Karakoç'u dinlememiz gerektiğini düşündüğümüz için.
Türk edebiyat ve düşüncesinde öncü bir isim olan Karakoç' un hayatının anlatıldığı bu belgesel film, aynı zamanda Karakoç'un yaşadığı zamana tanıklık etmesi açısından da önem taşımaktadır. Film, Sezai Karakoç'un izini sürerek bu ülke toprakları üzerindeki değişimi, dünyanın teknolojik ve fikir dönüşümünü, bütün bunlarla birlikte gelen, anlam karmaşalarını, sade bir film diliyle anlatmaya çalışmaktadır. Belgeselde, Karakoç şiirleri, özlü anlatımlarla kısa film haline dönüştürülüp, bu kısa filmler, belgeselin kronolojisine uygun olarak film içinde kurgulandı. Bu çalışma tipik bir biyografi belgeselden farklı olarak sinematografik öğeleri yoğunlukla içermesi ve farklı bir dil oluşturma çabasıyla da dikkat çekmektedir. Ülkemizin yaşadığı hesaplaşmanın macerası, Karakoç'un imaj dünyasından yararlanarak, kısa öykülerle anlatıldı.
Bu tarihi ve büyük bir iddia. Bunun altında kalmak işten bile değil. Biz bu iddiayı resmedemezdik. Kimse resmedemezdi ama Karakoç'un yazılarıyla çizdiği haritayı takip ederseniz, onu anlamaya çalışırsanız ve buna bir de manevi birliktelik katarsanız bu resimlerin sarsıcı ip uçlarına ulaşabilirsiniz. Biz bunu yaptık. Karakoç'u anlamaya, o anlam haritalarında cesur bir gezintiye çıktık. Bu durumda, dokunduğunuz her bir noktanın ya da eşyanın canlı diliyle karşılaşıyorsunuz. Bu iddiayı anlayabildiği ölçüde anlatmaya çalışan bir belgesel film yaptık. Bu biraz da sizde oluşturduğu hislerle ilgili bir durum.
Bu ilk başta söylediğim konuyla birebir ilgili bir durum. Bizim kopuşumuz var. Medeniyetten, tarihin doğal, dolayısıyla görkemli seyrinden kopuşumuz var. Eğer bir dil bir üslup arayışı varsa yeniden düşünme çabalarının, yeniden duyma çabalarının bir sonucudur. Bu filmi, pekala düz ve somut anlatımlarla yapmak yoluna gidebilirdik. Bu daha kolay olurdu. Oysa ruh ifşalarına dayanan bir duyuşu bir öyküyü oluşturmak daha zor ve risk barındırıyor. Karakoç'u sürekli okuyor olmam beni hep şu sonuca çıkarıyordu. Yerli bir film dilimiz olacaksa, ki olmadığını düşünüyorum, bu dil görkemli, estetik ve fazlasıyla anlamlı olmalıydı. “Vecd” oluşturacak bir film dilinden bahsediyorum. Karakoç'un yazılarında ve şiirlerinde vardı. Böyle bir film dilinin oluşması da hemen olmaz, doğası gereği olmaz. Uzun yıllar alır, dünyadaki örnekleri de hep böyle olmuştur.
Sezai Karakoç'un çizdiği haritaların her bir noktasında. Türkiye'nin dört bir yanında. Mütevazi ekibimizle beraber Sezai Karakoç'un bize bıraktığı bütün işaretlere ulaşmaya çalıştık. Urfa, Diyarbakır, Ergani, Maden, Bursa, Maraş ve daha birçok ilde çekimleri yaptık. Mümkün olduğunca her noktayı tek tek ele almaya çalıştık.
Mona Rosa her gencin, kendinden çok özel izler bulduğu harika bir şiir. Bu şiir üzerine, bir takım öyküler anlatılıyor. Bu öykülerin birçoğu asıl ve esastan kopuktur. Biz bu noktayı görmezden gelemezdik. İşin saçma spekülasyonları yerine, bu şiirin Sezai Karakoç'un hayatındaki yerini anlatmaya çalıştık. Şiirin nasıl çıktığını ne amaçla çıktığını şiirin naifliğine yakışır bir şekilde yapmaya çalıştık. Bu öyküyü olması gerektiği gibi, aşkın hallerine işaret eden ve bir alın yazısını anlatmaya çalıştık. Edepten ödün vermeden. İyi ki Sezai Karakoç'un naif ve derin dünyasının işaretlerine eğilmişiz. İyi ki Sezai Karakoç'un hep çağırdığı, büyük bir dünya, büyük bir medeniyet, büyük bir hakikat var. İyi ki bu ülkede Sezai Karakoç var.